Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca aynı zamanda televizyon kanallarında sıkça görülen bir açık oturum konuşmacısı. Türbanlı bir genç kadın. Kendisini dinleyenlerde, dinsel inancının izin verdiği ölçüde demokrat ve özgürlükçü bir insan olduğu izlenimi uyandırıyor. Pazartesi akşamı Habertürk televizyonunda Yiğit Bulut’un ‘Sansürsüz’ programında izledim onu; Hürriyet’ten Tufan Türenç konuyu alkol yasağı örnekleri üzerinden Anadolu’yu hızla saran gericiliğe getirince öfkelendi, dudakları titreyerek AKP’yi savunmaya geçti. Konuşmasının bir yerinde, “Ama bakkal alkollü içki satmak istemiyorsa ne yapalım’’ deyince, “İşte’’ dedim, “buraya kadar!’’
Evet, birçok benzerleri gibi Karaca’nın da demokratlığı buraya kadardı; bu noktadan sonra ellerinden bir şey gelmiyor, çareyi ülkenin toplumsal gerçeklerini görmezden gelmekte buluyorlar, bununla da kalmayıp görmezden geldikleri, fakat varlığını bildikleri gerçeklere mantık dışı gerekçeler uyduruyorlardı.
***
Gerçek Tufan Türenç’in gösterdiği gibiydi; Afyon’dan Konya’ya, Kayseri’den Erzurum’a Anadolu’nun çok geniş bölgelerinde lokantalarda içki servisi yapılmıyor, adı bakkal, market, süper ya da hipermarket olsun, satılması gereken hiçbir yerde alkollü içki satılmıyordu. Binlerce işyeri sahibinin söz birliği yapıp bir anda içki satışından vazgeçtikleri gerekçesine çocuklar bile inanmazdı, ama onlar bizi buna inandırmak istiyorlardı.
Biz de henüz onların diledikleri ölçüde salaklaştırılamadığımızdan buna inanmıyor, tam tersine ülkemizde hızla yayılan gericiliğin üzerinde düşünüyorduk.
Bize çok kızıyorlardı; aldırmıyorduk doğal olarak.
***
Alkol yasağına ilişkin olarak ‘kendi kararları’ derlerken biçimsel olarak haklıydılar. Çünkü ‘din zaptiyesi’ kurumu henüz oluşturulmadığından –büyük olasılıkla da buna hiçbir zaman gerek görülmeyeceğinden-herhangi bir görevli bakkalın ya da lokantanın kapısına dayanıp “İçki satmayacaksın!’’ demiyordu.
Buna gerek yoktu, sürekli gericilik üreten toplumsal yapı bu türden biçimsel dayatmalara gerek bırakmıyordu çünkü.
Kapitalistleşen altyapı üzerine bir tencere kapağı gibi oturan feodal üst yapı kurumları toplumu tutsaklaştırıyordu. Yerel yönetim kurumlarından kadrolaşmalarla muhafazakârlaştırılan devlet görevlilerine, Sanayi ve Ticaret Odası’ndan Esnaf ve Sanatkârlar Odası’na, meslek derneklerinden yerel basına her kurum ve kuruluşun İslamcı-otoriter erkin eline/denetimine geçtiği bir ortamda evrensel anlamda bireysel özgürlüklerin sözü bile edilemiyordu.
O bakkalı ya da o lokanta sahibini alkol yasağı kararına götüren kendisinin özgür istenci değil, kurumlaşan İslamcı otoriterizmin dolaylı dayatmasıydı.
***
Otoriterizm giderek yayılıyor, dayatmaların doğrudanlaşacağı İslamo-faşizmin yolu açılıyor.
Nihal Bengisu Karaca, “Yasaklara, dayatmalara ben de karşıyım’’ diyor. Ne var ki inandırıcı olamıyor, dinsel dogma algı gözeneklerini tıkayınca o ve onun gibi İslamcı yazarlar ne denli ‘demokrat’ olduklarını ileri sürseler de demokratlıkları sınırlı kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder