AKP’nin referanduma ilişkin kurduğu strateji de, uyguladığı taktikler de kendi açısından akıllıca aslında. Kendisine yüksek yargıya daha fazla müdahale yetkisi verecek maddeleri halkoyundan geçirebilmek için anayasa değişikliklerini bir paket olarak oya sunuyor. Yüksek yargıya ilişkin maddeler dışarıda tutulduğunda pakette yer alan değişiklikler, toplumun temel sorunlarına köklü çözümler getirmeseler bile ilk bakışta kabul edilebilir görünüyorlar. Ne var ki biraz daha dikkatli bakınca bunların pakette asıl hedefleneni gizlemek amacıyla “kozmetik” destek olarak katıldıkları anlaşılıyor.
Gazetemizin hukukçu yazarları anayasa değişikliklerini hukuk biliminin evrensel kabul gören ölçütlerine dayanarak mercek altına alıp incelediklerinden bizim ayrıca hukuk uzmanlığına soyunmamızın pek bir anlamı yok, diye düşünüyorum. Uzunca bir zamandır süregelen tartışmalardan çıkardığım sonuç, 12 Eylül günü oylanacak paketin hem toplum hem de bireyler açısından yaşamsal bir önem taşıdığı, dolayısıyla AKP iktidarının kurduğu tuzaklara düşmememiz gerektiği. Sözlerine güvendiğim hukuk uzmanları halkoyuna sunulan anayasa değişikliklerinin ülkemizi otokratik bir düzene sürükleyeceğini söylüyorlar, onlara inanıyorum. Bugün Orta Anadolu’da egemen olan otokratik düzenin ülke genelinde egemen olmasını “tahayyül” bile edemiyorum. Açıkçası korkuyorum.
***
Başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticileri yollara düşmüşler, halkı 12 Eylül’de “evet” oyu vermeye çağırıyorlar. Bağırıyorlar, çağırıyorlar, sırasında da ağlıyorlar, nabza göre şerbet vermenin her türlü yöntemine başvuruyorlar. Halkımız zaten yufka yürekli, koskoca adamlar karşısında ağlayınca o da gözyaşlarını tutamıyor.
AKP’liler en son bizler için ağladılar; 12 Eylül 1980 Darbesi’nin mağdurları için yani. Ölenler, öldürülenler, asılanlar, işkence görenler, sakat kalanlar, sürgüne gönderilenler, işlerinden atılanlar, evleri basılanlar, kitapları yakılanlar için ağlıyorlar. Gözyaşlarını silerken, “İşte” diyorlar, “biz, sizlere bu kötülükleri yapanları, darbecileri yargılayacağız. Tek siz şu anayasa paketine ‘evet’ deyin!”
Tabii ki inandırıcı değil, çünkü onlar bize değil, kendilerine, düştükleri zavallı hallerine ağlıyorlar. Gerçekten “bizler” için ağlasalar, gözyaşlarında samimi olsalar Cumhurbaşkanı Gül, Kenan Evren’i daha geçen yıl Çankaya Köşkü’nde ağırlar mıydı? AKP’li belediye başkanının yönetimindeki Gaziantep’te “Kenan Evren Mahallesi” hâlâ aynı adı taşıyor olur muydu? Ya da Kadıköy-Kızıltoprak’taki “Kenan Evren Lisesi”nin adı değiştirilmez miydi? Bu örnekler çoğaltılabilir.
Ayrıca bizler, bizim için ağlanmasını istemiyoruz ki; analarımız 12 Mart’ta da, 12 Eylül’de de yeterince ağladılar zaten.
***
Hem kimi yargılayacaklar Tanrı aşkına? 93 yaşındaki Kenan Evren’i mi, 86 yaşındaki Nejat Tümer’i mi, 85 yaşındaki Tahsin Şahinkaya’yı mı, 87 yaşındaki Haydar Saltık’ı mı? Bunlar ahları gitmiş vahları kalmış, tiritleri çıkmış ihtiyarlar. Nurettin Ersin ile Sedat Celasun deseniz çoktan ölmüş.
Hangi aklı başında insan düşer bu 12 Eylül tuzağına? Eğer biraz olsun inandırıcı olmak istiyorsanız faşist 12 Eylül Darbesi’ne doğrudan destek veren, faşizmin kurumlaşmasına katkıda bulunan sivilleri de yargılayacağız deyin! Darbeci işadamlarının, politikacıların, gazetecilerin, hukukçuların, meslek odaları başkanlarının adlarını listeleyip açıklayın! Bir darbeyle hesaplaşmak yaş aşımı nedeniyle yargılanamaz durumda olan dört ihtiyarla olmaz! Genelkurmay bu dört emekli orgeneralin askerlikten doğan haklarının ellerinden alınmasına razı olacak mı? Bu dört faşist ihtiyara orduevi yasağı, askeri dinlenme tesislerine girme yasağı konacak mı? İnandırıcı olmak istiyorsanız bunları açıklayın! Devlet, 17 yaşında darağacına gönderilen Erdal Eren’in ailesine tazminat ödeyecek mi, örneğin?
Bu sorulara yanıt veremiyorsanız, ağlamalarınıza, dövünmelerinize kimse kanmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder