Okçular, Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı, yaklaşık 350 olan nüfusunun tümü zaman içinde Alevilikten Sünniliğe dönmüş, anadili Kırmançi olan yoksul bir Kürt köyü. Okçularlılar biraz çiftçilik, biraz da hayvancılıkla hayata tutunmaya çalışıyorlar. Köyde bir ilköğretim okulu ve sağlık ocağı olmasına karşın içme suyu ve kanalizasyon şebekesi ile doktoru, ebesi, PTT acentesi bulunmuyor.
Okçular, çok eski bir köy; ilginç bir öyküsü var. Adı, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın okçularından Okçu Yusuf’tan gelmedir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin babası Bahaeddin Veled’in müridi olan Okçu Yusuf, Celaleddin Rumi, babası ve müritleriyle Konya’ya gitmek üzere Belh’ten çıktıktan sonra bir süre bu köyde kalmışlardır. Alaaddin Keykubat da Okçu Yusuf’la burada tanışmış, onun ok atmadaki ustalığına olan hayranlığının ifadesi olarak köyü kendisine bağışlamıştır.
Köy ne değin eski ise köyde kullanılan kerpiç yapı teknolojisi de o değin, hatta çok daha eskidir. Bilindiği gibi ilk kez Mezopotamya’da görülen kerpiç yapıların tarihi M.Ö 6000-5000 yıllarına uzanmaktadır. Anadolu’da ise ilk örnekleri Caferhöyük, Akarçay Tepe ve Çayönü’nde görülen, çağımıza göre geri ve depreme dayanıksız, ölümcül bir teknolojidir.
Toprak, su ve saman karışımından elde edilen balçığın tahta kalıplara dökülerek kurutulmasıyla elde edilen bu yapı malzemesi deprem kuşağında bulunan Anadolu’da tarihten günümüze dek yüz binlerce insanın yaşamına mal olmuştur. Son Elazığ depreminde 51 ölümün çoğu kerpiç evlerin çökmesi sonucu gerçekleşmiştir. Dolayısıyla çiğ kerpiç mutlaka vazgeçilmesi gereken bir yapı malzemesidir.
***
Ne var ki vazgeçilememektedir; yoksulluk buna engeldir. Deprem ölümlerine bir sorumlu, bir suçlu göstermek gerekiyorsa ‘suçlu’, ‘kerpiç’ değil, insanları bu ölümcül malzemeyi kullanmaya zorlayan yoksulluktur. Başbakan’ın, “Suçlu kerpiçtir!’’ demesi kolaycılıktır, gerçeği gözden kaçırmaya yönelik bir davranıştır.
Türkiye, ekonomik yönünü kapitalizm olarak belirlemiştir. İnsanın insan tarafından sömürülmesi zemininde işleyen kapitalist düzende ülkenin zenginlikleri toplumun görece dar bir kesiminde toplanırken, geniş kitleler sürekli olarak görece yoksullaşırlar. Özellikle kapitalizmin çarpık olarak geliştiği Türkiye gibi ülkelerde yoksulluğun en derin belirtileri Okçular gibi kırsal yerleşim bölgelerinde görülmektedir.
Türkiye kapitalizminin edinilen zenginlikleri ülke geneline yaymak, toplumun geneline adil olarak paylaştırmak gibi bir sorunu yoktur. Kapitalizmin sosyal sorumluluk ahlakı geliştirmesi bir yana, işbirlikçi politikacılar aracılığıyla toplumda var olan paylaşımcılık, sosyal adalet, insanları eşit görmek gibi insancıl duygular da, -yarışmacılığın önünde engel olarak görüldüğünden-, bilinçli olarak köreltilmektedir.
***
Türkiye’de egemen güçler ve onların iktidardaki işbirlikçileri tarafından topluma dayatılan ‘ekonomik liberalizm’ uygulama sonuçları açısından toplumsal ahlaksızlıkla eşanlamlıdır. Sermayenin özgürlüğü adına özellikle kırsal bölgelerde özelleştirmeler yoluyla devlete ekonomiden el çektirilmiş, istihdam olanakları kısıtlanmış, bir yandan ekime elverişli toprakların bölünüp küçülmeleri, öte yandan hayvancılığın kökünün kurutulmasıyla küçük topraklı ve topraksız köylüler kendi yazgılarıyla baş başa bırakılmıştır.
Anadolu’nun binlerce köyündeki yüz binlerce toprak işsizinin Türkiye İstatistik Kurumu verilerinde sayısal bir değeri bile yoktur.
AKP iktidarı, altı kapitalist, üstü feodal, ucube-kapitalist anlayışıyla bu olumsuz gelişme sürecine tüy dikmiştir. Kentte ya da kırda yaşıyor olsun, her insanımız ülkemizi, toplumumuzu “Çöl-Arabı” gözüyle değerlendiren ve eline aldığı her sorun elinde kalan bu iktidarın deprem yıkımları dahil hiçbir yaramıza merhem olamayacağını görmelidir.
Yoksa daha çok bina çöker tepemize, kerpiç üstüne kurduğumuz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder