Doğrusu, bir televizyon dizisinin ardından oturup bir övgü yazısı yazacağımı düşünemezdim.
Bir yıl kadar önce kanallar arasında dolaşırken karşıma çıkmıştı “Canım Ailem” ve ilk anda öne çıkan farklılığıyla yakalamıştı beni. Dizi merakım hiç olmadı. 1989-2002 yılları arasında yayımlanan ve ünlü tiyatro oyuncularının bir apartmandaki yedi farklı aileyi canlandırdıkları “Bizimkiler” ile Türkan Şoray-Şener Şen-Tarık Pabuççuoğlu üçlüsünün oynadığı “İkinci Bahar”dan (1999-2001) bu yana saatime bakıp bekleme ölçüsünde bir tek Erdal Özyağcılar’ın başını çekip götürdüğü “Yabancı Damat” (2004-2007) dizisi çekmişti ilgimi.
Bu dizilerin üçü de insan odaklıydı ve çoğunlukla “iyi” insanların günlük hayatlarından, komşuluk ilişkilerinden, birbirleriyle dayanışmalarından kareler sunuyordu izleyicilere. Hayatlarına müdahale eden, etmek isteyen “kötüler”e karşı birlik olarak, omuz omuza savunuyorlardı kendilerini.
Kentte ya da kırda erki, gücü, şiddeti senaryolarının merkezine koyan, “iyi” insanların ezilip kötülerin üstünlüklerini perçinledikleri dizilere hiç sıcak bakamadım. Sürdüğümüz hayatlarda öne çıkanlar, sivrilenler, üzerimizde egemenlik kuranlar da zaten onlar, o kötüler değil miydi?
***
Eğer televizyon dizileri de “7. Sanat” olarak kabul edilen sinemanın bir türevi ise yapımcıların insana ve hayata sanatın gerektirdiği duyarlılıkla bakıp izleyicilere sundukları filmlerde yok olmaya yüz tutan olumlu toplumsal ilişkilerin yeniden canlanması yolunda çaba göstermeleri gerekmez mi?
Yukarıda sözünü ettiğim diziler gibi “Canım Ailem”in de farklılığı, yapımcı Erol Avcı, senarist Selin Tunç ve yönetmen Sadettin Celen’in gösterdikleri bu ortak çabadan ileri geliyordu.
Dizide, bir dayının (Uğur Yücel) bir trafik kazası sonucu öksüz ve evsiz kalmış üç küçük yeğenine (Alpay Şayhan, Deniz Denker, Sezgi Mengi) nasıl sahip çıktığını, hayatı haylazlıklarla geçmiş bir adamın ağır sorumluluklar yüklenerek nasıl “babalaştığını” izledik. İki arkadaşın öz kardeşten öte kardeşleştiklerini (Uğur Yücel, Ozan Güven), 20 yıl önce terk edilmiş bir genç kızın (Şebnem Bozoklu) uzun yıllar boyunca o “hayırsız”a olan aşkını koruduğunu, koruyabildiğini gördük.
Üç kız kardeşin (Şebnem Bozoklu, Ezgi Mola, Funda Eryiğit) dayanışmalarını, babalarına (Arif Erkin) karşı duydukları sevgi ve saygıyı, lokantacı bir delikanlının (İlker Aksum) içinde üç kız kardeşten ortancasına karşı beslediği umutsuz aşkın nasıl umuda dönüştüğünü, o umudu paylaşarak, imrenerek izledik.
Dizinin en önemli mesajı sevginin insanı yücelttiği, insan istencini güçlendirdiği, ona “yapabilirim”, “başarabilirim” duygu ve yürekliliğini kazandırmasıydı. 63 bölümlük dizinin hemen her bölümünde bu mesajı aldı izleyiciler.
***
1990’lı yıllarla birlikte toplumlara küresel ölçekte egemenler tarafından “küçük insanların çaresizliği” düşüncesi değişmez, değiştirilemez bir gerçekmiş gibi şırınga edilmeye başlandı. İnsanlara “paranın en yüksek değer”, “varsıllığın toplumsal saygınlığın temeli” olduğu anlatılırken, “emek” sürekli küçümsendi, emeğin sermayeye kiralanmaktan öte bir anlamı olmadığı vurgulandı, vurgulanıyor.
Egemen güçler tarafından şırınga edilen, anlatılan, vurgulanan bu düşünceler toplumu ve bireyleri “çaresizlik”, “yapamazlık” döngüsünde sıkıştırıyor, tutsaklaştırıyor.
Oysa bizim bugün her zamankinden daha fazla özgüvene gereksinimimiz var. Kendimize layık gördüğümüz, emeklerimizin hakkı olan onurlu, erdemli hayatları eğer gerekli istenci ve çabayı gösterdiğimizde kurabiliriz duygusunu yeniden kazanmamız gerekiyor. Hayatlarımız, varsıllara peşkeş çekilerek, egemenlerin ellerine, buyruklarına teslim edilerek sürdürülecek kadar ucuz değil.
“Canım Ailem” insana ve hayata dair umut ışıkları saçan bir diziydi. Emeği geçen herkese bir izleyici olarak teşekkür ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder