1 Ocak 2011 Cumartesi

MEHMET PAKDEMİRLİ ANLASIN DİYE! -27.12.2010

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25. maddesine göre, Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir”. “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

26. maddesine göre, Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19., Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddelerine göre uluslararası, anayasamızın 25 ve 26. maddelerinin de ulusal koruması altında olan düşünce ve düşündüklerini ifade etme ve yayma hakkı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Handyside v. United Kingdom (5493/72) kararındaişaret ettiği gibi, sadece “hoşa giden” düşünceler için değil Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden ya da rahatsız eden görüşler için de geçerlidir.

Diğer taraftan ifade özgürlüğünün işlevlerinden birisi “tartışmaya yol açması” olup “konuşmanın huzursuzluğa yol açması ve hatta insanları kızdırması bu işlevin doğal sonucu ve hatta gereğidir. O önyargılara ve daha önce oluşmuş kanaatlere saldırabilir ve düşünceyi kabul ettirmek için alışılmadık önemli etkiler doğurabilir. Bu nedenle ve sınırsız olmamakla birlikte, ifade özgürlüğü sadece kamusal rahatsızlığın, kızgınlığın ve huzursuzluğun ötesinde ciddi ve somut bir zararın var olduğunun açık ve mevcut tehlikesi gösterilmedikçe, sansür edilemez ve cezalandırılamaz”.

***

Durum böyleyken bir üniversite rektörü bir olayı protesto etmek üzere toplanmakta olan öğrencilerin arasına girerek onları hangi hakla okuldan atmakla tehdit edebilir?

Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli bunu yapmış, öğrencilerin düşüncelerini toplu halde açıklama yapmalarına engel olmuştur. Bu hakkı nereden almış, bu gücü nereden bulmuştur? Rektörlük bir Ali kıran baş kesenlik makamı mıdır? Bu ülkede her dileyen anayasa hükümlerini keyfince çiğneyebilir mi? Birilerinin bu soruları yanıtlaması gerekmiyor mu?

Bakın, Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesi ne diyor:

Madde 115. - (1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan men eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Haydi, savcı beyler, savcı hanımlar, ne duruyorsunuz? Fiil de, fail de, kanun da ortada, haydi! Yoksa sizler de burasının bir hukuk devleti değil de guguk devleti olduğunu düşünenlerden misiniz?

***

AKP iktidarında üniversiteler yönetsel açıdan ilköğretim okulları düzeyine indirilmiş, öğretim üyelerinin ağızları kapatılmış, YÖK bir kukla tiyatrosu durumuna getirilmiştir. Üniversite öğrencileri özgürlükler ve demokratik haklar bağlamında koyun sürüsü düzeyine düşürülmek istenmektedir.

Sokakta ağzını açan öğrenci dövülmekte, gözlerine biber gazı sıkılmakta, tekmelenmekte, saçlarından sürüklenmekte, olmayacak cezalara çarptırılmaktadır. Aynı öğrenci ağzını üniversite bahçesinde açacak olsa bu kez de rektör tarafından okuldan atılmakla tehdit edilmekte, korkutulmakta, sindirilmektedir. Evrensel kabul gören toplumbilimsel terminolojide bu tür uygulamaların ortak adı faşizmdir. Faşizm ise bir insanlık suçudur.

Halk, bu iktidarın sırtına pılısını pırtısını, YÖK’ünü MÖK’ünü, rektörlerini mektörlerini, yandaşlarını mandaşlarını, yalakalarını malakalarını yükleyip ilk seçimlerde göndermelidir. Her gelen gün tek çarenin bu olduğunu bir kez daha göstermektedir. Dileriz, çok geç olmadan herkes görür.

HER 'ŞER'DE BİR 'HAYIR' VARDIR - 27.12.2010

Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli geçen hafta üniversitesinde sergilediği, demokratik haklar ve açıklama özgürlüğünü ayaklar altına aldığı utanılası davranışıyla kötü bir iş yaptı. Ne var ki yaptığı kötü işle Her şerde bir hayır vardır özdeyişini doğrulamış oldu. Artık biliyoruz ki AKPli politikacıların olsun, AKP politikalarının dümen suyundaki üniversite rektörlerinin olsun, dertleri öğrencilerin ellerine taş, sopa, yumurta alıp şiddete başvurmaları değildir. Onlar öğrencilerin, gençlerin seslerinden korkmakta, kısmak için her yola, her yönteme başvurmaktadırlar.

Mehmet Pakdemirli bu gerçeği kanıtlamıştır; ortada ne taş, ne sopa, ne de yumurta varken okuldan atmak tehdidiyle tek amaçları toplu halde bir AKPli politikacının üniversitelerini ziyaretini sözle protesto etmek isteyen öğrencileri susturmuştur.

İktidardan mutlaka yaldızlı bir Aferin! almış olmalıdır.

***

Oysa Mehmet Pakdemirlinin davranışı suçoluşturmaktadır. Aynı davranışı uygar-demokratik bir ülkede sergilese görevden derhal alınır, disiplin cezası alır.

Avukat dostum Noyan Özkanın derlediği ulusal ve evrensel kurallara bir göz atalım.

10 Aralık 1948 Tarihli Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 19. Maddesi:

Herkesin fikir ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve görüşleri her yoldan aramak, almak ve yaymak özgürlüğünü kapsar...

16 Aralık 1966 Tarihli Birleşmiş Milletler, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 19. Maddesi:

1- Herkesin, söz özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak gerek sözlü, yazılı ya da basılı veya sanat eseri şeklinde, gerekse seçilen diğer herhangi bir yoldan, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, her türlü haber ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü içerir.

4 Aralık 1950 Tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. Maddesinin 1. Fıkrası:

Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerirhükümlerini öngördüğü gibi...

21 Kasım 1990 Tarihli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartında:

İnsan hakları ve temel hürriyetler, tüm insanların doğumlarıyla birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklardır ve kanunlarla garanti altına alınmışladır. Bunların korunması ve geliştirilmesi devletin başta gelen görevidir. Bunlara saygı, zorba bir devlete karşı asıl güvenceyi oluşturur. Bunlara uyulması ve tam olarak uygulanması hürriyetin, adaletin ve barışın temelidir.

...Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. Demokrasi, ifade hürriyetinin, toplumun her kesimine karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir.

13 Ekim 2004 Tarihli Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Anlaşmanın II-71. Maddesinin 1. Fıkrasında;

Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, bir görüş sahibi olma ve haberlerle fikirleri, kamu yetkililerinin herhangi bir müdahalesiyle karşılaşmadan ve sınırlardan bağımsız olarak alma ve bildirme özgürlüklerini de içine alır.

Tüm bunları okuyup anlasın diye yazdık buraya.

Bir üniversite rektörünün mühendis kökenli olması mühendislik dışında hiçbir şeyden anlamaması, hiçbir şeyi algılamaması, hiçbir şeyi kavramaması için bir neden olmamalıdır.

Devamı gelecek yazıya

BİR ÜNİVERSİTE, BİR REKTÖR VE BİR AVUKAT - 26.12.2010

Konumuz, 11.07.1992 tarihinde 3837 sayılı yasayla Manisada kurulan Celal Bayar Üniversitesidir. Bünyesinde 5 fakülte, 4 yüksekokul, 15 meslek yüksekokulu, 3 enstitü, biri hastane olmak üzere 10 merkez ile rektörlüğe bağlı 5 bölüm bulunan CBÜde 13 bin 406sı fakültelerde, toplam 28 bin 498 öğrenci öğrenim görmektedir.

Bu üniversitenin rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirlidir. 1963 doğumlu olan Mehmet Pakdemirli, eski Anavatan Partisi politikacılarından Ekrem Pakdemirlinin beş çocuğundan biridir. Mühendis kökenlidir. 1993 yılından beri CBÜde görev yapmaktadır. YÖKün önerisiyle Cumhurbaşkanı tarafından 13.11.2010 tarihinde rektörlüğe atanmıştır. Çiçeği henüz burnundadır.

Rektörlük gibi önemli bir makama atanmıştır ama Cumhurbaşkanının onu layık gördüğü bu makama CBÜ senatosundaki bilim insanları layık görmemişlerdir. Seçimlerde en yüksek oyu o değil, Sayın Prof. Dr. Sema Öncü almıştır. Buna rağmen AKPnin rüzgârında pupa yelken seyreden YÖK tarafından ilk sıraya Sema Öncünün adı değil, onun adı yazılmıştır.

YÖKte de, devlette de ölçüt din-diyanet olunca tercih, laik bir bilim kadını doğrultusunda değil, eşi tesettürlü bilim adamı koca doğrultusunda tecelli etmiştir.

***

Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Arınçın CBÜyü ziyareti nedeniyle yerleşkede baş gösteren olaylar bu tercihin AKP açısından ne değin doğru olduğunu ortaya koymuştur. Rektör, söz konusu politikacı ziyaretini protesto için bir araya gelen öğrenci topluluğunun arasına dalmıştır. Önce Türkiye Gençlik Birliği İl Başkanı Erdem Özdemire kulak verelim:

Hocam, Atatürkün Nutkunun son kuplesini okuyun.Cumhuriyeti ilelebet muhafaza ve müdafaa edecek güç gençliktirdiyor. Türk gençliği devrimlerin ve cumhuriyetin bekçisidir. Size yetkiyi aldığımız yeri açıklıyoruz. Siz diyorsunuz ki,Ben size bu görevi vermedim?Ama diyorum ki, bu görevi sizden değil, Atatürkten aldık.

Rektör Pakdemirli: Sizler Atatürkten görev alamazsınız. Cumhuriyeti savunacaksam ben savunurum. Ben burada rektörüm. Size kalmaz bunu savunmak. Ben, size cumhuriyeti savunmak için görev vermedim. Net bir şey söylüyorum size. Siyasi slogan atarsanız kimliklerinizi toplarım. Üniversiteden atarım hepinizi. Hemen dağılıyorsunuz.

Öğrenciler dağılmışlardır.

***

İzmirde bir avukat var, adı Noyan Özkan. Bir ara baro bakanlığı da yaptı. Yıllardır tek başına bir sivil toplum kuruluşu gibi çalışıyor. Bu olaya da el atmış, Pakdemirliye, şiddet içermeyen, doğrudan barışçı demokratik protesto hakkını kullanmak isteyen üniversite öğrencilerini okuldan atmak ve polise teslim etmektehdidini içeren sözlerin evrensel temel hak ve özgürlük ilkelerine ve özellikle üniversitelerin özerkliğine aykırı olduğunu belirten bir yazı göndermiş. Altına da belki okur diye düşünce özgürlüğü ile ilgili gerek evrensel hukuk ve gerekse ulusal hukuklarda ayrıntılı düzenlemeleri eklemiş. Bu düzenlemeleri yarınki yazımda ele alacağım.

Noyan Özkan şimdi Rektör Pakdemirliden kendisine bir yanıt vermesini, yasalara aykırı olarak anlatım ve açıklama özgürlüklerini gasp ettiği öğrencilerden de özür dilemesini bekliyor.

Bence boşuna bekliyor, çünkü hak gaspı bunların doğasında var; ortak özellikleri adil olmamak, yasaları, yönetmelikleri kendi çıkarları doğrultusunda uygulatmak, işletmek. Yoksa neden akademisyen meslektaşları tarafından seçilmemişken, YÖK ve devlet tarafından rektörlük makamına atansın?

Böyle davransın, öğrencileri tehdit etsin, korkutsun, sindirsin diye o koltuğa oturtulmamış mı? Dolayısıyla kendisinden beklendiği gibi davranıyor, üstelik de bu davranışını haklı görüyor, hatta bir adım daha ileri gidip, Böyle davranmakla öğrencileri cezadan, okuldan atılmaktan kurtardım! diyor.

BİR DURUM SAPTAMASI - 22.12.2010

Pazar sabahından bu yana AKP goygoycusu yandaş basını izliyorum. Ağız birliğiyle CHPyi ve liderini eleştiriyorlar. Olağanüstü kurultayın parti meclisi seçimine ilişkin sonuçları, özellikle de kurultayın kavgasız, gürültüsüz geçmesi bunların huzurunu kaçırmış, ürkütmüş. CHPdeki değişimin partinin bugüne kadar izlediği, topluma mesafeli siyasetinin yönünü değiştirmesi olasılığından korkuyorlar.

Bu iyi bir şey. Çünkü bilindiği gibi insanın da, kurumların da en güçlü yanı düşmanın en şiddetli saldırdığı yanıdır. Basındaki AKP yandaşları da, son kurultay ile birlikte depoladığı yeni enerjinin CHPye söz konusu olasılığı hayata geçirmesi yolunda güç kazandırdığını görüyor. Bu nedenle CHPnin en fazla bu yanına saldırıyorlar. Dedikodular üretiyorlar, nifak tohumları serpiştiriyorlar, eski husumetleri körüklüyorlar.

Tabandan tavana CHP örgütünün yandaş basının bu saldırılarına omuz omuza göğüs germesi, yazılıp çizilenlere kulaklarını tıkaması gerekiyor.

***

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu bürokrasiden siyasete girmiş, bir siyasi partide yönetim deneyimi olmayan bir insandır. Ben bunu bir eksiklik olarak görmüyorum. Çünkü onu Recep Tayyip Erdoğan ve benzerleri türünde bir siyasetçi olarak görmek istemiyorum.

Göründüğü gibi bir insan olması, davranışlarındaki sahicilikinsanda güven duygusu yaratıyor. Sosyal demokratların böyle bir lidere gereksinimleri vardı, diye düşünüyorum.

Sayın Kılıçdaroğlu hiç hata yapmıyor mu, yapıyor. Belirleyici olmadıktan sonra pek bir önemi yok öğrenme sürecinde yapılmış ve yapılacak hataların.

Sözgelimi seçim barajının yüzde 10dan yüzde 7ye düşürülmesi yönündeki söylemi hem erken hem de gereksizdi fakat düzeltilemeyecek bir hata değildi; değildir.

***

Parti meclisindeki dağılım aşağı yukarı gönlümden geçen biçimde gerçekleşti. 80 kişilik bu kadronun partinin değişim sürecine ivme kazandıracağına, ülke ve toplum için yararlı işler yapacağına inanıyorum.

CHPnin üyeleri gibi sokaktaki insanı da boğan ağır bürokratik yapısından, tek parti döneminden kalmış dayatma ve zorlamalardan bir an önce kurtulması gerekiyor.

CHP, sosyal demokrat bir parti olduğunun bilincinde olmalı, sosyal yanının emekten kaynaklandığını unutmamalı, diye düşünüyorum.

Türkiye gibi nüfusunun yüzde 70i 35 yaşın altında bulunan nesnel-dinamik bir ülkenin sosyal demokrat partisinin toplumun yaş piramidine uyum sağlayacak ölçüde gençleşmesi ve dinçleşmesi mutlak bir zorunluluk oluşturuyor.

Partinin özellikle gençler ve kadınlar bağlamında çağdaş projeler üretmesi gerekiyor.

Dileriz, epey bir zaman önce hazırlanmaya başlandığı söylenen Kürt raporu da bir an önce kamuoyunun bilgisine sunulur. Bu çerçevede Sezgin Tanrıkulu, Ercan Karakaş gibi sorun üzerinde etraflı düşünmüş kişiliklerin parti meclisine girmiş olmalarını CHP için bir kazanım olarak değerlendiriyorum.

***

Marksist gelenekten gelen bir sosyalist olarak önümüzdeki genel seçimlere kadar eleştiri hakkımı saklı tutarak CHPyi destekleyeceğimi siz, değerli okurlarıma duyurmak istiyorum.

En azından bugün için CHP bana başımızdaki iktidardan kurtulma yolunda bir umut veriyor.

Çocuklarımız coplanmasın, işçilerimiz ezilmesin, kadınlarımız tutsaklaştırılmasın, Kürt yurttaşlarımız baskı, zulüm görmesin, Alevi yurttaşlarımız horlanmasın, doğamız yıkıma uğramasın, yarınımızdan korkmayarak bu güzel ülkede barış içinde, türkülerimizi söyleyerek kardeşçe yaşayalım istiyorum.

KIŞ GÖRÜNTÜLERİ - 19.12.2010

Bu yazıyı Ravensburgdan yazıyorum. Ravensburg, Bodensee Gölüne 40 km uzaklıkta, İtalya-İsviçre sınırının birleştiği bölgeye yakın, 44 bin nüfuslu şirin bir kent. II. Dünya Savaşında bombalanmadığından tarihsel dokusu ortaçağlardan bugüne hiç bozulmadan gelmiş. Dünyaya adınıRavensburger Spiele diye bilinen kızmabirader, amiral battı gibi salon oyunlarının üretim merkezi olarak duyurmuş.

Kentin ikinci bir özelliği de uygulamalı yüksekokula ev sahipliği yapıyor olması. Okulun özgün adı Duale Hochschule”, çiftli olarak çevrilebilir, bu belki daha da doğru olur, fakat ben anlaşılabilir olması açısından şimdilik uygulamalı sözcüğünü kullanıyorum.

Öğrencileri; 13 yıllık lise eğitiminden sonra yeni mesleklere ilgi duyan gençler. Burada sanat yönetimi, spor tesisleri yönetimi, kongre organizasyonu, fuar yapım teknikleri, fuarcılık vb. alanlarda öğrenim görüyorlar. Bizim de burada bulunuş nedenimiz TÜYAP ve Kültür Üniversitesi işbirliğiyle projelendirilme aşamasında olan Yüksek Fuarcılık Eğitimine ilişkin olarak Ravensburglu dostlarımızla düşünce alışverişi yapmak.

***

Almanya bu yıl şiddetli bir kış geçiriyor. Ravensburgda da sürekli kar yağıyor, ısı -3 ile -7 arasında değişiyor. Çevre bembeyaz. Onca kara karşın nasıl oluyorsa yollar hiç kapanmıyor, hiç kaza olmuyor. İnsanlar günlük yaşantılarını alışıldık biçimde sürdürüyorlar.

Almanlar Noeli çok önemserler. Tüm Alman kentlerinde olduğu gibi burada da, merkezde bir Noel pazarıkurulmuş, küçük kulübeciklerde el işi ürünler, Noel ağacı süsleri, hediyelik eşya satılıyor. En çok rağbet görenler ise sıcak şarap ile yöresel kurabiyelerin satıldığı kulübeler. Mağazalar ise dolup taşıyor, insanlar Noeli yeni giysilerle kutlamak istiyorlar.

Telaşlı görüntüler bizdeki bayram öncesi alışveriş koşuşturmalarını andırıyor.

Katolik ya da Protestan olsun inançlı bir Almanın en büyük düşü Noeli kar altında kutlamaktır. Ne var ki çoğu yıllar kar Noelden sonra gelir; bu yıl ise farklı, bu farklılık insanları mutlu etmiş, kar 24 Aralık akşamına kadar kesilmesin diye dua ediyorlar.

***

Kaldığım otelin 700 yıllık bir geçmişi var. Hemen yakınındaki tarihsel gözetleme kulesinin bekçilerine konut olarak inşa edilmiş. 1640 yılında üzerine bir kat daha çıkılmış, 18. yüzyılda ise bir kat daha çıkılarak altında ahırı, fırını, bakkalı, şarap evi bulunan bir hana, 1891 yılında da alt katında enfes yöre yemeklerinin sunulduğu bir lokantası olan şirin bir otele dönüşmüş. Lokantanın yemekleri gerçekten nefis, şarapları da.

Odam otelin arka cephesinde, bir avluya bakıyor. Avlu çam ağaçlarıyla çevrili, aralarından yine ağaçlarla kaplı bir tepe görünüyor.

Avlu, yandaki evlerin damları, ağaçların dalları karla kaplı, bembeyaz. Penceremi açıyorum, odaya zıpkın gibi sert, ama tertemiz bir hava doluyor.

***

Birazdan Stuttgarta doğru trenle yola çıkacağız. İki saatlik yol. Oradan da uçakla ver elini İstanbul. Hayat eski rayına oturacak.

Evime varınca ilk işim televizyonu açmak, CHP Kurultayında ne olup bitti, öğrenmeye çalışacağım.

Umut işte.

CHP KURULAYI - 15.12.2010

18 Aralıkta gerçekleşecek olan CHP Kurultayı partinin tarihinde belirleyici bir köşe taşı olmaya adaydır. Eğer genel merkez ve delegeler kendilerini bekleyen görevin öneminin bilincinde olurlarsa bu kurultaydan güçlenerek çıkacak parti, toplumumuzun geleceğe ilişkin yok olmaya yüz tutan umutlarını yeniden yeşertecektir.

Kurultay, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğluna kendi ekibini kurma yolunda bir şans verip parti içi seçimlerde son kez olmak üzere blok listeseçeneğini benimsemelidir. Kendi çalışma arkadaşlarını seçme istencinden yoksun bir liderin işlevi eski çağlardaki savaş gemilerinin burunlarını süsleyen kalyon figüründen pek bir farkı olamaz.

***

CHP, sosyal demokrat olduğu savında bir siyasal örgütlenmedir. Dünyadaki birçok benzerinden farklı olarak sosyalistgelenekten değil, burjuva-demokratik aydınlanmacıgelenekten gelmektedir. Bu nedenle klasik sosyal demokrat partilerde görülen sol-merkez-sağdağılımı alışkanlığı/uygulaması CHPde yoktur.

Oysa sosyal demokrat partiler ülkelerin siyasal yaşamlarında toplumun emekçi kesimlerini temsil ettikleri kadar, emekçilerin hak ve istemlerini anlayışla karşılayan paylaşımcı/ilericikesimleri de temsil ederler. Bu temsil işlevi kendisini parti içindeki kanatların oluşumunda da gösterir. Merkez ise bu kanatlar arasında dengeyi sağlar.

***

CHPde ise ideolojik/siyasal zeminleri itibarıyla kanatlaşan gruplar yerine ezelden beri görülen kişilere bağlı hizipler, klikleşmelerdir.

Klasik sosyal demokrat partilerde kanatlar arasındaki tartışmalar, partinin güçlenmesi, atılım yapması yolunda motor işlevi görürken CHPdeki hizip/klik çatışmaları sürekli kan kayıplarına yol açmıştır.

Bu durum, CHPnin mutlaka ve bir an önce müdahale edilerek tedaviye başlanması gereken hastalığıdır.

18 Aralık Kurultayı bu kronik hastalığın tedavisine başlanması için bir olanaktır, değerlendirilmelidir.

***

Blok liste oluşturulurken yukarıda değinilen hususlara dikkat edilmelidir.

Parti meclisinde emekten yana aydınlara, bilim insanlarına, işçilere, sendikacılara yer verilirken özgürlükçü-demokrat iş çevrelerinin, esnafın, meslek odalarının sözcülüğünü yapacak konumdaki partililere de yer verilmelidir.

Parti meclisinde Kürt kökenli üyeler, Aleviler yer almalıdır.

Kadınlar ve gençler parti meclisinde mutlaka söz sahibi olmalıdır.

Türkiye, ülkesi ve insanlarıyla hızlı bir değişim sürecindedir. CHP, bu sürecin dışında kalmamalıdır. CHP, toplumun tümünü kucaklaması gereken bir kitle partisidir. Dolayısıyla toplumun sosyal demokrasiyi benimsemiştüm kesim, katman ve renkleri parti meclisinde olabildiğince temsil edilmelidir.

***

İnsanlar sekiz yıllık AKP iktidarından bezmiştir. Gidişatın iyiye doğru olmadığı görülmektedir.

Türkiyenin Cumhuriyet Halk Partisine ihtiyacı vardır.

Kurultay, topluma değişim inancı, olabilircoşkusu vermelidir.

Bu ülkenin insanları daha fazla özgürlüğe, daha fazla demokrasiye, hakça gelir dağılımına, daha iyi, daha mutlu, daha güvenli yaşamaya layıktır. CHP için gün, bu yolda seferberlik günüdür.

Yoksa 18 Aralık Kurultayı kim için ne ifade eder ki?

NEDİR BU 68'Lİ TAKINTISI? - 13.12.2010

Geçmiş yıllarda konu gençlik hareketleri oldu mu iktidarlar her taşın altında bir dış mihrak ararlardı. Âlemi kendi gibi bilmekörneği, gençlik hareketleri gibi toplumsal devinimlerin temelde/özünde iç dinamiklerden kaynaklanan olgular olduğunu akıllarına getirmezlerdi. Ya da gerçeği bilirler, fakat bunu dillendirmek işlerine gelmezdi, çünkü dış mihrak kavramı siyasetçilerin oy avcılığında kullandıkları bir silahtı.

Durum bugün de farklı değil. AKP iktidarı da aynı amaçla, seçmen kitlelerini tavlamak amacıyla benzer bir silaha başvuruyor, dilinden 68 kuşağını düşürmüyor. Örneğin, son öğrenci olaylarına ilişkin olarak AKP İstanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu şunları söylüyor: Eski tüfeklerin, eski kuşakların çoğu bu öğrencilere gaz veriyor. 68liler hâlâ akıllanmamış. Bu gençleri sokağa dökmenin bir anlamı yok. 68 kuşağı istediği sistemi yaratabildi mi? Hayır.

***

Burhan Kuzu 1955 doğumludur. 68 yılında 13 yaşında bir çocuktur; Kayseri Develide çelik çomak oynuyordur. O dönemin gençlik olaylarının tanıdığı değildir, konuya ilişkin bilgileri muhafazakâr büyüklerindenduyduğu yalan yanlışlarla sınırlıdır. Dolayısıyla yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi saçmalamasıdoğaldır.

Ama saçmalamayabilirdi de! Ne var ki bu şansı uzun yıllar önce ıskalamıştır.

Ders verdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde kürsü büyüğü, ağabeyi Prof. Dr. Bülent Tanöre sormak aklına gelseydi hiç kuşkusuz en doğru bilgiyi alırdı 68 nedir, ne değildir diye. Sanırım 1963 yılında Anayasa Hukuku kürsüsünde asistanlık görevi yapmaya başlayan, 1969 yılında doktorasını tamamlayan Tanörün 1971 darbesi sonrası üniversiteden atılma nedenlerini biliyordur. Bildiğini sanmadığım ise, Tanörün 1972 yılı başlarındaki Söke, Beşparmak Dağları macerasıdır. Dehşetli, güzel, anlatılası anılardır.

Bülent Tanör 1975 yılında Danıştay kararıyla üniversiteye geri dönüp 1977 yılında doçent oldu. Çok geçmedi, 1981 darbesi sonrasında 1402 sayılı yasa kapsamında yeniden üniversiteden uzaklaştırıldı. Bu dönemde Paris ve Cenevre üniversitelerinde ders verdi. 1990 yılında tekrar Danıştay kararıyla kürsüsüne dönebildi, 1992 yılında profesör oldu. 1998 yılında aynı unvanı olan Burhan Kuzu keşke Bülent Hocaya daha yakın olabilseydi Ondan çok şey öğrenebilir, iktidara karşı durmak”, boyun eğmemek, direnmek nedir, bir fikir sahibi olur, bugün saçmalamazdı. Ama dedik ya, ıskalamış

***

Burhan Kuzuyu anlıyorum da CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekine ne oluyor?

Son 5 yıldır, 8 yıldır Başbakanı destekleyen 68 kuşaklarına soruyorum. Vicdanlarınız sızlamıyor mu? Utanmıyor musunuz? Kalemlerinizi oralarda nasıl tutuyorsunuz?Gürsel Tekinin bu sözlerini gazetemizin dünkü sayısının ilk sayfasında yayımlanan 68 kuşağı utanıyor mu?başlıklı haberden alıntıladım.

CHP Genel Başkan Yardımcısı bir yandan öğrencilerin eylemlerine sahip çıkarken, öte yandan da kaş yapayım derken göz çıkartıyor. Üç beş soldan çark etme döneğin iktidar yalakalığı koca bir kuşağı niçin utandırsın?

Ayrıca 68 kuşağı olarak nitelenen kesim homojen”, kendi içinde uyumlu bir topluluk değildir ki. 68 gençlik olayları içinde yer alan gençler arasından daha sonraki yıllarda muhafazakârlar da, İslamcılar da, liberaller de çıkmıştır. Gürsel Tekin herhalde 68 kuşağı derken, bu kuşağın solcularını kastediyor.

68 solcularının çok ama çok büyük bir bölümü bugün de solcudur. Utanması gerekenlerin sayısı sanıldığından çok daha azdır. Medyada öne çıktıkları için çoklarmış gibi geliyor insana.

Ortada o kadar da tedirgin olacak bir durum yoktur yani