“Bizim bu generaller, terfiler için harcadıkları enerjilerinin onda birini askerlik için harcasalardı, doğru dürüst, ciddi, saygıdeğer bir ordumuz olurdu.
Kendi mayınıyla kendi askerini havaya uçurmaya, askerlerinin ölümünü naklen seyretmeye, ‘baskın olacak’ raporlarına aldırmamaya, dünyanın en kolay baskınına uğrayan karakollarını yapmaya, baskına gelen PKK’lileri ‘kaçakçı’ sanmaya, kekik toplamaya çıkan köylüleri ‘düşman’ diye öldürmeye hiç aldırmıyorlar, bu hataları düzeltmek için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar ama ‘terfi, tayin’ dedin mi çıldırıp ortalığı kırıp döküyorlar.
Bu kadar vurdumduymaz, bu kadar bencil, bu kadar şımarık bir komuta heyetini herhalde yeryüzünün hiçbir ordusunda bulamazsınız. Yıllarca beceriksizliklerinin, yeteneksizliklerinin, yetersizliklerinin sorgulanmamasına alışmışlar.”
***
Yukarıdaki satırlar Ahmet Altan’ın 7 Ağustos 2010 tarihli Taraf gazetesindeki “Yeter Artık” başlıklı yazısından. Yandaş koalisyon elindeki tüm araçlarla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne saldırıyı sürdürüyor. Üst düzey komuta kademesindeki kıdem geleneğinin altüst edilmesi de “hocaefendiciler, neo-liberaller ve İslamcılardan” oluşan bu koalisyonu yeterince tatmin etmemiş; orduyu karnının en yumuşak yerinden vurup yıpratmaya çalışıyorlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri doğal ki başka kurumlar gibi eleştirilmeli, fakat bunların yaptığı eleştiri değil, ortak siyasal amaçları doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin toplumdaki saygınlığını zedelemek istiyorlar.
Ellerinde önemli silahlar var. En önemlisi de 12 Eylül 1980 hiyerarşik üst komuta darbesi. Bu faşist darbenin topluma çektirdiği acılar, ülkeyi sürüklediği karanlık hâlâ halkın belleğinde. Halk süngü gölgesinde sandık başına gidip bir deli gömleğinden farksız Evren anayasasına “evet” oyu vermeye zorlanmasını unutamıyor. Önümüzdeki anayasa referandumunda 12 Eylül 1980 darbesinin AKP tarafından “koçbaşı” olarak kullanılmasının nedeni de bu değil mi?
***
Çok yazıldı, çizildi. Kendi hesabıma ben Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül 1980 darbesine ilişkin olarak bir “özeleştiri” yapması gerektiğini, kurumun üzerine yapışmış kara lekeden ancak böylelikle arınabileceğini en az dört kez yazdım bu köşede. TSK, özeleştiriyi hiç aklına getirmediği gibi darbe döneminin en azılı işkencecilerini korudu, korumakla da kalmayıp terfi ettirdi.
Nurettin Ersin (1 Temmuz 1983 - 6 Aralık 1983), darbe çetesinin bir elemanıydı, dolayısıyla ondan böyle bir davranış doğal ki beklenemezdi. Ya ondan sonra Genelkurmay Başkanlığı’na gelen öbür orgeneraller? M. Necdet Üruğ (6 Aralık 1983 - 2 Temmuz 1987), Necip Torumtay (24 Temmuz 1987 - 3 Aralık 1990), Doğan Güreş (6 Aralık 1990 - 30 Ağustos 1994), İ. Hakkı Karadayı (30 Ağustos 1994 - 30 Ağustos 1998), Hüseyin Kıvrıkoğlu (30 Ağustos 1998 - 28 Ağustos 2002), Hilmi Özkök (28 Ağustos 2002 - 28 Ağustos 2006), Yaşar Büyükanıt (28 Ağustos 2006 - 28 Ağustos 2008) ve İlker Başbuğ (28 Ağustos 2008 - ).
Son 27 yılda sekiz Genelkurmay Başkanı gelmiş, yedisi geçmiş, sonuncusu geçmek üzere, fakat hiçbirinin aklına komuta ettikleri Türk Silahlı Kuvvetleri’ni 12 Eylül 1980 lekesinden arındırmak gelmemiş. Hiçbiri Yunan ya da Arjantinli meslektaşlarının yaptıklarını yapamamış, içlerindeki darbe bulaşıklarını kulaklarından tutup atamamış.
***
Gelinen sonuç ortada; AKP şimdi TSK’nin yapmadığını, yapamadığını “yaparım” savıyla önümüzdeki referandum için oy toplamaya çalışıyor. 12 Eylül Darbesi’ni yüksek yargıyı ele geçirebilmek için yem olarak kullanıyor. Eğer referandum “evet” ile sonuçlanacak olursa bunun bir sorumlusunun da kim olacağını varın siz değerlendirin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder