Sosyalist solda koruduğu yerinden ülkemizdeki sosyal demokrasiye hep kuşkuyla bakmış bir insan olarak konuşmalarıyla topluma CHP’nin emek-sermaye bağlamında emekten yana ‘değiştirilebilir’ izlenimini vermesi nedeniyle Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa yürüyüşünü destekledim. Koşullu desteğim bugün de sürüyor, fakat kendimce haklı gördüğüm eleştirilerim de yok değil.
Bilmiyorum, 80 kişilik Parti Meclisi listesi hangi ölçüde kendisinin elinden çıktı; listede öyle adlar var ki insanı yakın tarihimizin en karanlık günlerine, baskılı, tutuklamalı, işkenceli, sürgünlü, ölümlü günlere götürüyor.
Bir insan düşünün; 40 yaşında, kendinden siyasal kararlarını bilinçli olarak vermesi beklenen olgunlukta bir milletvekili. İki yıl önce topluma ‘ortanın solunda’ olduğunu açıklamış bir partinin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili. Yıl 1971. O yılın 12 Mart günü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst komuta kademesini oluşturan generaller hükümete verdikleri bir ‘muhtıra’ ile iktidara el koyuyorlar. Halkın iradesi ile göreve gelmiş Süleyman Demirel hükümetini işbaşından uzaklaştırarak yerine bir süre sonra ‘anayasanın üzerine şal örtmesiyle ünlenecek’ Nihat Erim’e bir darbe hükümeti kurduruyorlar. CHP’den üç milletvekili partilerinden istifa ederek 3 Aralık 1971 tarihine kadar görev yapacak bu hükümette yer alıyor. Biri Türkan Akyol (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı), öbürü Talat Halman (Kültür Bakanı) öbürü de Çalışma ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak ‘O’.
O’nun Bakanlar Kurulu üyesi olduğu dönemde Türkiye genelinde ‘solculara karşı’ bir sürek avı başlatılmış, DİSK yöneticileri ve yüzlerce işçi tutuklanmış, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Prof. Dr. Uğur Alacakaptan, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu gibi sayısız aydın, yazar, sanatçı, bilim adamı, öğretmen, öğrenci demir parmaklıklar ardına gönderilmiş, işkenceden geçirilmiştir.
Aralarında çok sayıda Süryani, Ermeni, Yahudi, Rum kökenli yurttaşımız ile adları darbecilerin ‘arananlar’ listesinde bulunan siyasal karşıtlar O’nun da altında imzası bulunan Bakanlar Kurulu kararlarıyla Türkiye Cumhuriyeti uyruğundan çıkarılmıştır.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararları yine O’nun görev döneminde, 9 Ekim 1971 günü verilmiştir.
***
Faşist darbecilerin payandalığına soyunmuş, onların sol’a ve solculara karşı giriştikleri acılı kıyamın aracı olmuş, alnına darbe karası sürülmüş bir insanın CHP’nin ‘sol’ savıyla oluşturulmuş Parti Meclisi’nde ne işi vardır?
‘Kişi, unutkanlıkla sakattır’ derler, doğrudur, nitekim O da bu unutkanlık sayesinde Ankara Barosu’na ve Türkiye Barolar Birliği’ne 8 Mart 1980-12 Mayıs 1983 tarihleri arasında başkanlık yapmış, hatta SODEP’in kurucuları arasına girmiştir, girebilmiştir.
Unutulmasın ki sol’un bugünkü duruma düşmesine, toplum katında oyunun yüzde 30 oranıyla sınırlanmasına, gelen her artı puanın bir sevinç kaynağı olmasına neden olan, soldaki bu unutkanlık hastalığıdır.
Alnına darbe lekesi sürülmüş bir kişi, aradan 40 yıl da geçmiş olsa işçilerin, emekçilerin, emekten yana olan insanların saygısını, güvenini kazanabilir mi?
Sanmıyorum, kazanamayacağını düşünüyorum, kazanmaması gerektiğine inanıyorum.
***
CHP Parti Meclisi üyesi Atilla Sav’a 12 Mart mağdurları ve Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun vaat ettiği emekten yana yenileşme hareketini destekleyenler adına bu görevinden istifa etmesini, yerini geçmişi lekesiz bir arkadaşına bırakmasını öneriyorum.
Bu davranışı oldukça gecikmiş de olsa bir özeleştiri olarak algılanacak, insanlar bu yanlış seçimi bir ‘gözden kaçma’ durumu olarak değerlendireceklerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder