Komor Federal İslam Cumhuriyeti bayraklı Mavi Marmara gemisine Doğu Akdeniz’deki uluslararası sularda yapılan İsrail baskınında dokuz yurttaşımızın öldürülmesi karşısında Başbakan’ın yaptığı konuşmalarla alevlenen “eksen kayması” tartışmaları sürüyor. Sürecek de. Sürmesi de, sürecek olması da çok doğal, çünkü görünen köy kılavuz istemiyor. Ne var ki tartışmaları izleyenlerde söz konusu kaymanın son zamanlarda ortaya çıkan ve yalnızca dış politikaya ilişkin bir devinim olduğu izlenimi doğuyor.
“Eksen” sözcüğü ne anlama geliyor, bir bakalım. Ali Püsküllüoğlu sözlüğünde bu sözcüğün karşılıkları “1. Bir cismi ikiye bölen gerçek ya da sanal çizgi, 2. Uzayda yön, uzaklık, açı, bakışım, konum ya da devinimleri ölçmek için kullanılan durağan bir doğru, yarım doğru ya da doğru parçası, 3. Üzerinde bir pozitif yön varsayılan sonsuz doğru, 4. Dingil, 5. Bir şeyin ağırlık noktası ya da merkezi, 6. Çevresinde bir cismin ya da geometrik bir biçimin döndüğü ya da döndüğü kabul edilen doğru” olarak veriliyor. Bu karşılıkların hangisini alırsak alalım, “eksen kayması” ediminin bir sürece bağlı devinim olduğunu kabul etmek sorundayız. Dolayısıyla Türkiye’nin ekseninin kayması da aniden ortaya çıkan bir olay değil, beli bir sürece bağlı bir devinimdir.
Öte yandan bu kaymayı yalnızca dış politika ile sınırlı görmek de önemli bir yanlıştır, çünkü dış politika son çözümlemede iç politikanın bir yansımasıdır. Dış ilişkilerde bir “eksen kayması” söz konusu ise -ki söz konusudur-, bunun iktidarın siyasal yaklaşımlarının ağırlık noktasının, merkezinin önce içeride kaydığını, bunun da dış ilişkilerimize yansıdığının kabul edilmesi gerekir.
Bu köşede birçok kez vurgulandığı gibi özellikle Orta Anadolu’da belirgin olarak görülen ve giderek ülke geneline yayılan altyapısı kapitalist, üstyapısı yarı feodal sosyoekonomik yapının ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan otokratik siyasal düzenin yüzünü, kendi benzeri olan oluşumların toplandığı Ortadoğu’ya dönmesi doğaldır. Bu, 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan ve AKP iktidarı döneminde hızlanarak işleyen bir süreçtir.
Başbakan, uluslararası toplantılarda “Türk Arapsız yapamaz!” demek noktasına kadar gelmiştir. Bu, kapitalizmin en vahşi biçimini uygulayarak her gün biraz daha semirilen Anadolu sermayesi ile çağdışı, yarı feodal sosyokültürel kurum ve ilişkiler arasında sıkıştırılıp tutsaklaştırılmış kitleler tarafından hoş karşılanabilir. Fakat Başbakan’ın sözleri ülkemizin bilinçli emekçileri, demokrasi ve özgürlükten yana aydınları, laik, demokrat küçük burjuva kesimi ve metropol burjuvazisi için bir tehlike işaretidir.
Başbakan, Arap ülkelerinin sokaklarında elinde posterlerini taşıyan insanları görmekten hiç kuşkusuz mutluluk duymakta, belki de kendini o insanların “kurtarıcısı” olarak hayal etmektedir. İnsan hayal ettiği kadar yaşar, derler, doğrudur. Fakat bu hayallere koca bir üke ve o ülkenin 72 milyon insanı ortak edilmek istenince, “Dur!” demek gerekir.
Arap halklarının bir “kurtarıcı” bekledikleri yadsınamaz. Bu halklar ezelden beri üzerlerine çöken otokratik rejimlerden, sultanlardan, emirlerden, krallardan, demokrasisiz cumhuriyetlerin despotik liderlerinden kurtulmak, insanca yaşamak istemektedir. Çalışmak, çalışırken hakkını arayabilmek, özgürce konuşabilmek, yazabilmek, yargılandığında doğal yargıcının önüne çıkabilmek, kadın-erkek eşitliği, özgürce ve parasız eğitim hakkı, dernek kurma, toplanma ve gösteri hakkı, sansürsüz medya, serbest dolaşım hakkı, temel insan haklarına saygılı bir yönetim arzulamaktadır.
Böyle bakıldığında, her halkın kendi kurtarıcısını kendisinin yaratması gerektiği gerçeği bir yana Başbakan, tanıdığımız nitelikleri ve siyasal uygulamalarıyla doğru bir “kurtarıcı” değildir. O ancak başlarında despot yönetimlerle cepheleşmekten çekinen öfkeli Arap kalabalıklarının içlerini dökmelerinde dolaylı bir araç olabilir. Görünen de budur. Gazze’nin mazlum halkı ise bu olan bitenlerde ne yazık ki yalnızca bir bahanedir.
Kısacası eksen önce içeride kaymış, sonra dışarıya yansımıştır. Şimdi iş, kayan ekseni yeniden eski yerine oturtmaktır. Bu iş de ülkemizin yüzleri Batı’ya dönük çağdaş, özgürlükçü, laik, demokrat insanlarına düşmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder