11 şehit, yaşamlarının baharında kahpe kurşunlara hedef olmuş, canlarını yitirmiş 11 aslan yavrusu. Her biri Anadolu’nun, Trakya’nın bir yanına gönderilip tabut içinde, yaslı ailelerine teslim edilecek. Gözyaşları seller olup akacak, kalabalıklar yürüyecek cenazelerinin peşinden. Kalabalıkların arasından “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” sesleri yükselecek. Analar bağırlarını dövecek yumruklarıyla. Ağıtlar yakılacak.
Bizler televizyonlardan izleyeceğiz düzenlenecek törenleri.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, muhalefet partilerinin liderleri, milletvekilleri, üniformalı-üniformasız yetkililer ve ilgililer uzatılan mikrofonlara öfkelerini dile getirecekler. Terörü lanetleyecekler.
Bizler televizyonlardan dinleyeceğiz söylenecek sözleri.
***
“Türkiye’nin birinci önceliği terördür!” denecek.
“Hain saldırılar kararlılığımızı olumsuz etkileyemeyecektir!” denecek.
“Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak!” denecek.
“Mücadelemiz sonuna kadar sürecek!” denecek.
“Halkımızın içi rahat olsun, devletimiz güçlüdür!” denecek.
***
Daha önce denmiş, 26 yıldır dene dene ağızlarda sakızlaşmış sözlerden farklı bir söz söylenmeyecek. Söyleyenlerin akıllarına, bugüne kadar binlerce kez söylediklerinden, söylenenlerden başka bir şey gelmediğinden yeni bir şey söylenmeyecek.
Bizler bunu bilerek, yine de bir umutla “Belki,” diyerek televizyonlarımızın karşısına çakılacak, kulaklarımızı söylenenlere vereceğiz. Dinledikçe, duydukça yeni düş kırıklıkları yaşayacağız. Her seferinde olduğu gibi…
Televizyon kanalları özel tartışma programları düzenleyecek. Konunun “bilenleri” gibi “bilmeyenleri” de konuşacak bu programlarda. Hep “yandaş” olanlarla hep “karşıt” olanlar karşılıklı oturup sözlerini vuruşturacaklar. Kimse kimseyi dinlemeden, kimse kimseyi anlamaya çalışmadan yalnızca konuşacak, doğru bildiğini söyleyecek. Bir arpa boyu bile yol alınamayacak bu tartışmalardan. Hep böyle olmadı mı? Böyle olmuyor mu?
Bize yine umutsuzca dinlemek düşecek. Yanılıyor muyum?
***
Bizler, hayatı televizyon ekranlarından izlerken -haydi, gerçekçi olalım, gerçekle, kendi gerçeğimizle yüzleşelim- hayata doğrudan karışmaktan korkarken, korkumuzu yenemezken, korkumuzu yenmeyi denemezken yeni şehit haberleri gelecek. Bizler de önünde çakıldığımız ekranlarda yeni acıların görüntülerini izleyeceğiz.
Bizler, bize acı veren hayat akışlarına müdahale hakkını kendimizde görmezsek, müdahale yürekliliğini göstermezsek bu acılar son bulur, akan kan durur mu? Bulabilir mi? Durabilir mi?
Niçin sokaklara, alanlara dökülmüyoruz? Binler, on binler, yüz binler, milyonlar olamıyoruz? Teröre karşı, savaşa karşı Madrid sokaklarına dökülen milyonlarca İspanyoldan ne eksiğimiz var bizim? Eğer barışı özlemişsek, ölümler, acılar son bulsun, akan kan dursun istiyorsak neden evlerimize kapanıp kendimizi hayattan saklıyoruz?
Kendimizi sakladığımız hayat da bizim değil mi aslında? Değiştirmek, dönüştürmek, güzelleştirmek istediğimiz, ama saklandığımız o hayat değil mi?
Bugün bunları yazmak geldi içimden; hem başka ne yazabilirdim ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder