Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı dünyadaki meslektaşlarından farklı kılan niteliklerinden birisi de alışılmış evrensel ölçülerin çok üzerinde sık ve uzun konuşması. Herhalde bu kadar sık ve uzun konuşmasından olacak kendini giderek daha fazla tekrarlıyor, yeni şeyler söylemiyor. Ne var ki, öyle konular var ki imdadına yetişiyor. Bunlardan biri de ‘demokrasi’. Bu dipsiz kuyu gibi bir konu, çevir, döndür, konuş… bir türlü bitmiyor. Öyle ki 60 yıldır konuşuyoruz, hâlâ nedir, ne değildir ‘öğrendik’ diyemiyoruz.
Demokrasiyi konuşa tartışa biz mi tuhaflaştırdık, yoksa zaten tuhaf bir şey miydi, bilemiyorum, ama bize çelişkilerin en yamanını yaşatıyor.
Başbakanımız bu demokrasi konusunda pek ilerleme kaydedemediğimizin farkında, bu nedenle eline geçen her olanakta bize demokrasi öğretiyor. Geçen cuma günü de Esnaf ve Sanatkârlar Odaları temsilcilerine demokrasi dersi verdi. Allah’tan televizyon kanalları bu dersleri naklen yayımlıyorlar da bizler de nasibimizi alıyoruz.
Ama ne yazık ki nasiplenemeyenler de var; kimi polislerimiz gibi. Başbakanımız televizyonlar aracılığıyla ulusa demokrasi dersi verirken, onlar Kadıköy’de ‘anayasal toplantı ve yürüyüş haklarını’ kullanan aynı ulusun bireyi göstericilere biber gazı sıkıyorlardı. Yaman bir çelişkiydi; Başbakan’ın demokrasi sözlerine kanıp da sokağa çıkan yurttaşlar ya postal darbesi, ya cop ya da biber gazıyla karşılaşıyorlardı.
***
Geçen cumartesi akşamı Hikmet Çetinkaya dostumun önerisine uyup izlediğim Real Madrid-Barcelona maçından sonra kanallar arasında dolaşırken, Bugün TV’de bir tartışma programına takıldım. Gazeteci Şamil Tayyar, Ergenekon, Balyoz vb. toplu tutuklamalarda tutukluluk süresinin olağanüstü uzunluğuna ilişkin olarak bu durumun yadırganmaması gerektiğini, ezelden beri işlerin böyle yürüdüğünü, söz konusu davalara özgü bir uygulama olmadığından üzerinde pek durulmaması gerektiği gibi şeyler söylüyordu.
Cevval gazetecinin demokrasiye ve temel insan haklarına ilginç(!) bir bakışı olmalıydı. Tartışmanın katılımcılarından bir başka gazeteci Murat Yetkin dayanamadı, “Bu durumun bir de tutuklularla paylaşılması, onlara neler hissettiklerinin sorulması iyi olmaz mı?” diye sordu. Ne var ki gürültüye getirilip karşılıksız kaldı Yetkin’in sorusu.
Diyeceğim o ki bu sevilesi ülkede herkesin demokrasi algısı farklı, üzerindeki bu uzlaşılamazlık durumu Antik Yunan’dan bu yana sözü edilen ‘demokrasi’yi bizim ‘ortak muammamız’ haline getiriyor.
***
Bir de ‘en hakiki, öz’ demokratlar var bu ülkede. Örneğin, Perihan Mağden. Taklitleriyle karıştırılmamak kaygısıyla, “Ben hakiki demokratım!’’ diyor. 1 Nisan akşamı CNN Türk’te Cüneyt Özdemir’in BeşN BirK programında söyledikleri belleklerimizde. Özdemir soruyor: “Ergenekon davasında yargılanan Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay cezaevindeler uzun süredir. Birçok yazar bunu eleştiri konusu yaptı.’’ Mağden karşılık veriyor: “Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’a hiçbir şekilde acımıyorum. İçerde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Onlar için asla imza da vermem.’’
Mağden’in demokratlığı Cüneyt Özdemir’i hayrete düşürüyor: “Nasıl bu kadar eminsiniz? Dava sürüyor sonuçta.’’ Yanıt tam hakiki-demokratik: “O kadar bombalama, silah, delil dağı ortada duruyor. Bence Ergenekon’un sivil, yargı, medya ayağına karışılmadı henüz. Bazı gazete ve yazarlar bu davayı sulandırmak, perdelemek için özel bir çaba içine girdi. Ben bu davada tarafım. Hakiki demokratım (abç). Bu ülkeyi ve halkı demokrasiye layık ve değer buluyorum.’’
Tanrı bu ülkeyi ve bu ülkenin insanlarını hakiki demokratlardan korusun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder