AKP iktidarının Türkiye’yi tepeden inme dönüştürme siyaseti toplumda daha önce de var olan ayrışma sürecini hızlandırdı, tehlikeli bir noktaya getirdi. Türkiye’de insanlar artık birbirlerini dinlemiyorlar; kavga durumundalar. Bunun en somut örneklerini televizyon kanallarındaki ‘tartışma’ programlarında görüyoruz.
Tartışma sözcüğünü tırnak içine aldım, çünkü bu reyting getirici gösterilerin tartışma ile hiçbir ilgisi kalmamış; düpedüz kavga gösterileri bunlar. Program yapımcıları daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmak kaygısıyla insanları ekranda kavga ettiriyorlar. Bu durum aynı zamanda izleyici kitlelerinin ruh durumlarını da yansıtıyor, yoksa yapacak onca iş varken insanlar ekran başında çakılıp saatler boyu bu sonuçsuz kayıkçı kavgalarını niçin izlesinler?
İzliyorlar, çünkü onlar da bu ayrışmada taraflar ve ekranda kendileriyle aynı tarafta olduklarını düşündükleri/bildikleri konuşmacı karşıtlarına karşı kavga verirken, onlar da bir futbol kulübü yandaşı gibi heyecanlanıyorlar.
***
Bu kavga ortamında en zor durumda olanlar siyah ile beyaz arasındaki geniş gri alanda kalanlar; çünkü onlar her iki rengin yandaşları tarafından eleştiriye, saldırıya uğruyorlar. Bu durumda olanlardan biri de bu satırların yazarıdır.
Okurlarımın bildikleri gibi AKP iktidarının en kesin karşıtlarından biriyim, karşıtlığımın nedenlerini birçok yazımda çeşitli açılardan gerekçelendirdim, gerekçelerimi yaklaşık 50 yıldır savunduğum özgürlükçü-sosyalist dünya görüşü omurgasına oturtmaya çaba gösterdim, gösteriyorum.
Özlediğim dünyada ne dinsel ne de askeri otokratik dayatmaların yeri var. Dinin siyasallaştırılmasını da, siyasal ve toplumsal hayata askerin müdahalelerini de bireylerin özgürleşmesinin ve toplumun demokratikleşmesinin önünde engeller oluşturduğunu düşünüyorum.
***
İki yıldır çeşitli adlar altında gerçekleştirilen toplu tutuklamalarda ‘taraf’ım, evrensel hukukun tarafındayım. Bu kitlesel tutuklamalarda, tutuklamaların süresi açısından somut insan hakları ihlali yapıldığını düşünüyorum. Bir yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunmalarına karşın kimi sanıkların hâlâ tutuklanma gerekçelerini öğrenememelerini hukuk cinayetleri olarak değerlendiriyorum.
Arkadaşımız, sevgili Mustafa Balbay tam 402 gündür tutuklu; Tuncay Özkan, Prof. Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Deniz Akkaya, Ufuk Yıldırım… vd. Yarın bir gün bu insanlar yargı tarafından aklandıklarında gasp edilen özgürlüklerinin hesabını kim, kimler verecek?
***
Tutuklananlar arasında geçmişte ‘derin devlet’in tetikçiliğine soyunmuş ve birtakım terör olaylarına karışmış kişilerin de olduğu biliniyor. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Em. Ora. Özden Örnek’in ‘Darbe Günlükleri’ ve eski 1. Ordu Komutanı Em. Org. Çetin Doğan’ın eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. Hilmi Özkök’e ilişkin konuşmaları bize Türk Silahlı Kuvvetleri içinde darbe konusunun en azından bir süre için gündemde olduğunu, üzerinde düşünülüp konuşulduğuna dair ipuçları veriyor.
Türkiye, kısıtlı da olsa bir hukuk devleti ise bu ‘derin devlet tetikçilerinin’ işlediği suçlar da, darbe söylentileri de aydınlatılmalı, suçlular cezalandırılmalıdır. Ne var ki bu ‘ne çıkarsa bahtıma’ anlayışlı savcıların örneklerine tanık olduğumuz sürek avlarına dönüşmemelidir.
Beni bu ayrışmada ‘tarafsız’ kalmakla eleştiren okurlarıma bilmem derdimi anlatabildim mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder