Otoriterizm ve ona sıkı sıkıya bağlı ‘sağ radikalizm’, ‘etnosantrizm’ (etnik kaynaklı merkezcilik), ‘dinsel köktencilik’, ‘öteki düşmanlığı’ gibi akımlar demokratik toplumlar için büyük tehdit ve tehlike oluşturmaktadır. Otoriterizm, bireyi aklıyla davranan özgür özne olarak kavrayan aydınlanma öğretisinin baş düşmanıdır. Başka bir deyişle, yeterli desteği bulduğunda toplumsal ilişkileri altüst edecek, akılcılığın ve özgürlükçülüğün sonunu getirecek güçleri yaratır ve kullanır.
Mercek altına alınıp derinliğine incelendiğinde tüm demokratik toplumların, yaşadıkları dalgalanmaların düzeylerine bağlı olarak içinde belli otoriter organizmalar sakladığı ve bu saklı organizmaların farklı ölçülerde geliştikleri görülür. Bu dalgalanmaları ve bu dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan/gelişen organizmaları kimi lider kişiliklerin ortaya çıkışları ya da yok oluşlarıyla ilişkilendirebiliriz.
***
Bunlar, toplum içinde saklı biçimde var olan otoriterizmden kendi siyasal çıkarları doğrultusunda yararlanan kişiliklerdir. Bu kişiliklere örnek olarak 42 yıl (1932-1974) boyunca Portekiz’i yönetmiş olan Antonio de Oliveira Salazar’ı, Arjantin Devlet Başkanı Juan Domingo Peron’u (1946-1955, 1973-1974), Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ı (1956-1970) gösterebiliriz.
Otoriterizmi yapılandırarak siyasal bir rejime dönüştürecek kişiliğin iktidarı eline almasının yolları yukarıdaki örneklerde de görüleceği gibi farklıdır; Salazar, ‘atanma’, Peron ‘demokratik seçim’, Abdülnasır da ‘askeri darbe’ yoluyla iktidar sahibi olmuştur. Hiçbirinin ‘kötü insan’ olduğu söylenemez, tersine üçü de halkı tarafından sevilmiş, toplumu ve ülkesi için ‘iyi işler’ yapmıştır. Ortak yönleri ‘karizmatik’ kişiliğe sahip ‘popülist’ politikacılar olmalarıdır. Belirleyici ortak özellikleri kendileri için ‘iyi’ olanın, ülke, toplum ve bireyler için de ‘iyi’ olduğuna ilişkin kesinleştirdikleri düz bir mantıktan hareket etmeleridir. Onları ‘otoriter’ kılan da bu mantıksal yaklaşımlarıdır.
Üçüne de iktidar yolunu açan ülkelerinde yaşanan karmaşa döneminin ‘bir son bulması’ yollu toplumdan gelen istemleridir. Yoksulluk ve yoksunluk içindeki insanların kafalarında doğup büyüyen ‘güçlü bir el’ gereksinimidir. Sıkça kullanılan biçimiyle ‘istikrar’ arzusudur.
Ne var ki işler hiç de toplumun beklentileri doğrultusunda yürümemiş, yaşam eskisinden daha da zorlaşmıştır. Portekiz ve Mısır bu liderlerin iktidarı döneminde ne demokrasi, ne de özgürlük kavramlarıyla uygulamada hiçbir tanışma olanağı bulamazken Arjantin demokrasisi, otoriterizme dayanan bir sadaka rejimi olan ‘Peronizm’ tarafından güdükleştirilerek, birbiri ardınca gerçekleştirilecek askeri darbelerin yolunu açmıştır.
***
Türkiye de bir süredir benzer bir yoldadır; toplumun içinde yıllardır biriken otoriter eğilimler bir cerahat gibi patlamıştır. Otoriter birikim, AKP’nin tüzelkişiliğinde örgütsel yerini, Sayın Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinde de liderini bulmuş, Türkiye’ye özgü sosyal-ekonomik ve kültürel koşullarda kendisini yeniden üreterek gelişmektedir. Otoriterizm bugün Ankara ve Eskişehir dışında Orta Anadolu’nun tümü ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun belli bölgelerine egemendir. Gözünü, henüz teslim olmayan, teslim olmamakta direnen kıyı şeritlerine dikmiştir.
Bir süredir başka bir otoriter odak olan MHP ile kavga durumundadır. Bu kavganın genel seçimler yaklaştıkça keskinleşeceği kesindir. Çünkü hiçbir otoriter rejim bir diğerine hoşgörü göstermez. Otoriterizmin temsilcisi AKP’yi, doğası gereği kendi içinde hiyerarşik/otoriter bir yapı olan Türk Silahlı Kuvvetleri ile çatışmaya iten de içinde ona karşı beslediği saklı rekabet duygusudur.
Bu otoriter güçlerin dışında kalan kesimleri zor günler beklemektedir. Bir karşı otoriteye sarılarak otoriterizme, ondan daha fazla popülist davranarak popülizme karşı çıkmak tutulacak en yanlış yoldur. Gün, demokrasiyi, özgürlükleri, temel insan haklarını bugün olduğundan çok daha kararlı bir biçimde savunma günüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder