tag:blogger.com,1999:blog-6375576888029565352024-03-19T05:44:39.395-07:00Sosyalist PencereDeniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.comBlogger379125tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-53580092037374691352011-01-01T11:44:00.000-08:002011-01-01T11:51:19.968-08:00MEHMET PAKDEMİRLİ ANLASIN DİYE! -27.12.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;">Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25. maddesine göre, <i>“</i><i>Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir</i><i>”. “</i><i>Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.</i><i>” </i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">26. maddesine göre, <i>“</i><i>Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.</i><i>” </i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19., Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddelerine göre uluslararası, anayasamızın 25 ve 26. maddelerinin de ulusal koruması altında olan düşünce ve düşündüklerini ifade etme ve yayma hakkı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin <i>“</i><i>Handyside v. United Kingdom (5493/72) kararında</i><i>” </i>işaret ettiği gibi, sadece “<i>hoşa giden</i>” düşünceler için değil <b>“</b><b>Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden ya da rahatsız eden</b><b>”</b> görüşler için de geçerlidir. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Diğer taraftan ifade özgürlüğünün işlevlerinden birisi “<i>tartışmaya yol açması</i>” olup “<i>konuşmanın huzursuzluğa yol açması ve hatta insanları kızdırması</i> <i>bu işlevin doğal sonucu ve hatta gereğidir. O önyargılara ve daha önce oluşmuş kanaatlere saldırabilir ve düşünceyi kabul ettirmek için alışılmadık önemli etkiler doğurabilir. Bu nedenle ve sınırsız olmamakla birlikte, ifade özgürlüğü sadece kamusal rahatsızlığın, kızgınlığın ve huzursuzluğun ötesinde ciddi ve somut bir zararın var olduğunun açık ve mevcut tehlikesi gösterilmedikçe, sansür edilemez ve cezalandırılamaz</i>”.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">***</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Durum böyleyken bir üniversite rektörü bir olayı protesto etmek üzere toplanmakta olan öğrencilerin arasına girerek onları hangi hakla okuldan atmakla tehdit edebilir?</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. <b>Mehmet Pakdemirli</b> bunu yapmış, öğrencilerin düşüncelerini toplu halde açıklama yapmalarına engel olmuştur. Bu hakkı nereden almış, bu gücü nereden bulmuştur? Rektörlük bir <i>“</i><i>Ali kıran baş kesenlik</i><i>”</i> makamı mıdır? Bu ülkede her dileyen anayasa hükümlerini keyfince çiğneyebilir mi? Birilerinin bu soruları yanıtlaması gerekmiyor mu?</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bakın, Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddesi ne diyor:</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">“<i>Madde 115. - (1) Cebir veya </i><b>tehdit kullanarak</b><i>, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan men eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.</i><i>”</i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Haydi, savcı beyler, savcı hanımlar, ne duruyorsunuz? Fiil de, fail de, kanun da ortada, haydi! Yoksa sizler de burasının bir hukuk devleti değil de guguk devleti olduğunu düşünenlerden misiniz? </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">***</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">AKP iktidarında üniversiteler yönetsel açıdan ilköğretim okulları düzeyine indirilmiş, öğretim üyelerinin ağızları kapatılmış, YÖK bir kukla tiyatrosu durumuna getirilmiştir. Üniversite öğrencileri özgürlükler ve demokratik haklar bağlamında koyun sürüsü düzeyine düşürülmek istenmektedir.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Sokakta ağzını açan öğrenci dövülmekte, gözlerine biber gazı sıkılmakta, tekmelenmekte, saçlarından sürüklenmekte, olmayacak cezalara çarptırılmaktadır. Aynı öğrenci ağzını üniversite bahçesinde açacak olsa bu kez de rektör tarafından okuldan atılmakla tehdit edilmekte, korkutulmakta, sindirilmektedir. Evrensel kabul gören toplumbilimsel terminolojide bu tür uygulamaların ortak adı <i>“</i><i>faşizm</i><i>”</i>dir. Faşizm ise bir insanlık suçudur.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Halk, bu iktidarın sırtına pılısını pırtısını, YÖK’ünü MÖK’ünü, rektörlerini mektörlerini, yandaşlarını mandaşlarını, yalakalarını malakalarını yükleyip ilk seçimlerde göndermelidir. Her gelen gün tek çarenin bu olduğunu bir kez daha göstermektedir. Dileriz, çok geç olmadan herkes görür. </span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-33566474357947811972011-01-01T11:40:00.000-08:002011-01-01T11:43:22.391-08:00HER 'ŞER'DE BİR 'HAYIR' VARDIR - 27.12.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. </span><b>Mehmet Pakdemirli</b><span> geçen hafta üniversitesinde sergilediği, demokratik haklar ve açıklama özgürlüğünü ayaklar altına aldığı utanılası davranışıyla </span><i>“</i><i>kötü</i><i>”</i><span> bir iş yaptı. Ne var ki yaptığı</span><span> </span><i>“</i><i>kötü</i><i>”</i><span> işle </span><i>“</i><i>Her şerde bir hayır vardır</i><i>”</i><span> özdeyişini doğrulamış oldu. Artık biliyoruz ki AKP</span><span>’</span><span>li politikacıların olsun, AKP politikalarının dümen suyundaki üniversite rektörlerinin olsun, dertleri öğrencilerin ellerine taş, sopa, yumurta alıp şiddete başvurmaları değildir. Onlar öğrencilerin, gençlerin seslerinden korkmakta, kısmak için her yola, her yönteme başvurmaktadırlar. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Mehmet Pakdemirli bu gerçeği kanıtlamıştır; ortada ne taş, ne sopa, ne de yumurta varken </span><i>“</i><i>okuldan atmak</i><i>”</i><span> tehdidiyle tek amaçları toplu halde bir AKP</span><span>’</span><span>li politikacının üniversitelerini ziyaretini sözle protesto etmek isteyen öğrencileri susturmuştur.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İktidardan mutlaka yaldızlı bir </span><i>“</i><i>Aferin!</i><i>”</i><span> almış olmalıdır.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Oysa Mehmet Pakdemirli</span><span>’</span><span>nin davranışı</span><span> </span><i>“</i><i>suç</i><i>” </i><span>oluşturmaktadır. Aynı davranışı uygar-demokratik bir ülkede sergilese görevden derhal alınır, disiplin cezası alır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Avukat dostum </span><b>Noyan Özkan</b><span>’</span><span>ın derlediği ulusal ve evrensel kurallara bir göz atalım.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>•</span><span> </span><b>10 Aralık 1948 Tarihli Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi</b><b>’</b><b>nin 19. Maddesi</b><span>:</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>“</span><i>Herkesin fikir ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve görüşleri her yoldan aramak, almak ve yaymak özgürlüğünü</i><i>”</i><span> kapsar...</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>•</span><span> </span><b>16 Aralık 1966 Tarihli Birleşmiş Milletler, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme</b><b>’</b><b>nin 19. Maddesi: </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>“</span><i>1- Herkesin, söz özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak gerek sözlü, yazılı ya da basılı veya sanat eseri şeklinde, gerekse seçilen diğer herhangi bir yoldan, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, her türlü haber ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü içerir.</i><span>” </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>•</span><span> </span><b>4 Aralık 1950 Tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme</b><b>’</b><b>nin 10. Maddesinin 1. Fıkrası</b><b>:</b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir</i><i>” </i><span>hükümlerini öngördüğü gibi... </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>•</span><span> </span><b>21 Kasım 1990 Tarihli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı</b><b>’</b><b>nda:</b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>İnsan hakları ve temel hürriyetler, tüm insanların doğumlarıyla birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklardır ve kanunlarla garanti altına alınmışladır. Bunların korunması ve geliştirilmesi devletin başta gelen görevidir. Bunlara saygı, zorba bir devlete karşı asıl güvenceyi oluşturur. Bunlara uyulması ve tam olarak uygulanması hürriyetin, adaletin ve barışın temelidir.</i><i>” </i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>...Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. Demokrasi, ifade hürriyetinin, toplumun her kesimine karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir.</i><i>”</i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>•</span><span> </span><b>13 Ekim 2004 Tarihli Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Anlaşma</b><b>’</b><b>nın II-71. Maddesinin 1. Fıkrasında;</b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, bir görüş sahibi olma ve haberlerle fikirleri, kamu yetkililerinin herhangi bir müdahalesiyle karşılaşmadan ve sınırlardan bağımsız olarak alma ve bildirme özgürlüklerini de içine alır.</i><i>” </i></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Tüm bunları okuyup anlasın diye yazdık buraya.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bir üniversite rektörünün mühendis kökenli olması mühendislik dışında hiçbir şeyden anlamaması, hiçbir şeyi algılamaması, hiçbir şeyi kavramaması için bir neden olmamalıdır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Devamı gelecek yazıya</span><span>…</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-69189038779665599162011-01-01T11:36:00.000-08:002011-01-01T11:40:00.458-08:00BİR ÜNİVERSİTE, BİR REKTÖR VE BİR AVUKAT - 26.12.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Konumuz, 11.07.1992 tarihinde 3837 sayılı yasayla Manisa</span><span>’</span><span>da kurulan Celal Bayar Üniversitesi</span><span>’</span><span>dir. Bünyesinde 5 fakülte, 4 yüksekokul, 15 meslek yüksekokulu, 3 enstitü, biri hastane olmak üzere 10 merkez ile rektörlüğe bağlı 5 bölüm bulunan CBÜ</span><span>’</span><span>de 13 bin 406</span><span>’</span><span>sı fakültelerde, toplam 28 bin 498 öğrenci öğrenim görmektedir. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bu üniversitenin rektörü Prof. Dr. </span><b>Mehmet Pakdemirli</b><span>’</span><span>dir. 1963 doğumlu olan Mehmet Pakdemirli, eski Anavatan Partisi politikacılarından </span><b>Ekrem Pakdemirli</b><span>’</span><span>nin beş çocuğundan biridir. Mühendis kökenlidir. 1993 yılından beri CBÜ</span><span>’</span><span>de görev yapmaktadır. YÖK</span><span>’</span><span>ün önerisiyle Cumhurbaşkanı tarafından 13.11.2010 tarihinde rektörlüğe atanmıştır. Çiçeği henüz burnundadır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Rektörlük gibi önemli bir makama atanmıştır ama Cumhurbaşkanı</span><span>’</span><span>nın onu layık gördüğü bu makama CBÜ senatosundaki bilim insanları layık görmemişlerdir. Seçimlerde en yüksek oyu o değil, Sayın Prof. Dr. </span><b>Sema Öncü</b><span> almıştır. Buna rağmen AKP</span><span>’</span><span>nin rüzgârında pupa yelken seyreden YÖK tarafından ilk sıraya Sema Öncü</span><span>’</span><span>nün adı değil, onun adı yazılmıştır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>YÖK</span><span>’</span><span>te de, devlette de ölçüt </span><i>“</i><i>din-diyanet</i><i>”</i><span> olunca tercih, </span><i>“</i><i>laik bir bilim kadını</i><i>”</i><span> doğrultusunda değil, </span><i>“</i><i>eşi tesettürlü bilim adamı koca</i><i>”</i><span> doğrultusunda tecelli etmiştir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı</span><span> </span><b>Bülent Arınç</b><span>’</span><span>ın CBÜ</span><span>’</span><span>yü ziyareti nedeniyle yerleşkede baş gösteren olaylar bu tercihin AKP açısından ne değin doğru olduğunu ortaya koymuştur. Rektör, söz konusu politikacı ziyaretini protesto için bir araya gelen öğrenci topluluğunun arasına dalmıştır. Önce Türkiye Gençlik Birliği İl Başkanı</span><span> </span><b>Erdem Özdemir</b><b>’</b><b>e</b><span> kulak verelim: </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Hocam, </i><b>Atatürk</b><i>’</i><i>ün Nutku</i><i>’</i><i>nun son kuplesini okuyun.</i><span> ‘</span><span>Cumhuriyeti ilelebet muhafaza ve müdafaa edecek güç gençliktir</span><span>’ </span><i>diyor. Türk gençliği devrimlerin ve cumhuriyetin bekçisidir. Size yetkiyi aldığımız yeri açıklıyoruz. Siz diyorsunuz ki,</i><span> ‘</span><span>Ben size bu görevi vermedim?</span><span>’ </span><i>Ama diyorum ki, bu görevi sizden değil, Atatürk</i><i>’</i><i>ten aldık.</i><i>”</i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Rektör Pakdemirli: </span><i>“</i><i>Sizler Atatürk</i><i>’</i><i>ten görev alamazsınız. Cumhuriyeti savunacaksam ben savunurum. Ben burada rektörüm. Size kalmaz bunu savunmak. Ben, size cumhuriyeti savunmak için görev vermedim. Net bir şey söylüyorum size. Siyasi slogan atarsanız kimliklerinizi toplarım. Üniversiteden atarım hepinizi. Hemen dağılıyorsunuz.</i><i>”</i></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Öğrenciler dağılmışlardır.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İzmir</span><span>’</span><span>de bir avukat var, adı</span><span> </span><b>Noyan Özkan</b><span>. Bir ara baro bakanlığı da yaptı. Yıllardır tek başına bir sivil toplum kuruluşu gibi çalışıyor. Bu olaya da el atmış, Pakdemirli</span><span>’</span><span>ye, </span><i>“</i><i>şiddet içermeyen, doğrudan barışçı demokratik protesto hakkını kullanmak isteyen üniversite öğrencilerini </i><span>‘</span><span>okuldan atmak ve polise teslim etmek</span><span>’ </span><i>tehdidini içeren sözlerin evrensel temel hak ve özgürlük ilkelerine ve özellikle üniversitelerin özerkliğine aykırı olduğunu</i><i>”</i><span> belirten bir yazı göndermiş. Altına da </span><i>“</i><i>belki okur</i><i>”</i><span> diye </span><i>“</i><i>düşünce özgürlüğü ile ilgili gerek evrensel hukuk ve gerekse ulusal hukuklarda ayrıntılı düzenlemeleri</i><i>”</i><span> eklemiş. Bu düzenlemeleri yarınki yazımda ele alacağım.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Noyan Özkan şimdi Rektör Pakdemirli</span><span>’</span><span>den kendisine bir yanıt vermesini, yasalara aykırı olarak anlatım ve açıklama özgürlüklerini gasp ettiği öğrencilerden de özür dilemesini bekliyor. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bence boşuna bekliyor, çünkü hak gaspı bunların doğasında var; ortak özellikleri adil olmamak, yasaları, yönetmelikleri kendi çıkarları doğrultusunda uygulatmak, işletmek. Yoksa neden akademisyen meslektaşları tarafından seçilmemişken, YÖK ve devlet tarafından rektörlük makamına atansın?</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Böyle davransın, öğrencileri tehdit etsin, korkutsun, sindirsin diye o koltuğa oturtulmamış mı? Dolayısıyla kendisinden beklendiği gibi davranıyor, üstelik de bu davranışını haklı görüyor, hatta bir adım daha ileri gidip, </span><i>“</i><i>Böyle davranmakla öğrencileri cezadan, okuldan atılmaktan kurtardım!</i><i>”</i><span> diyor. </span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-67809651455883757462011-01-01T11:32:00.000-08:002011-01-01T11:35:41.407-08:00BİR DURUM SAPTAMASI - 22.12.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Pazar sabahından bu yana AKP goygoycusu yandaş basını izliyorum. Ağız birliğiyle CHP</span><span>’</span><span>yi ve liderini eleştiriyorlar. Olağanüstü kurultayın parti meclisi seçimine ilişkin sonuçları, özellikle de kurultayın kavgasız, gürültüsüz geçmesi bunların huzurunu kaçırmış, ürkütmüş. CHP</span><span>’</span><span>deki değişimin partinin bugüne kadar izlediği, topluma mesafeli siyasetinin yönünü değiştirmesi olasılığından korkuyorlar. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bu iyi bir şey. Çünkü bilindiği gibi insanın da, kurumların da en güçlü yanı düşmanın en şiddetli saldırdığı yanıdır. Basındaki AKP yandaşları da, son kurultay ile birlikte depoladığı yeni enerjinin CHP</span><span>’</span><span>ye söz konusu olasılığı hayata geçirmesi yolunda güç kazandırdığını görüyor. Bu nedenle CHP</span><span>’</span><span>nin en fazla bu yanına saldırıyorlar. Dedikodular üretiyorlar, nifak tohumları serpiştiriyorlar, eski husumetleri körüklüyorlar.</span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>Tabandan tavana CHP örgütünün yandaş basının bu saldırılarına omuz omuza göğüs germesi, yazılıp çizilenlere kulaklarını tıkaması </span><span>gerekiyor.</span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>Sayın </span><b>Kemal Kılıçdaroğlu</b><span> bürokrasiden siyasete girmiş, bir siyasi partide yönetim deneyimi olmayan bir insandır. Ben bunu bir eksiklik olarak görmüyorum. Çünkü onu </span><b>Recep Tayyip Erdoğan</b><span> ve benzerleri türünde bir siyasetçi olarak görmek istemiyorum.</span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>Göründüğü gibi bir insan olması, davranışlarındaki </span><i>“</i><i>sahicilik</i><i>” </i><span>insanda güven duygusu yaratıyor. Sosyal demokratların böyle bir lidere gereksinimleri vardı, diye düşünüyorum. </span></span></p><p><span><span style="font-size:130%;">Sayın Kılıçdaroğlu hiç hata yapmıyor mu, yapıyor. Belirleyici olmadıktan sonra pek bir önemi yok öğrenme sürecinde yapılmış ve yapılacak hataların. </span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>Sözgelimi seçim barajının yüzde 10</span><span>’</span><span>dan yüzde 7</span><span>’</span><span>ye düşürülmesi yönündeki söylemi hem erken hem de gereksizdi fakat düzeltilemeyecek bir hata değildi; değildir.</span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p><span><span style="font-size:130%;">Parti meclisindeki dağılım aşağı yukarı gönlümden geçen biçimde gerçekleşti. 80 kişilik bu kadronun partinin değişim sürecine ivme kazandıracağına, ülke ve toplum için yararlı işler yapacağına inanıyorum. </span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>CHP</span><span>’</span><span>nin üyeleri gibi sokaktaki insanı da boğan ağır bürokratik yapısından, tek parti döneminden kalmış dayatma ve zorlamalardan bir an önce kurtulması gerekiyor. </span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>CHP, sosyal demokrat bir parti olduğunun bilincinde olmalı</span><span>, </span><i>“</i><i>sosyal</i><i>”</i><span> yanının emekten kaynaklandığını unutmamalı, diye düşünüyorum. </span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>Türkiye gibi nüfusunun yüzde 70</span><span>’</span><span>i 35 yaşın altında bulunan nesnel-dinamik bir ülkenin sosyal demokrat partisinin toplumun yaş piramidine uyum sağlayacak ölçüde gençleşmesi ve dinçleşmesi mutlak bir zorunluluk oluşturuyor. </span></span></p><p><span><span style="font-size:130%;">Partinin özellikle gençler ve kadınlar bağlamında çağdaş projeler üretmesi gerekiyor.</span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>Dileriz, epey bir zaman önce hazırlanmaya başlandığı söylenen Kürt raporu da bir an önce kamuoyunun bilgisine sunulur. Bu çerçevede </span><b>Sezgin Tanrıkulu</b><span>, </span><b>Ercan Karakaş</b><span> gibi sorun üzerinde etraflı düşünmüş kişiliklerin parti meclisine girmiş olmalarını CHP için bir kazanım olarak değerlendiriyorum. </span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p><span style="font-size:130%;"><span>Marksist gelenekten gelen bir sosyalist olarak önümüzdeki genel seçimlere kadar eleştiri hakkımı saklı tutarak CHP</span><span>’</span><span>yi destekleyeceğimi siz, değerli okurlarıma duyurmak istiyorum.</span></span></p><p><span><span style="font-size:130%;">En azından bugün için CHP bana başımızdaki iktidardan kurtulma yolunda bir umut veriyor.</span></span></p><p><span><span style="font-size:130%;">Çocuklarımız coplanmasın, işçilerimiz ezilmesin, kadınlarımız tutsaklaştırılmasın, Kürt yurttaşlarımız baskı, zulüm görmesin, Alevi yurttaşlarımız horlanmasın, doğamız yıkıma uğramasın, yarınımızdan korkmayarak bu güzel ülkede barış içinde, türkülerimizi söyleyerek kardeşçe yaşayalım istiyorum.</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-33855879613530320102011-01-01T11:28:00.000-08:002011-01-01T11:31:10.538-08:00KIŞ GÖRÜNTÜLERİ - 19.12.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bu yazıyı Ravensburg</span><span>’</span><span>dan yazıyorum. Ravensburg, Bodensee Gölü</span><span>’</span><span>ne 40 km uzaklıkta, İtalya-İsviçre sınırının birleştiği bölgeye yakın, 44 bin nüfuslu şirin bir kent. II. Dünya Savaşı</span><span>’</span><span>nda bombalanmadığından tarihsel dokusu ortaçağlardan bugüne hiç bozulmadan gelmiş. Dünyaya adını</span><span> “</span><i>Ravensburger Spiele</i><i>”</i><span> diye bilinen kızmabirader, amiral battı gibi salon oyunlarının üretim merkezi olarak duyurmuş</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kentin ikinci bir özelliği de </span><i>‘</i><i>uygulamalı yüksekokul</i><i>’</i><span>a ev sahipliği yapıyor olması. Okulun özgün adı</span><span> </span><i>“</i><i>Duale Hochschule</i><i>”,</i><span> </span><i>“</i><i>çiftli</i><i>”</i><span> olarak çevrilebilir, bu belki daha da doğru olur, fakat ben anlaşılabilir olması açısından şimdilik </span><i>“</i><i>uygulamalı</i><i>”</i><span> sözcüğünü kullanıyorum. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Öğrencileri; 13 yıllık lise eğitiminden sonra </span><i>“</i><i>yeni meslekler</i><i>”</i><span>e ilgi duyan gençler. Burada sanat yönetimi, spor tesisleri yönetimi, kongre organizasyonu, fuar yapım teknikleri, fuarcılık vb. alanlarda öğrenim görüyorlar. Bizim de burada bulunuş nedenimiz TÜYAP ve Kültür Üniversitesi işbirliğiyle projelendirilme aşamasında olan Yüksek Fuarcılık Eğitimi</span><span>’</span><span>ne ilişkin olarak Ravensburg</span><span>’</span><span>lu dostlarımızla düşünce alışverişi yapmak.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Almanya bu yıl şiddetli bir kış geçiriyor. Ravensburg</span><span>’</span><span>da da sürekli kar yağıyor, ısı -3 ile -7 arasında değişiyor. Çevre bembeyaz. Onca kara karşın nasıl oluyorsa yollar hiç kapanmıyor, hiç kaza olmuyor. İnsanlar günlük yaşantılarını alışıldık biçimde sürdürüyorlar.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Almanlar Noel</span><span>’</span><span>i çok önemserler. Tüm Alman kentlerinde olduğu gibi burada da, merkezde bir </span><i>“</i><i>Noel pazarı</i><i>” </i><span>kurulmuş, küçük kulübeciklerde el işi ürünler, Noel ağacı süsleri, hediyelik eşya satılıyor. En çok rağbet görenler ise sıcak şarap ile yöresel kurabiyelerin satıldığı kulübeler. Mağazalar ise dolup taşıyor, insanlar Noel</span><span>’</span><span>i yeni giysilerle kutlamak istiyorlar. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Telaşlı görüntüler bizdeki bayram öncesi alışveriş koşuşturmalarını andırıyor.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Katolik ya da Protestan olsun inançlı bir Almanın en büyük düşü Noel</span><span>’</span><span>i kar altında kutlamaktır. Ne var ki çoğu yıllar kar Noel</span><span>’</span><span>den sonra gelir; bu yıl ise farklı, bu farklılık insanları mutlu etmiş, kar 24 Aralık akşamına kadar kesilmesin diye dua ediyorlar. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kaldığım otelin 700 yıllık bir geçmişi var. Hemen yakınındaki tarihsel gözetleme kulesinin bekçilerine konut olarak inşa edilmiş. 1640 yılında üzerine bir kat daha çıkılmış, 18. yüzyılda ise bir kat daha çıkılarak altında ahırı, fırını, bakkalı</span><span>, </span><span>şarap evi bulunan bir hana, 1891 yılında da alt katında enfes yöre yemeklerinin sunulduğu bir lokantası olan şirin bir otele dönüşmüş. Lokantanın yemekleri gerçekten nefis, şarapları da.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Odam otelin arka cephesinde, bir avluya bakıyor. Avlu çam ağaçlarıyla çevrili, aralarından yine ağaçlarla kaplı bir tepe görünüyor.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Avlu, yandaki evlerin damları, ağaçların dalları karla kaplı, bembeyaz. Penceremi açıyorum, odaya zıpkın gibi sert, ama tertemiz bir hava doluyor. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Birazdan Stuttgart</span><span>’</span><span>a doğru trenle yola çıkacağız. İki saatlik yol. Oradan da uçakla ver elini İstanbul. Hayat eski rayına oturacak. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Evime varınca ilk işim televizyonu açmak, CHP Kurultayı</span><span>’</span><span>nda ne olup bitti, öğrenmeye çalışacağım. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Umut işte.</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-77354895254581653052011-01-01T11:24:00.000-08:002011-01-01T11:27:48.341-08:00CHP KURULAYI - 15.12.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>18 Aralık</span><span>’</span><span>ta gerçekleşecek olan CHP Kurultayı partinin tarihinde belirleyici bir köşe taşı olmaya adaydır. Eğer genel merkez ve delegeler kendilerini bekleyen görevin öneminin bilincinde olurlarsa bu kurultaydan güçlenerek çıkacak parti, toplumumuzun geleceğe ilişkin yok olmaya yüz tutan umutlarını yeniden yeşertecektir.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kurultay, Genel Başkan </span><b>Kemal Kılıçdaroğlu</b><span>’</span><span>na kendi ekibini kurma yolunda bir şans verip parti içi seçimlerde son kez olmak üzere </span><i>“</i><i>blok liste</i><i>” </i><span>seçeneğini benimsemelidir. Kendi çalışma arkadaşlarını seçme istencinden yoksun bir liderin işlevi eski çağlardaki savaş gemilerinin burunlarını süsleyen </span><i>“</i><i>kalyon figürü</i><i>”</i><span>nden pek bir farkı olamaz.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>CHP, sosyal demokrat olduğu savında bir siyasal örgütlenmedir. Dünyadaki birçok benzerinden farklı olarak </span><i>“</i><i>sosyalist</i><i>” </i><span>gelenekten değil, </span><i>“</i><i>burjuva-demokratik aydınlanmacı</i><i>” </i><span>gelenekten gelmektedir. Bu nedenle klasik sosyal demokrat partilerde görülen </span><i>“</i><i>sol-merkez-sağ</i><i>” </i><span>dağılımı alışkanlığı/uygulaması CHP</span><span>’</span><span>de yoktur. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Oysa sosyal demokrat partiler ülkelerin siyasal yaşamlarında toplumun emekçi kesimlerini temsil ettikleri kadar, emekçilerin hak ve istemlerini anlayışla karşılayan </span><i>“</i><i>paylaşımcı/ilerici</i><i>” </i><span>kesimleri de temsil ederler. Bu temsil işlevi kendisini parti içindeki kanatların oluşumunda da gösterir. Merkez ise bu kanatlar arasında dengeyi sağlar.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>CHP</span><span>’</span><span>de ise ideolojik/siyasal zeminleri itibarıyla kanatlaşan gruplar yerine ezelden beri görülen kişilere bağlı hizipler, klikleşmelerdir. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Klasik sosyal demokrat partilerde kanatlar arasındaki tartışmalar, partinin güçlenmesi, atılım yapması yolunda motor işlevi görürken CHP</span><span>’</span><span>deki hizip/klik çatışmaları sürekli kan kayıplarına yol açmıştır.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bu durum, CHP</span><span>’</span><span>nin mutlaka ve bir an önce müdahale edilerek tedaviye başlanması gereken hastalığıdır.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">18 Aralık Kurultayı bu kronik hastalığın tedavisine başlanması için bir olanaktır, değerlendirilmelidir.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Blok liste oluşturulurken yukarıda değinilen hususlara dikkat edilmelidir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Parti meclisinde emekten yana aydınlara, bilim insanlarına, işçilere, sendikacılara yer verilirken özgürlükçü-demokrat iş çevrelerinin, esnafın, meslek odalarının sözcülüğünü yapacak konumdaki partililere de yer verilmelidir.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Parti meclisinde Kürt kökenli üyeler, Aleviler yer almalıdır.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Kadınlar ve gençler parti meclisinde mutlaka söz sahibi olmalıdır.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Türkiye, ülkesi ve insanlarıyla hızlı bir değişim sürecindedir. CHP, bu sürecin dışında kalmamalıdır. CHP, toplumun tümünü kucaklaması gereken bir kitle partisidir. Dolayısıyla toplumun </span><i>“</i><i>sosyal demokrasiyi benimsemiş</i><i>” </i><span>tüm kesim, katman ve renkleri parti meclisinde olabildiğince temsil edilmelidir.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">İnsanlar sekiz yıllık AKP iktidarından bezmiştir. Gidişatın iyiye doğru olmadığı görülmektedir. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Türkiye</span><span>’</span><span>nin Cumhuriyet Halk Partisi</span><span>’</span><span>ne ihtiyacı vardır.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kurultay, topluma değişim inancı</span><span>, </span><i>“</i><i>olabilir</i><i>” </i><span>coşkusu vermelidir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bu ülkenin insanları daha fazla özgürlüğe, daha fazla demokrasiye, hakça gelir dağılımına, daha iyi, daha mutlu, daha güvenli yaşamaya layıktır. CHP için gün, bu yolda seferberlik günüdür. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Yoksa 18 Aralık Kurultayı kim için ne ifade eder ki?</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-10403194963455232462011-01-01T11:21:00.000-08:002011-01-01T11:23:18.753-08:00NEDİR BU 68'Lİ TAKINTISI? - 13.12.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Geçmiş yıllarda konu gençlik hareketleri oldu mu iktidarlar her taşın altında bir </span><i>“</i><i>dış mihrak</i><i>”</i><span> ararlardı</span><span>. </span><i>“</i><i>Âlemi kendi gibi bilmek</i><i>” </i><span>örneği, gençlik hareketleri gibi toplumsal devinimlerin temelde/özünde iç dinamiklerden kaynaklanan olgular olduğunu akıllarına getirmezlerdi. Ya da gerçeği bilirler, fakat bunu dillendirmek işlerine gelmezdi, çünkü </span><i>“</i><i>dış mihrak</i><i>”</i><span> kavramı siyasetçilerin oy avcılığında kullandıkları bir silahtı</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Durum bugün de farklı değil. AKP iktidarı da aynı amaçla, seçmen kitlelerini </span><i>“</i><i>tavlamak</i><i>”</i><span> amacıyla benzer bir silaha başvuruyor, dilinden </span><i>“</i><i>68 kuşağını</i><i>”</i><span> düşürmüyor. Örneğin, son öğrenci olaylarına ilişkin olarak AKP İstanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. </span><b>Burhan Kuzu</b><span> </span><span>şunları söylüyor: </span><i>“</i><i>Eski tüfeklerin, eski kuşakların çoğu bu öğrencilere gaz veriyor. 68</i><i>’</i><i>liler hâlâ akıllanmamış. Bu gençleri sokağa dökmenin bir anlamı yok. 68 kuşağı istediği sistemi yaratabildi mi? Hayır.</i><i>”</i></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Burhan Kuzu 1955 doğumludur. 68 yılında 13 yaşında bir çocuktur; Kayseri Develi</span><span>’</span><span>de çelik çomak oynuyordur. O dönemin gençlik olaylarının tanıdığı değildir, konuya ilişkin bilgileri </span><i>“</i><i>muhafazakâr büyüklerinden</i><i>” </i><span>duyduğu yalan yanlışlarla sınırlıdır. Dolayısıyla yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi </span><i>“</i><i>saçmalaması</i><i>” </i><span>doğaldır.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Ama saçmalamayabilirdi de! Ne var ki bu şansı uzun yıllar önce ıskalamıştır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Ders verdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi</span><span>’</span><span>nde kürsü büyüğü, ağabeyi Prof. Dr. </span><b>Bülent Tanör</b><span>’</span><span>e sormak aklına gelseydi hiç kuşkusuz en doğru bilgiyi alırdı</span><span> </span><i>“</i><i>68 nedir, ne değildir</i><i>”</i><span> diye. Sanırım 1963 yılında Anayasa Hukuku kürsüsünde asistanlık görevi yapmaya başlayan, 1969 yılında doktorasını tamamlayan Tanör</span><span>’</span><span>ün 1971 darbesi sonrası üniversiteden atılma nedenlerini biliyordur. Bildiğini sanmadığım ise, Tanör</span><span>’</span><span>ün 1972 yılı başlarındaki Söke, Beşparmak Dağları macerasıdır. Dehşetli, güzel, anlatılası anılardır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bülent Tanör 1975 yılında Danıştay kararıyla üniversiteye geri dönüp 1977 yılında doçent oldu. Çok geçmedi, 1981 darbesi sonrasında 1402 sayılı yasa kapsamında yeniden üniversiteden uzaklaştırıldı. Bu dönemde Paris ve Cenevre üniversitelerinde ders verdi. 1990 yılında tekrar Danıştay kararıyla kürsüsüne dönebildi, 1992 yılında profesör oldu. 1998 yılında aynı unvanı olan Burhan Kuzu keşke Bülent Hoca</span><span>’</span><span>ya daha yakın olabilseydi</span><span>…</span><span> Ondan çok şey öğrenebilir, </span><i>“</i><i>iktidara karşı durmak</i><i>”,</i><span> </span><i>“</i><i>boyun eğmemek</i><i>”</i><span>, </span><i>“</i><i>direnmek</i><i>”</i><span> nedir, bir fikir sahibi olur, bugün saçmalamazdı. Ama dedik ya, ıskalamış</span><span>… </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Burhan Kuzu</span><span>’</span><span>yu anlıyorum da CHP Genel Başkan Yardımcısı</span><span> </span><b>Gürsel Tekin</b><span>’</span><span>e ne oluyor? </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Son 5 yıldır, 8 yıldır Başbakan</i><i>’</i><i>ı destekleyen 68 kuşaklarına soruyorum. Vicdanlarınız sızlamıyor mu? Utanmıyor musunuz? Kalemlerinizi oralarda nasıl tutuyorsunuz?</i><i>” </i><span>Gürsel Tekin</span><span>’</span><span>in bu sözlerini gazetemizin dünkü sayısının ilk sayfasında yayımlanan </span><i>“</i><i>68 kuşağı utanıyor mu?</i><i>” </i><span>başlıklı haberden alıntıladım.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">CHP Genel Başkan Yardımcısı bir yandan öğrencilerin eylemlerine sahip çıkarken, öte yandan da kaş yapayım derken göz çıkartıyor. Üç beş soldan çark etme döneğin iktidar yalakalığı koca bir kuşağı niçin utandırsın? </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Ayrıca 68 kuşağı olarak nitelenen kesim </span><i>“</i><i>homojen</i><i>”, </i><span>kendi içinde uyumlu bir topluluk değildir ki. 68 gençlik olayları içinde yer alan gençler arasından daha sonraki yıllarda muhafazakârlar da, İslamcılar da, liberaller de çıkmıştır. Gürsel Tekin herhalde </span><i>“</i><i>68 kuşağı</i><i>”</i><span> derken, bu kuşağın solcularını kastediyor. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">68 solcularının çok ama çok büyük bir bölümü bugün de solcudur. Utanması gerekenlerin sayısı sanıldığından çok daha azdır. Medyada öne çıktıkları için çoklarmış gibi geliyor insana. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Ortada o kadar da tedirgin olacak bir durum yoktur yani</span><span>… </span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-88988508606377951592010-12-13T00:11:00.000-08:002010-12-13T13:21:54.653-08:00HİÇ GENÇ OLAMADAN - 12.12.2010<div align="justify"><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;font-size:130%;"></span></p><br /><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Onları tanıyorsunuz; hani televizyonlardaki tartışma programlarına çıkarlar da mıymıy konuşup sözlerini bir türlü bağlayamazlar, sizler de izlerken bunalırsınız, kanal değiştirip bir ohhh çekersiniz. Şimdi ağızbirliğiyle öğrencilere <i style="mso-bidi-font-style: normal">“edep”</i>, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“adap”</i>, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“disiplin”</i> dersi verip veryansın ediyorlar. </span></span></div><div><div><div><div><div align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"></span></span></div><div align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Konuşurken, gözlerinden kıskançlık, haset, öfke okunuyor. Çünkü eleştirdikleri o genç insanlar, kızlarıyla, delikanlılarıyla okudukları üniversitelerin en delişmen, en akıllı, en bilinçli öğrencileri. Saplarına kadar yürekliler de. Sokak gösterilerinin en önünde yer alıyorlar, TBMM’de pankart açıyorlar.<span style="mso-spacerun: yes"> </span></span></span></div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguAVuhiKHeN-Z8O6fUBo54GhiVYWelas4N83PhrexyJRVz-hQl32E4k0Qc5wR2hdE2wsgID5S6_HEoJPgXQW5bjctdNafcFOpsolXXnjyME3V5oFUi0jFQyij3Io8CoHgDs5n5aTgF7c6e/s1600/%25C3%25B6o4.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 265px; FLOAT: left; HEIGHT: 190px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5550087949110254066" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguAVuhiKHeN-Z8O6fUBo54GhiVYWelas4N83PhrexyJRVz-hQl32E4k0Qc5wR2hdE2wsgID5S6_HEoJPgXQW5bjctdNafcFOpsolXXnjyME3V5oFUi0jFQyij3Io8CoHgDs5n5aTgF7c6e/s400/%25C3%25B6o4.jpg" /></a> <div align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"></span></span></div><div align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Yumurtayı en uzağa fırlatanlar da, hedefi tam isabet tutturanlar da onlardır. </span></span></div><br /><div></div><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjZd38JddIk9mfvltchvdj_LJ_nv2ywOBBsVp5UY0MyCdV32SsLsvMp0tdO280GqgVD8LuefxYxz6R7RRxf246Tsx4zNCiVadRtYhCbzNhCNu0YdNWq9_Lg34XvH71RnKRcHukngPjQ5Knq/s1600/%25C3%25B6o6.jpg"></a></div><div></div><div></div><div></div><div></div><div></div><div></div><div></div><div></div><div align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Mıymıycıların ise hiç böyle anıları yoktur geçmişlerine uzanan.<span style="mso-spacerun: yes"> </span>Öğrencilik yılları <i style="mso-bidi-font-style: normal">“ineklemekle”</i> geçmiş, o en güzel olması gereken yıllarını <i style="mso-bidi-font-style: normal">“büyüklerinin istediği gibi adam/kadın”</i> olabilmek için ıskalamışlardır. </span></span></div><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Hiç genç olamadan güce tutsak, iktidara yalaka, düzene payanda olmuşlardır.<span style="mso-spacerun: yes"> </span></span></span><br /></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Bunların çocu<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNsEGlZ0IqJz2TIgSABtnj7z7IuaADrMVj6t7D7DR2QXCD_XkMnA1VJupdszHQYkZvW48msx2VU4-cRo9aTJe1djXYAJ4yjj6Uo2KiMGS72ybcw57Egu2nVdDCifDxOGM9PIIceFemFClt/s1600/%25C3%25B6o5.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 128px; FLOAT: left; HEIGHT: 96px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5550082358472475010" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNsEGlZ0IqJz2TIgSABtnj7z7IuaADrMVj6t7D7DR2QXCD_XkMnA1VJupdszHQYkZvW48msx2VU4-cRo9aTJe1djXYAJ4yjj6Uo2KiMGS72ybcw57Egu2nVdDCifDxOGM9PIIceFemFClt/s400/%25C3%25B6o5.jpg" /></a>klukları da eksiktir. Sözgelimi, ağaçlara tırmanmamışlar, komşu bahçelerden erik, kayısı çalmamışlar, okul çantalarını kızak yapıp karda kaymamışlar, mahalle arası toprak sahalarda top koştururken üstlerini başlarını paralayıp evde fırça yememişler, okul asıp sinemaların öğle matinelerinde <i style="mso-bidi-font-style: normal">“olmayacak filmler”</i> izlememişlerdir. </span></span><br /></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Oysa marifet, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“istenilen adam/kadın”</i> olmak değil, çocukluğu, gençliği dilediğince haylaz, delişmen, aykırı, yürekli, tadını çıkara çıkara yaşayıp <i style="mso-bidi-font-style: normal">“kendi istediği gibi bir insan” </i>olabilmektir. </span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;font-size:130%;"></span><br /><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Bunlar sinik, sünük, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“dur”</i> deyince duracak, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“otur”</i> deyince oturacak, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“kalk”</i> deyince kalkacak, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“sus”</i> deyince susacak uysal gençler görmek istiyorlar karşılarında.</span></span><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"> </span></span></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu da ne yazık ki zaten görmek istedikleri o <i style="mso-bidi-font-style: normal">“uysal”</i> gençlerden oluşuyor. </span></span><br /></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Ama bir de aileden okula, toplumdan devlete her türlü güç odağından gelen baskıya direnmeyi başarıp aradan sıyrılabilmiş kişilikli gençler var üniversitelerde. Bunlar aynı zamanda okudukları bölümlerin en başarılı, en bilgili, en yaratıcı öğrencileri. Örgütlenmişler, başka okul ve kentlerdeki benzerleriyle iletişim kurmuşlar, dayanışıyorlar. Dik başlı, onurlu, hesap soran, hayatı sorgulayan, atılgan genç insanlar. </span></span><br /></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span><i style="mso-bidi-font-style: normal"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1tKEbKkBvvDXvgUtzSSsrei_gtJw-Ui6_YRGxtGAuVxqZ5W7Lbegx4CyjtO5iLYOOU-Mzjv5kE-GGq2RBkF6D-2ZJNz59ZdCEipJeAZKyVKVCagDulSHLhy1yWEtup4TPIK5t-9y1uEcN/s1600/%25C3%25B6o3.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 333px; FLOAT: left; HEIGHT: 248px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5550083117672571122" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1tKEbKkBvvDXvgUtzSSsrei_gtJw-Ui6_YRGxtGAuVxqZ5W7Lbegx4CyjtO5iLYOOU-Mzjv5kE-GGq2RBkF6D-2ZJNz59ZdCEipJeAZKyVKVCagDulSHLhy1yWEtup4TPIK5t-9y1uEcN/s400/%25C3%25B6o3.jpg" /></a>“Parasız eğitim istiyoruz!”</i> diyerek TBMM’de pankart açanlar, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“Bizim de söyleyecek sözümüz var!”</i> diyerek sokaklara dökülenler, üniversite yerleşkelerinde eylem koyanlar bu gençlerdir; yılmıyorlar.</span></span></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Bu gençler iktidarın ve iktidara bağlı güçlerin gözünde<span style="mso-spacerun: yes"> </span>ayrık otlarıdır. İstenilen, arzu edilen, tasarlanan görüntüyü bozuyorlar. Her türlü şiddet kullanılarak üzerlerine gidiliyor. Coplanıyorlar, tekmeleniyorlar, gözaltına alınıyorlar, tutuklanıyorlar, yargılanıyorlar, hapislere atılıyorlar ama yıldırılamıyorlar.<span style="mso-spacerun: yes"> </span>Boyunlarını eğmiyorlar, koyunlaştırılamıyorlar. </span></span></p></div><br /><div></div><br /><div><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 259px; DISPLAY: block; HEIGHT: 194px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5550083501939056066" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5bObqiMLXqv73Ytk3whAHUsPlFIC4btvNCrIw7sr08cbmVPwwOEefHaypvcT3GmFW5RHmPaEnYHOjD2wJy9nd8H63H6ymTZijD4vSv0-BgfmyUPiOv4w1m9OLbWJTU-mUZ4j-9Owqb96v/s400/%25C3%25B6o1.jpg" /><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Dik duruşları iktidarı, iktidar güçlerini, onların borazanı mıymıycıları, aşağılık duygularının batağında çırpınan kıskanç yalakaları müthiş öfkelendiriyor. </span></span><br /></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Kanları deli bu genç kızlar, bu genç erkekler bu ülkenin yarınlarının umutlarıdır. Mutlaka çoğalacaklar. </span></span><br /></p><br /><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Bizim özlemlerimizi onlar gerçekleştirecekler, bizim kurmak isteyip de kuramadığımız o <i style="mso-bidi-font-style: normal">“başka”</i> hayat düzenini onlar kuracaklar, o pırıl pırıl aydınlık, güzel, yaşanası Türkiye’yi onlar yaratacaklar. </span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><br /></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"><span style="mso-spacerun: yes"></span>Onları alınlarından öpüyorum.</span></span></p></div></div></div></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-16853243674237110172010-12-08T09:14:00.000-08:002010-12-09T23:25:06.295-08:00ÖĞRENCİYE ŞİDDET NEDENSİZ DEĞİLDİR - 08.12.2010<div><div><div><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Biz bu filmi daha önce, hem de birçok kez görmüştük. </span></span></div><div align="justify"><br /><br /><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Polis işgali altındaki üniversite yerleşkelerini, yerlerde sürüklenen, tekmelenen, ezilen, dövülen, üzerlerine biber gazı sıkılan, gözaltına alınan, tutuklanan, yargılanan, olmadık cezalara çarptırılan öğrenciler, o görüntüler yabancı değil bize. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSVBJVTGbA3W2EHl3S0QUA_ulpqJxcLs3VBGc1hCY5u_OSehtcI5L_1GmF-HpY5GNZtZNApDXshWeHqZQ3ydT7MoEEhnDgFTyWF0RPIPWQfrzrySZVB0k77HjQIrraTKl58Id_MHNyEQ4K/s1600/p1.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 255px; FLOAT: right; HEIGHT: 186px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548362498869427586" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjSVBJVTGbA3W2EHl3S0QUA_ulpqJxcLs3VBGc1hCY5u_OSehtcI5L_1GmF-HpY5GNZtZNApDXshWeHqZQ3ydT7MoEEhnDgFTyWF0RPIPWQfrzrySZVB0k77HjQIrraTKl58Id_MHNyEQ4K/s400/p1.jpg" /></a></span></span><br /><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Bilinçli uygulanan, dozu giderek arttırılan bir şiddettir bu. 1960’larda da, 1970’lerde de, sonraki yıllarda da hep böyle olmuş, hep aynı senaryo yinelenmiştir. </span></span><br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhk7wyRWHa1AbcOaTX8uEDAkmy7p4oO_ZoY0chafWycpEvOw1uFhSmk4qJLleGJlHK6VBYVrkPVLkyiASkdpQlbk3h5GMnb18JSXGUDv3_Oirgw981lsLGbbPI0lvqfuxi9TsOX3r_BFAJi/s1600/p4.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 259px; FLOAT: left; HEIGHT: 194px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548363314482021426" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhk7wyRWHa1AbcOaTX8uEDAkmy7p4oO_ZoY0chafWycpEvOw1uFhSmk4qJLleGJlHK6VBYVrkPVLkyiASkdpQlbk3h5GMnb18JSXGUDv3_Oirgw981lsLGbbPI0lvqfuxi9TsOX3r_BFAJi/s400/p4.jpg" /></a></div><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Amaç, düşünen kafaları daha filizlenirken, daha gençken, gelişme sürecindeyken koparıp atmaktır. Amaç, genç insanları kıstırılabilir, denetlenebilir alanlarda ve henüz korumasız durumdayken yok etmek, yok edilemiyorsa edilgenleştirmek, geleceğin dışına atmaktır.<span style="mso-spacerun: yes"> </span></span></span></p><div align="justify"><br /><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">1960’ların ikinci yarısından bu yana Türkiye’de on binlerce genç insan bu yollarla, bu yöntemlerle telef olmuş, tasfiye edilmiştir.</span></span></div><div></div><div align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Geriye dönüp baktığımızda en ağır cezalara çarptırılan üniversiteli gençlerin okudukları fakültelerin en başarılı, en atak, en yaratıcı öğrencileri olduğunu görürüz. Bu, bir rastlantı değildir.</span></span><br /></div><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Kapitalizm, bizde yıllardır yaşanmakta olduğu gibi feodalizmden kapitalizme evrildiği dönemde/geçiş sürecinde en ilkel, en vahşi dönemini yaşar. Bu dönemde sermaye sahipleri için insan hakları da, özgürlük de, demokrasi de içi boş kavramlardır. </span></span><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNiFl_ncbMri4vszzU1vwXPqfpKW8AhUMCdDK1N_Lj_t0HW3wwLwBkO_fzTMOhITpgns_nTTJalpHNRvccwQ7QSZdwdY4JG1WGr8gk5x0Htf1BHaWr8QBxurnfxkf-zQgLf5eYGggRUi2B/s1600/p3.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 160px; FLOAT: right; HEIGHT: 160px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548363039321060002" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNiFl_ncbMri4vszzU1vwXPqfpKW8AhUMCdDK1N_Lj_t0HW3wwLwBkO_fzTMOhITpgns_nTTJalpHNRvccwQ7QSZdwdY4JG1WGr8gk5x0Htf1BHaWr8QBxurnfxkf-zQgLf5eYGggRUi2B/s400/p3.jpg" /></a><br /><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">İlkel/vahşi kapitalist aşamada sermaye sahiplerinin ya da onların iktidardaki temsilcilerinin <i style="mso-bidi-font-style: normal">“demokrasi vaazları”</i> verdikleri anlar, demokrasi bağlamında en nobran, en gaddar, en acımasız oldukları anlardır. Dolayısıyla bugün öğrencilere, parlamento dışı muhalefete karşı uygulanan AKP zulmünün anlaşılamayacak bir yanı yoktur. AKP, altyapısı kapitalist, üst yapısı feodal bir ucube düzen olan ilkel/vahşi Türkiye kapitalizminin söyleminde <i style="mso-bidi-font-style: normal">“demokrat”</i>, eyleminde <i style="mso-bidi-font-style: normal">“faşizan”</i> bir temsilcisidir. </span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Doğasına uygun davranmaktadır.</span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"></span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;"></span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">AKP iktidarı, kendisinden hesap soran herkese karşı tahammülsüzdür. Hak arayan işçilere, memurlara karşı tahammülsüzdür. Üzerlerine su sıktırır, polislere coplatır, mahkeme kapılarında sürürndürür. Muhalif basına karşı, gazetecilere karşı, yazarlara karşı tahammülsüzdür. </span></span><br /></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Gazete sahiplerine her türlü baskı yöntemini uygular, yazarları işlerinden ettirir, kovdurur; gazetecilere hakaret eder, delilsiz kanıtsız zulümhanelere kapattırır, kapatıldıkları yerde çürüsünler ister.</span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Çevrecilere karşı tahammülsüzdür. Doğayı, yaşam kaynaklarımızı korumak, kurtarmak için çaba gösterenleri yerlerde sürükletir, dayak attırır, hayatı dar eder.</span></span></p><div><br /></div><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><?xml:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /><o:p><span style="font-family:Calibri;font-size:130%;"></span></o:p></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><o:p><span style="font-family:Calibri;font-size:130%;">İ</span></o:p><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">stediği, Türkiye’yi dikensiz gül bahçesine dönüştürmektir. İşçiler, memurlar, köylüler, aydınlar, gazeteler, gazeteciler, yazarlar, yargı, yargıçlar, savcılar, öğretmenler, askerler, işadamları, esnaf, <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNLp8tcRptWqp5lTsqtM_hJfLw9pa7lhtyluF0dNiDi21_FDhia86eyzkOAXBxweIl7lW86ieKoJW84kc967auclnmFy3kfWVRjhGzbzZvo1MQ_CbrbvKPgBI443cqZyew8BSyMWDscoEL/s1600/p2.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 276px; FLOAT: left; HEIGHT: 183px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548362638655913170" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNLp8tcRptWqp5lTsqtM_hJfLw9pa7lhtyluF0dNiDi21_FDhia86eyzkOAXBxweIl7lW86ieKoJW84kc967auclnmFy3kfWVRjhGzbzZvo1MQ_CbrbvKPgBI443cqZyew8BSyMWDscoEL/s400/p2.jpg" /></a>okullar, öğretmenler, üniversiteler,<span style="mso-spacerun: yes"> </span>bilim insanları, öğrenciler…<span style="mso-spacerun: yes"> </span>Sanayi ve Ticaret Odaları, Esnaf Dernekleri, barolar, Türk Silahlı Kuvvetleri, kısacası ülkedeki herkes ona yandaş olsun, her kurum, her kuruluş onun yararına çalışsın ister. Önemli kurum ve kuruluşları ele geçirmek istemesinin nedeni budur. </span></span></p><div><br /></div><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;font-size:130%;"></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde Başbakan, <i style="mso-bidi-font-style: normal">“öğrencilere uygulanan şiddetin gerekçelerini”</i> sayarken, süt dökmüş kediler gibi dilsizleşerek onu dinleyen üniversite rektörlerinin verdiği fotoğrafı gözlerinizin önüne getirin. O fotoğraf bir ibret belgesidir. Aynı zamanda da utanç…</span></span></p><div><br /><br /></div><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 238px; DISPLAY: block; HEIGHT: 184px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548364367567676514" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhr0rWszCJN3FfjtDcP9sp3pjU6DReiSe9Pi9yvl7ETrTXjQttJcnT5uCJm1Gz-pBIOa0mW75FbVdgykZk1aYzKyPMF3_k0euaYbD_qbEvp4V8Y9kv4ULJvgSq0SfdRJQUZj9QBElqR8yeC/s400/p7.jpg" /> <p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Gün artık bizden alınanları alanlardan geri almak için harekete geçmek günüdür. </span></span></p><p style="TEXT-ALIGN: justify; MARGIN: 0cm 0cm 0pt" class="MsoNoSpacing" align="justify"><span style="font-family:Calibri;"><span style="font-size:130%;">Bıçak kemiğe dayanmıştır çünkü.<span style="mso-spacerun: yes"> </span></span></span><span style="mso-spacerun: yes"><span style="font-family:Calibri;font-size:130%;"></span></span></p></div></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-72001641645012365682010-12-06T06:10:00.000-08:002010-12-06T06:44:20.487-08:00YUMURTA ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER - 05.12.2010<span style="font-size:130%;"></span> <div><span style="font-size:130%;"></span><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Yumurta, başta eskilerin deyişiyle <i>“</i><i>gıdai ehemmiyeti haiz</i><i>” </i>bir yiyecek olmakla birlikte çok amaçlı kullanılan bir üründür de... Henüz sabah kahvaltımı yapmadığımdan olacak, bu satırları yazarken gözümün önüne sahanda sucuklu yumurta geliyor, yağına ekmek bandırılacak. Neyse… Bu yazıda amacımız yumurtanın öbür kullanım alanlarını anımsamaktır. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcU6PdiO1iJV44CPZsoJZUCAA3oxJN2krwoKkfgjTASfE-xA0r5_RkF49jROw5iycitdGBrVcIJ6G441VDwcTqeeJ-jpT6v74YJhZ-I-nalRcB5gb70ImjpDlUzoYK87pxTp3LQ_Chmnuh/s1600/Y+7.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 223px; FLOAT: right; HEIGHT: 167px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547576656292940370" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcU6PdiO1iJV44CPZsoJZUCAA3oxJN2krwoKkfgjTASfE-xA0r5_RkF49jROw5iycitdGBrVcIJ6G441VDwcTqeeJ-jpT6v74YJhZ-I-nalRcB5gb70ImjpDlUzoYK87pxTp3LQ_Chmnuh/s400/Y+7.jpg" /></span></a></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bilmem duymuş muydunuz, kent dışındaki taşıt soygunlarında başvurulan etkili yöntemlerden biri de ön cama çiğ yumurta atmaktır. Yumurta camda patlayınca sürücü doğal bir itkiyle silecekleri çalıştırmakta, aynı anda da cama su fışkırtmaktadır. Soyguncunun beklediği de budur; çünkü bu durumda suyla karışan yumurta sileceklerin de yardımıyla süt rengini alan karışımı cama yayar, görüş gücü yüzde 92 oranında azalır. Artık sürücünün yapacağı tek şey vardır; arabayı yol kenarına çekip durmak. Burası aynı zamanda soygunun yapılacağı yerdir. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Siz, siz olun, sakın sileceklerinizi çalıştırmayın, hele suyu hiç püskürtmeyin camınıza. Gaza basıp bir an önce oradan uzaklaşın. </span><br /></p><p align="center"><span style="font-size:130%;">*** </span><br /></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Birinin kafasında yumurta patladığında ortaya çıkan görüntü karşısında gülmekten yerlere serilen ilk insandan bu yana insanlar birbirlerine yumurta atıyorlar. Örneğin, 2006 yılından bu yana İngiltere’de 11 kişilik takımlar arasında yumurta atma yarışmaları yapılıyor. Amaç, yumurtayı en uzağa atmak ve atılan yumurtanın takım arkadaşları tarafından kırılmadan yakalanması. Nerede patlayacağı önceden bilinemeyen bir yerde -ki bu bir kafa da olabilir- patlayan yumurtalar izleyicileri eğlendiren görüntüler oluşturuyor. </span><br /></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Neden olmasın?</span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;">*** </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Kimi okullarımızda da yukarıdan aşağıya, 9 metre yükseklikten okul avlusuna yumurta atma yarışmaları yapılıyor. Bu yarışmaların <i>“</i><i>bilimsel</i><i>” </i>bir arka planı var. Amaç, aşağıya bırakılan yumurtaların yere düştüklerinde kırılmamaları. Öğrenciler yumurtaları çarpmaya dayanıklı olacağını düşündükleri maddelerle ambalajlıyorlar. Ne var ki toplam ağırlığın bir kilogramı geçmemesi ve paraşüt kullanılmaması gerekiyor. </span><br /></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Kısacası yaratıcılığın desteklendiği eğitsel bir etkinlik.</span><br /></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Çocukların ellerinin o yaşlarda yumurtaya alıştırılması gelecekteki yaşamlarını etkiler mi? Bu, yanıtını pedagogların, psikologların verecekleri bir soru, aynı zamanda da farklı bir konu.</span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;">***</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Son zamanlarda Başbakan, devlet bakanı, Anayasa Mahkemesi başkanı gibi önemli kişilere, öncelikle üniversitelerde atılan yumurtalarda bir artış gözlemleniyor. Daha önce İngiliz <b>Tony Blair</b>’in, Alman <b>Gerhard Schröder</b>’in yaşadıklarını şimdi <i>“</i><i>bizimkiler</i><i>” </i>yaşıyorlar. </span><br /></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Ne var ki <i>“</i><i>bizimkiler</i><i>” </i>İngilizler, Almanlar kadar hoşgörülü değil. <i>“</i><i>Bizim</i><i>” </i>Başbakan, kesin bir dille, <i>“</i><i>Kalkıp bir konferans için gelen Başbakan, Cumhurbaşkanı, bakan, Anayasa Mahkem<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAeOTAtOLWNbGyeZiz6TlxjkMgV1G_1FPrfZz4jNhgPhr6GGjbCqJlg0qBSfpJqVrFcJhjlAhSat4vysfHBdmLnUrc5jfGctOEIhXCEopT4v5kwJVV5vox7Rblr9V785ZEroiDUbH3_z5u/s1600/Y+1.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 240px; FLOAT: left; HEIGHT: 160px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547576814163105890" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAeOTAtOLWNbGyeZiz6TlxjkMgV1G_1FPrfZz4jNhgPhr6GGjbCqJlg0qBSfpJqVrFcJhjlAhSat4vysfHBdmLnUrc5jfGctOEIhXCEopT4v5kwJVV5vox7Rblr9V785ZEroiDUbH3_z5u/s400/Y+1.jpg" /></a>esi başkanına yumurta ve ayakkabı ile saldırmak demokratik özgürlükler içinde yer almaz,</i><i>” </i>diyor. Yumurta atan cezasını da bulur demek istiyor.<br /></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;">*** </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Neyse, yazıyı en iyisi burada sonlandırmak, çünkü içimde birilerinin kafasına yumurta fırlatmak arzusu kabarıyor. Ve o birilerinin sayısı son zamanlarda o kadar hızlı çoğalıyor ki…</span></p></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-11699059350657179752010-12-06T05:30:00.000-08:002010-12-06T06:09:31.279-08:00ETEKTEKİ 'YALAN' TAŞLAR - 01.12.2010<div><div><div><div><div><div><div><br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHF92PRUkUPPt3MTNXL8bowxMLDsPKXpuUF1xl2P3vRHC1ELdNvKfB5LJdfiJYKvJNJjmfFJbybGF8wjrkG8NbM9oGa36jUwDyN3LksgdvyCHmfTvqZ-SjtssD8UbOZ3EdeU8pkC_9gOYq/s1600/W%25C4%25B0K+1.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 275px; FLOAT: left; HEIGHT: 183px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547570160679540594" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgHF92PRUkUPPt3MTNXL8bowxMLDsPKXpuUF1xl2P3vRHC1ELdNvKfB5LJdfiJYKvJNJjmfFJbybGF8wjrkG8NbM9oGa36jUwDyN3LksgdvyCHmfTvqZ-SjtssD8UbOZ3EdeU8pkC_9gOYq/s400/W%25C4%25B0K+1.jpg" /></span></a><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bizim Başbakanımız kararlı adamdır, öyle WikiLeaksmiş, MikiLeaksmiş pabuç bırakmaz. Nitekim Libya’ya giderken havalimanında, <i>“</i><i>Hele eteğindeki taşları bir döksün, bakarız,</i><i>”</i> demiştir. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bizler ise sabırsız insanlarızdır, etekteki 7 bin 918 taştan henüz bir avucu dökülmüşken ortalığı velveleye vermişizdir.<br /></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Oysa Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi’nin merkezine gönderdiği, <i>“</i><i>kripto</i><i>”</i> denen birtakım gizli yazıların Başbakanımız için bir <i>“</i><i>kıymeti harbiyesi</i><i>”</i> olabilir mi? Dökülen taşların bir avucu bile bunun olabilmezliğini ortaya koymuştur. </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5X6TXpjXCyx6DeBQmyAjPCXyvCKYzE903eoGc5oQMFzWIOHbBr3wnsY6ohhzd6fLJjvOnQghOqdA4tojKyBPXiee8fTVvSmJuCpYHMoB9Fx6GxbxgmJMicna9dLcKar92pbi3q-lseg9m/s1600/W%25C4%25B0K+2.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 276px; FLOAT: right; HEIGHT: 183px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547569604616120322" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5X6TXpjXCyx6DeBQmyAjPCXyvCKYzE903eoGc5oQMFzWIOHbBr3wnsY6ohhzd6fLJjvOnQghOqdA4tojKyBPXiee8fTVvSmJuCpYHMoB9Fx6GxbxgmJMicna9dLcKar92pbi3q-lseg9m/s400/W%25C4%25B0K+2.jpg" /></span></a></p><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Güncel durum aşağıdaki gibidir.<br /></span></p><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Milli Savunma Bakanı <b>Vecdi Gönül</b>’ün kabine arkadaşı Dışişleri Bakanı <b>Ahmet Davutoğlu</b> için <i>“</i><i>tehlikelidir</i><i>”</i> dediği doğru değildir. Vecdi Gönül bu savı yalanlamıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kesinlikle bir <i>“</i><i>yeni Osmanlıcı</i><i>”</i> değildir. ABD Dışişleri Bakanı <b>Hillary Clin<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWkE8qXI2WBDA117mbikoc4tnxsgap9faxg4IoH5CTrH9yuKZixY_JB0oayiCif_jgmZ7PjeLVYieco3gTxgeccd8iGEli6gW9qoBs_hBhA37lktl9VSeEeWJB39ARIBmJ2tgswSUJCEui/s1600/W%25C4%25B0K+5.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; FLOAT: left; HEIGHT: 148px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547566019458441186" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWkE8qXI2WBDA117mbikoc4tnxsgap9faxg4IoH5CTrH9yuKZixY_JB0oayiCif_jgmZ7PjeLVYieco3gTxgeccd8iGEli6gW9qoBs_hBhA37lktl9VSeEeWJB39ARIBmJ2tgswSUJCEui/s400/W%25C4%25B0K+5.jpg" /></a>ton</b> kendisinden bizzat özür dilemiştir.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Hikmet Çetinkaya</b> dilediği kadar açıklama beklesin! Başbakan <b>Recep Tayyip Erdoğan</b>’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı olduğu savı üzerinde durmayı gerektirmeyecek kadar önemsizdir. Hiç böyle şey olabilir mi?</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Başbakan’ın çevresinde<i> “</i><i>kifayetsiz ve kibirli</i><i>”</i> danışmanlar olduğu savı da doğru değildir. Başbakan’ın eski danışmanlarından<b> Akif Beki</b> evvelki gün Radikal’deki köşesinde<i> “</i><i>bunun böyle olmadığını</i><i>”, </i>asıl kifayetsiz ve kibirli olanın ABD olduğunu yazmıştır. Birlikte okuyalım: <i>“</i><i>Bugün mahrem evrakına sahip olamayan, yarın bayrağına nasıl sahip çıkacak. Elden ele dilden dile dolaşan o belgeler, devletin namusudur çünkü. Kim kifayetsiz, kim kibirli, kim beceriksiz, kim dalkavuk buyurun WikiLeaks</i><i>’</i><i>ten okuyun."</i><br /><br /><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 257px; DISPLAY: block; HEIGHT: 196px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547565851042584306" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-e8GV1COoiQbjmUaOhhV5GC-0J3nSmzEavZwuFWzdZLkpIYcLaRN6B1qd27XEMzjCS1TXKsWnpKFcYC8FAqwwK59Yxhi77lW6H1iPjYdvriySX8xU-W5oNDYWBXQoSUXzAD9La70BtQnL/s400/W%25C4%25B0K+8.jpg" /><br /><br />Cumhurbaşkanı <b>Abdullah Gül</b> ile Başbakan arasında bir <i>“</i><i>çekişme</i><i>”</i> yoktur, olmamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı da zaten <i>“</i><i>Kadim dostluğumuzu hiçbir şey bozamaz</i><i>”</i> demiştir. ABD’li büyükelçi, Azerbaycan Cumhurbaşkanı <b>İham Aliyev</b>’in sözlerini de yanlış anlamıştır. Aliyev’in Rusya ile petrol hattı anlaşmasını Türkiye’yi saf dışı ederek önemsizleştirmek için yaptığı savı asılsızdır. Hele, <i>“</i><i>Tayyip Erdoğan</i><i>’</i><i>dan hiç hazzetmiyorum!</i><i>”</i> dediği tümüyle yalandır.<br /><br /><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 270px; DISPLAY: block; HEIGHT: 186px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547567390246455010" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEJsHMw-Smyv5lSLpoy-ruQFsCHUJuZtwqrBiq9JkcLIEPgJ-gUX2eUpyLA5VASrOgX5LK7aR-CwfMzHctMmCGSDoW-FGCw3C4YiIVpJ6cUyyDATN634kJOhAsFaPsGnYy_eSCrtT4Q7Y8/s400/W%25C4%25B0K+9.jpg" /></span></p><br /><br /><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Türkiye’nin İran’a yakınlaşması abartılmaktadır. Bu sav da, Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne üye olamayacağı kanısı da ABD’li diplomatların sığlığına verilmelidir. Aynı şekilde Suudi Arabistan ve Ürdün krallarının ABD’den İran’ın tepesine binmesini, güç kullanarak dize getirmesi istemi de asılsızdır, bu da ABD diplomatlarının bir uydurmasıdır. Doğru olan Ortadoğu’nun, Türkiye’nin öncülük ve önderliğinde bir <i>“</i><i>barış ve huzur adası</i><i>”</i>na dönüştürüldüğüdür.<br /><br /></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Görüldüğü gibi ortada telaşlanacak bir durum yoktur. Yalancılar, kendi yalanlarında boğulacaklardır. Biz kendimizle, özellikle de bizi yönetenlerle övünmeyi sürdürelim. Bakın, Başbakanımız geçen hafta Lübnan’da <i>“</i><i>Yılın Devlet Adamı Ödülü</i><i>”</i>nü aldı. </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0-tHjxIxH_J7mUMiH1Zr6k2Kzwh7_LQ6Mmnw422PGWGhys3I5ejR3NRKnuFTZO9JvKn_eccQh-Ok4QxnfyVrkdlNP3LOZezASCaEYPgpq5KkTt-LtcR8we6S-Rp71_7bF0u14rEEToquw/s1600/W%25C4%25B0K+6.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 200px; FLOAT: right; HEIGHT: 184px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547565500429317250" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh0-tHjxIxH_J7mUMiH1Zr6k2Kzwh7_LQ6Mmnw422PGWGhys3I5ejR3NRKnuFTZO9JvKn_eccQh-Ok4QxnfyVrkdlNP3LOZezASCaEYPgpq5KkTt-LtcR8we6S-Rp71_7bF0u14rEEToquw/s400/W%25C4%25B0K+6.jpg" /></span></a></p><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">İki gün önce de kendisine Trablusgarp’da düzenlenen Avrupa Birliği-Afrika Zirvesi’nde Libya Devlet Başkanı <b>Muammer Kaddafi</b> tarafından <i>“</i><i>İnsan Hakları Ödülü</i><i>” </i>verildi. </span></p><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Başbakan’ın, Libya gibi bir özgürlük ve demokrasi bahçesinin, bir insan hakları cennetinin liderinden böylesine değerli bir ödül alması hepimizi onurlandırdı. Kendisi de yaptığı teşekkür konuşmasında bunu dile getirdi, <i>“</i><i>Şahsımdan ziyade, ülkem ve milletim adına teslim aldığım bu ödülün, bölgesel ve küresel ölçekte, insan hakları noktasındaki mücadelemizi teşvik edeceğinden emin olabilirsiniz</i><i>”</i> dedi. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bir insan hakları savaşımcısı olarak o anda mutlaka <i>“</i><i>Silivri Zulümhanesi</i><i>”</i>nde aylardır neden yattıklarını bilmeden yatanları, üniversite yerleşkelerinde kendisini protesto ettikleri, TBMM’de pankart açarak parasız eğitim istedikleri için hayatı karartılan öğrencileri anımsamıştır.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Sevgili okurlar, bu yazıyı dilerseniz tersten de okuyabilirsiniz. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:+0;"><span style="font-size:130%;">E</span></span><span style="font-size:+0;"><span style="font-size:130%;">tekteki tüm taşlar dökülse de, biz olduğumuz gibi kaldıkça durum yine değişmeyecektir. </span></span></p></div></div></div></div></div></div></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-20075662312849576602010-12-06T04:51:00.000-08:002010-12-06T05:30:05.041-08:00BİZ BÖYLE İNSANLARIZ İŞTE - 29.11.2010<div><br /><br /><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 270px; DISPLAY: block; HEIGHT: 187px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547558978779229522" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiR3E8JgU03lV_RrSGHJB3iwNHRFnLiL9AZBAj2HTM_HQLIuAzoAJ25rHSwAEcLh-vryh33lQOH9uxmiiPLIITk4ZqaSaTOx9vtGsdasXAykKlAUpsqrNqkwxBDS82ZRG982Rs9c6kqlI4S/s400/NAIPAUL++2.jpg" /><br /><br /><div><div><div><div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">İslamcı gazeteler, Hint asıllı İngiliz yazar <b>Vidiadhar Surajprasad</b> <b>Naipaul</b>’un yaşayacaklarından korkup Türkiye’ye gelmemesini olağanüstü bir olaymış gibi yansıttılar sayfalarına. Oysa <i>“</i><i>olağanüstü</i><i>”</i> hiçbir yanı yoktu olayın; bu konuda ulusça deneyimliydik. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Geçen ay da 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne jüri üyesi olarak çağrılan ünlü Sırp yönetmen <b>Emir Kusturica</b>’yı bu görevi kab<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDEkzQIjpGlE2UDdtibKQx9EOY3AKy7pfPdtNUJHH1VggbdIZ1Zb1ywOvyFY9-nEqZoeSk_3zVvXWVGGA-KciFWmk5ivrkofQEn9jvZKMtIxhX8NiqLB81ZL7V-I81JbHzm5_8m_kR1QsI/s1600/NA%25C4%25B0PAUL+3.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 192px; FLOAT: right; HEIGHT: 228px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547558786990706482" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDEkzQIjpGlE2UDdtibKQx9EOY3AKy7pfPdtNUJHH1VggbdIZ1Zb1ywOvyFY9-nEqZoeSk_3zVvXWVGGA-KciFWmk5ivrkofQEn9jvZKMtIxhX8NiqLB81ZL7V-I81JbHzm5_8m_kR1QsI/s400/NA%25C4%25B0PAUL+3.jpg" /></a>ul ettiğine edeceğine pişman etmiştik. Adamcağız, kendisine yönelik şiddet karşısında jüri üyeliğinden çekilmiş, ardından da Türkiye’yi terk etmişti. Adamı kovmuştuk yani. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Türk olsun, Kürt olsun, yabancı olsun bizim gibi düşünmeyenleri ülkeden kovmak, sürmek, hayatı zehir etmek bir gelenektir bizde. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Naipaul’u, gezip gördüğü dört İslam ülkesinde yaptığı gözlemleri kâğıda döktüğü, kâğıda döktüklerinin de Müslümanlık açısından olumsuzluklar taşıdığı için Türkiye’ye gelmekten caydırmıştık. Naipaul, <i>“</i><i>dini</i><i>”</i> duygularımızı kabartmıştı. Sırpların Boşn<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioXtv54k3wxvQACAevGquZaPfOxJpRupIcHqWHy7D43d_soyyN6xPCiydX460nqq3oTYMTwjfhcwZP9k3-bpL7pfD8Au_rtut2_hLvtU8tvOZriS2GspYJHn9EgRseZOAb4r078mtae7zD/s1600/NA%25C4%25B0PAUL+4.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 233px; FLOAT: left; HEIGHT: 216px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547558589438651490" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioXtv54k3wxvQACAevGquZaPfOxJpRupIcHqWHy7D43d_soyyN6xPCiydX460nqq3oTYMTwjfhcwZP9k3-bpL7pfD8Au_rtut2_hLvtU8tvOZriS2GspYJHn9EgRseZOAb4r078mtae7zD/s400/NA%25C4%25B0PAUL+4.jpg" /></a>ak Müslümanlara uyguladığı mezalimi yeterince eleştirmeyen Kusturica ise <i>“</i><i>soydaşlık</i><i>”</i> duygularımızı. </span><br /><span style="font-size:130%;"><b></b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Ahmet Kaya</b>’ya saldırı nedenimiz, ona ülkesini yaşanamaz duruma getiriş nedenimiz ise 10 Şubat 1999 günü Magazin Gazetecileri Derneği’nce verilen <i>“</i><i>yılın en iyi sanatçısı</i><i>”</i> ödülünü aldığı toplantıda yaptığı konuşmada geçen sözleriydi: </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği</i><i>’</i><i>ne, Cumartesi Anneleri</i><i>’</i><i>ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.</i><i>”</i> </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bu sözler <i>“</i><i>milliyetçi</i><i>”</i> duygularımızı harekete geçirmişti. Milliyetçi şiddetin hedefi durumuna getirilen Ahmet Kaya yurtdışına çıktı, ertesi yıl 16 Kasım günü sürgünde öldü. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Kafasına bir odun vurup öldürdüğümüzde Türk öykücülüğünün köşe taşlarından biri olan <b>Sabahattin Ali</b> 41 yaşındaydı. Kovuşturarak, mahkeme kapılarında süründürerek, zindanlara kapatarak, işsiz bırakarak hayatını z<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijN7ESDTMh1IlCkthyi0eq33zoz0eLq9Dk0R9MMZkSEEatF0dIHUfsIwkAcqYKBlhbkSfSQpu8gFLlx3wcKL02n3I75LQLqGEq6LjJdN2Y8QmnerqPJjuNqhqCe83t9C58CsbHNHLLr09x/s1600/NA%25C4%25B0PAUL+5.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 240px; FLOAT: right; HEIGHT: 160px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547558004850700290" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijN7ESDTMh1IlCkthyi0eq33zoz0eLq9Dk0R9MMZkSEEatF0dIHUfsIwkAcqYKBlhbkSfSQpu8gFLlx3wcKL02n3I75LQLqGEq6LjJdN2Y8QmnerqPJjuNqhqCe83t9C58CsbHNHLLr09x/s400/NA%25C4%25B0PAUL+5.jpg" /></a>ehir etmiştik. Yurtdışına gitmek istemiş, fakat pasaport vermemiştik. O da ayakta kalabilmek, insanca bir hayat sürebilmek için sınırı gizlice geçmek istemiş, bu nedenle <b>Ali Ertekin</b> adında bir <i>“</i><i>kaçakçı</i><i>”</i> ile anlaşmış, fakat amacına ulaşamadan, bir MİT mensubu olduğu daha sonra ortaya çıkan Ertekin tarafından 2 Nisan 1948 günü Bulgaristan sınırında öldürülmüştür. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Patlama noktasına gelen <i>“</i><i>antikomünist</i><i>”</i> hissiyatımız, usta yazarımızın, belleklerimize kazınan <i>“</i><i>Aldırma gönül aldırma</i><i>…”</i> dizesiyle unutulmazlarımız arasında y<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxXJEe6JBjxtNjayh1vYcdQrJqNkAMmBuA2Y_h5LSbICEoUDxMdXLu9CxHSU_o8in-4PdZHKrWMGtEMopHPGDhOSNGORmD4bYXepSa2R6iX5OOjRs3pBBffEeBsVDXED8d-uvZ4oBZ9Dtn/s1600/NA%25C4%25B0PAUL+6.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 231px; FLOAT: left; HEIGHT: 218px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547557865887261650" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxXJEe6JBjxtNjayh1vYcdQrJqNkAMmBuA2Y_h5LSbICEoUDxMdXLu9CxHSU_o8in-4PdZHKrWMGtEMopHPGDhOSNGORmD4bYXepSa2R6iX5OOjRs3pBBffEeBsVDXED8d-uvZ4oBZ9Dtn/s400/NA%25C4%25B0PAUL+6.jpg" /></a>erini alan şairimizin sonunu getirmiştir.</span> </p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Onca yıl zindanda yatırdıktan sonra serbest kaldığında <i>“</i><i>antikomünist</i><i>”</i> hezeyanla ve olanca gücümüzle dilimizin en büyük şairi <b>Nâzım Hikmet</b>’in üzerine yüklenmiş, şiddet söylemleriyle, ölüm tehditleriyle onu yurtdışına kaçmaya zorlamış, kaçtıktan sonra da <i>“</i><i>vatan haini</i><i>”</i> ilan etmişizdir. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Nâzım Hikmet 17 Haziran 1951 günü bir motorla Türkiye’den ayrılmış, 3 Haziran 1963 günü Moskova’da sürgünde ölmüştür.</span> </p><p align="justify"><br /><span style="font-size:130%;">Ermeni yurttaşımız, gazeteci <b>Hrant Dink</b>’i ise aldığı onca tehdide, karşılaştığı onca şiddete karşı yurtdışına gitmeyi düşünmediği için cezalandırmış, 19 Ocak 2007 günü güpegündüz, işlek bir caddede kurşunlayarak hayatına son vermişizdir. </span></p><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 259px; DISPLAY: block; HEIGHT: 194px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547555862910422386" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6eGvqh2VKun83NKvbZ_2-Lnr9n8AMXlBv95JkoaEuPHN9xfubkVi7nJAWaJ3fQBPa2Z9lJO2rTBmMu7FTsKnNS1JDf7nztdsAkAokMFWo8E4aqC4DBu-Zp165bPCYx0ClQiw-jKWEwTxm/s400/NA%25C4%25B0PAUL+7.jpg" /> <span style="font-size:130%;">Biz böyle insanlarız işte. Kimse kusurumuza bakmasın.</span></div></div></div></div></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-69338803900402427482010-12-06T04:20:00.000-08:002010-12-06T04:48:22.544-08:00BİR ÖRGÜTSEL BAŞARI ÖYKÜSÜ - 28.11.2010<div align="justify"><span style="font-size:130%;">14 Temmuz 1956 günü Almanya’nın Munster kasabasındaki bir toplantı salonunda 23 subay, 25 astsubay ve 7 asker bir araya gelip <i>“</i><i>Alman Federal Ordu Derneği</i><i>” </i>(Deutsche Bundeswehr Verband) adını taşıyacak bir sosyal dayanışma örgütü kurdular, başkanlığa da Üsteğmen <b>Karl-Theodor Molinari</b>’yi getirdiler. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYIUiV3rt6NJJ9ne0PrEbp98CJVcd01wJFm7XvXdZ-wBi3Y6ZL4HLk-ahQnCOasoKqpdW88QobgFrSZJ_7t20Qo1iwXzLcDjeuX2GqitXoLgqWAvLEs-NJB7xGcXlehXVMoS1CJSy385zP/s1600/OYAK+1.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 275px; FLOAT: right; HEIGHT: 183px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547549179718077682" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYIUiV3rt6NJJ9ne0PrEbp98CJVcd01wJFm7XvXdZ-wBi3Y6ZL4HLk-ahQnCOasoKqpdW88QobgFrSZJ_7t20Qo1iwXzLcDjeuX2GqitXoLgqWAvLEs-NJB7xGcXlehXVMoS1CJSy385zP/s400/OYAK+1.jpg" /></a></span></div><div align="justify"><span style="font-size:130%;">Dernek muvazzaf ve emekli subaylara, astsubaylara, erata gerek ekonomik gerek sosyal gerekse hukuksal alanda yararlı hizmetlerde bulundu. 1959 yılı sonunda üye sayısı 50 bini aşmıştı. </span></div><br /><br /><div align="justify"><span style="font-size:130%;">Derneğin gelişmesine bağlı olarak 1966 ağustos ayında Savunma Bakanlığı aldığı bir kararla askerlerin dernekleşme faaliyetlerini bir karara bağladı. Buna göre askerler sendikalaşabilecekler, fakat toplantılarını <i>“</i><i>kışla dışında</i><i>”</i> yapacaklardı. Alman Federal Ordu Derneği bir sendika gibi faaliyet göstermesine karşın kendini <i>“</i><i>sendika</i><i>” </i>olarak tanımlamadığından her türlü faaliyetini kışla içinde sürdürebiliyordu.</span></div><br /><br /><p align="center"><span style="font-size:130%;">*** </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Dernek, ekonomik, sosyal ve hukuksal çalışmalarının yanı sıra Federal Parlamento’da da temsil edilebilmek için çaba gösteriyordu. 1965 seçimlerinde üst düzey yöneticilerinden <b>Hermann Stahlberg</b>’i Hıristiyan Demokrat Birlik’ten parlamentoya sokmayı başardı. 1969 seçimleri sonrasında ise parlamentodaki muvazzaf asker milletvekili sayısı beşe yükseldi.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Federal Savunma Bakanlığı Personel Dairesi’ndeki asker temsilciler 1966 yılından itibaren artık derneğin aday listesinden seçiliyor, başarı grafiği yükseldikçe üye sayısı da artıyordu. 1956 yılında 55 kurucu üyeyle kurulan derneğin üye sayısı 1966 yılında 110 bine, 1969 yılında 130 bine, 1972 yılında 140 bine, 1974 yılında 175 bine yükselmişti. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Dernek, üyelerinin çıkarları doğrultusunda kimi zaman hükümetlerle çatışıyor, yeri geldiğinde üyeleri sokağa dökülüyordu. </span></p><span style="font-size:130%;"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 391px; DISPLAY: block; HEIGHT: 129px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547547196167505314" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjf57aMS921fhV5ZIV2jKboD8j9_D8drvk9GSd00eWvwCFAyc-ZVStC7smu-GWdTvVXwlargHYRGPniWB0iZFMMmqyCFE417QHWSmmXzhCaHrdRo3VrdETUnmQ2aeOm5IMTVW0hlPYNo7ck/s400/OYAK+5.jpg" /><br /></span><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Alman Federal Ordu Derneği bugün 200 bini aşkın üyesi, kurduğu iki vakıf (Heinz-Volland Vakfı, Karl-Theodor-Molinari Vakfı) ve bir eğitim enstitüsü (Manfred-Godzki Enstitüsü) ile Almanya’nın en güçlü sivil toplum örgütlerinden biri olarak çalışmalarını sürdürüyor. </span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;">***<b> </b><br /></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Dernek, Avrupa Asker Birlikleri Örgütü’nün (EUROMIL) en güçlü üyelerinden biri. EUROMIL bu yıl bünyesinde 36 ülkeden 83 konfederasyonu ve 60 milyon emekçiyi toplayan en güçlü sendikal kuruluş olan Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’na (ETUC) üyelik için başvurdu. Başvuru 2011 yılında Atina’da yapılacak toplantıda karara bağlanacak. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Avrupa’nı</span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzx37te2DonjFoDZtFR9Ny40wvi2v3CalLRamU-8fh77VvG60-qLZ2TMIoq-PBOF6nCFcOo0mmx2FXp4K0YNefcI5FK6oKryGx_B00mVFsRavx8eLUNzU9skaX0oCGo_IFpOnoofTh5FHn/s1600/OYAK+6.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 160px; FLOAT: left; HEIGHT: 159px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547546684391763538" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzx37te2DonjFoDZtFR9Ny40wvi2v3CalLRamU-8fh77VvG60-qLZ2TMIoq-PBOF6nCFcOo0mmx2FXp4K0YNefcI5FK6oKryGx_B00mVFsRavx8eLUNzU9skaX0oCGo_IFpOnoofTh5FHn/s400/OYAK+6.jpg" /></span></a><span style="font-size:130%;">n 22 ülkesinden asker sendikaları, asker dernekleri, emekli subay dernekleri, gaziler ve askerler yardımlaşma sandıkları gibi kurumlar EUROMIL’in üyesi. Asker sendikaları ve dernekleri bazı ülkelerde (Hollanda, Finlandiya, İsveç vd) sendika konfederasyonlarına üye ve toplu görüşme-toplusözleşme yapabiliyor. Merkezi Brüksel’de bulunan EUROMIL, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve AGİT nezdinde muhatap alınıyor. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Görüldüğü gibi başka ülkelerde askerler rütbe farkı gözetmeksizin kendilerini <i>“</i><i>kamu emekçisi</i><i>”</i> olarak değerlendirip bu doğrultuda örgütleniyorlar. </span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;">***</span></p><p align="justify"><br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFYI6Lt1Mh-nfALQLQGjZsmyt26wrcUGdJcnnlg-lr94N9IrBXknMaO15k8gH041S2wvgCITzEeYUZyYCm7Vph5c2B4GUPoGMs946TQ4gXIjsymmuw4pfeWilz9n6l835LQOfqK7J1cdHb/s1600/OYAK+3.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 278px; FLOAT: right; HEIGHT: 148px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547547787759034962" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFYI6Lt1Mh-nfALQLQGjZsmyt26wrcUGdJcnnlg-lr94N9IrBXknMaO15k8gH041S2wvgCITzEeYUZyYCm7Vph5c2B4GUPoGMs946TQ4gXIjsymmuw4pfeWilz9n6l835LQOfqK7J1cdHb/s400/OYAK+3.jpg" /></span></a><span style="font-size:130%;"><br /><br /><br /></span><br /></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Keşke bizde de benzer bir gelişme olabilseydi, olmadı. Bizim askerimiz kurduğu yardımlaşma kurumu OYAK’la bankacılığı, sigortacılığı, otomotivciliği, çimentoculuğu, konserveciliği seçti. Kapitalizmle bütünleşti. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Hükümete karşı hakkını, hukukunu koruyacak <i>“</i><i>öz-örgütü</i><i>”</i>nden yoksun kaldı. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Eğer bünyesinden, başka ülkelerdeki benzerleri gibi güçlü bir sivil toplum örgütü çıkarabilseydi bugün yaşadığı sıkıntıları yaşar mıydı?</span></p><br /><p align="justify"></p><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 223px; DISPLAY: block; HEIGHT: 226px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547548423646285106" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigl6w9Awqx1_yB8Vy4HUe2I6FvbsoxH5ARifBO1-i3ijoxZEDJjp86xCQgjwUl7UyPLohwPLyJI2b1B8YHaCH0PDS6ZsCBu4oziR1pxJjMHhWGQzWUSypHQwGoYtTIcXSpumaIwAZXRtUe/s400/OYAK+4.jpg" /><br /><p align="justify"><span style="font-size:+0;"><span style="font-size:130%;">Açığa alınan üç general olayı bunları düşündürüyor bana.</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-73572147548955714222010-12-06T03:50:00.000-08:002010-12-06T04:20:22.910-08:00TUHAF ŞEYLER ÜLKESİ - 24.11.2010<div><div><div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bir kent düşünün, hiç düşman işgaline uğramamış, fakat yıllardır bu kentin düşman işgalinden kurtuluşu resmi törenlerle kutlanıyor olsun. Kentin adı Mardin; kentte bulunan Artuklu Üniversitesi’nde bilim adamları araştırmaları sonucu kentin I. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında burada bir düşman işgalinin olmadığı gerçeğini ortaya çıkarmışlar. Bir işgal denemesi ise olmuş; 1918 yılında bir Fransız Albay, Mardin’e gelip kentin hemen kendilerine devredilmesini istemiş. Mardinliler bu isteğe karşı koyup, <i>“</i><i>Kenti teslim etmeyeceğiz!</i><i>”</i> diyerek kararlı, onurlu bir direniş göstermişler. Fransız Albay kös kös gitmiş, olay da kapanmış.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Artuklu Üniversitesi’nin vardığı sonuç doğrultusunda Mardin Belediye Meclisi 11 Kasım 2010 günü bir karar alarak her yıl 21 Kasım’da kutlanan <i>“</i><i>Kurtuluş Günü</i><i>”</i>nü <i>“</i><i>Onur Günü</i><i>”</i>ne çevirerek doğru bir davranış sergilemiş. </span></p><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcvwOcxR8gi2-HhSxNXdfo8dqWxTQvS2IYdhqtUGkmUp7mWn7K6tNDO2aC4UG7sNKjXdhm73D7Xclx8NZ7_luwZLmDL1rQDB0NAfyRG1FRceH3LDbeY9JK02SUOYnEIVvPKeI0E6iOgYOG/s1600/MARD%25C4%25B0N+2.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 275px; FLOAT: right; HEIGHT: 183px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547537866600001266" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcvwOcxR8gi2-HhSxNXdfo8dqWxTQvS2IYdhqtUGkmUp7mWn7K6tNDO2aC4UG7sNKjXdhm73D7Xclx8NZ7_luwZLmDL1rQDB0NAfyRG1FRceH3LDbeY9JK02SUOYnEIVvPKeI0E6iOgYOG/s400/MARD%25C4%25B0N+2.jpg" /></span></a></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Fakat burası Türkiye, <i>“</i><i>Ankara</i><i>”</i> sözünü duyan her bürokratın eli ayağı kesiliyor. Mardin Belediyesi de Belediye Meclisi’nin aldığı kararı onaylanması için Ankara’ya göndermiş. Fakat onay bir türlü gelmemiş. Ne olur ne olmaz denerek <i>“</i><i>Mardin</i><i>’</i><i>in düşman işgalinden kurtuluşunun 91. yılı</i>” eski yıllarda olduğu gibi askeri birliklerin geçit resmi, ellerinde bayrak sallayan öğrenciler ve kent erkânıyla “<i>coşkulu</i><i>”</i> bir biçimde kutlanmış. </span></p><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1FxphgP2zkHAQ9brtGbsWSrI7JO_j3jODRBqdHpFZmupTmV6Rm5JVYVEGiT5qyCU27xz8htFIiyyh6Ij2tx3ewYWcB0SknoVFT7VpyCT5y12Byj-cDeILgi4Dp1V2gzYAOiuGwy20Xh1l/s1600/MARD%25C4%25B0N+3.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 240px; FLOAT: left; HEIGHT: 176px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547539703988625186" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1FxphgP2zkHAQ9brtGbsWSrI7JO_j3jODRBqdHpFZmupTmV6Rm5JVYVEGiT5qyCU27xz8htFIiyyh6Ij2tx3ewYWcB0SknoVFT7VpyCT5y12Byj-cDeILgi4Dp1V2gzYAOiuGwy20Xh1l/s400/MARD%25C4%25B0N+3.jpg" /></span></a><span style="font-size:130%;"> </span></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Kutlanmış ama tek farkla; vali, belediye başkanı ve garnizon komutanı törene kendileri katılmayıp vekillerini göndermişler. Onlar da üstü açık bir aracın üzerinde tur atıp Mardinlilerin kurtuluş gününü onurlandırmışlar.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Böyle bir tuhaflığa dünyanın başka neresinde rastlanabilir?</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"></span> </p><p align="center"><span style="font-size:130%;">*** </span></p><div align="justify"><span style="font-size:130%;">Bizim bir Başbakanımız var, yandaşlarının gözünde karizmatik mi, karizmatik; yürekli mi, yürekli; efe mi, efe. </span></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">İşte bizim bu karizmatik, yürekli ve efe Başbakanımız bir hafta öncesine kadar babalanıyor, ABD’sine, NATO’suna posta koyuyor, Türkiye’ye yerleştirilecek füzelerin hareket düğmesinin denetimi <i>“</i><i>Bizde olur</i><i>”</i>, <i>“</i><i>Düğmeye biz basarız</i><i>”</i> diye dünyaya meydan okuyordu. <i>“</i><i>Özellikle topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa zaten kesin<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBn41vMyGt3iJMZ4yCVA677LWqC7YWWTfhTy3OodjO0Q7oOR4i0yGoNIMFbKxSSD4Go9wyupvHHmPRi2R-vK7TO4Ct4wW5su4uCWpSrgQpAJ1BneuyVYZXAvn523TCFNSDG4wfe8TMYfAH/s1600/F%25C3%259CZE+1.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 256px; FLOAT: right; HEIGHT: 192px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547541621098273778" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBn41vMyGt3iJMZ4yCVA677LWqC7YWWTfhTy3OodjO0Q7oOR4i0yGoNIMFbKxSSD4Go9wyupvHHmPRi2R-vK7TO4Ct4wW5su4uCWpSrgQpAJ1BneuyVYZXAvn523TCFNSDG4wfe8TMYfAH/s400/F%25C3%259CZE+1.jpg" /></a>likle bu bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil.</i><i>”</i> Bu sözleri Lizbon’da gerçekleşen NATO Zirvesi öncesinde, 15 Kasım günü Bangladeş dönüşünde söylemişti. Başbakan’ın sözleri, varlığını AKP şakşakçılığı üzerinden sürdüren medya tarafından alkışlandı, köşe yazarları, televizyon yorumcuları Başbakan’a övgüler düzdüler, onun karizmatikliğini, yürekliliğini, efeliğini bir kez daha göklere çıkardılar. </span><br /></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Aradan bir hafta geçti. NATO Balistik Füze Savunma Sistemi’nin komutasının kimde olacağına ilişkin bir soru üzerine bu kez, <i>“</i><i>Bunlar bundan sonra yapılacak olan birleşimlerde, bir araya gelmelerde o zaman tespit edilecek. Şu anda tabii komuta şu ülkededir diye belirlenmiş bir şey söz konusu değil. Fakat biz tabii buranın komuta sisteminin tamamıyla NATO</i><i>’</i><i>da olması gerektiğini söyledik ve bunu savunduk. Bundan sonraki gelişmelere göre de tavrımız, ülkemizle alakalı bir konuda gelişmeler hangi noktaya gelecek, bunu şu anda bilemediğimiz için bir şey söylemek erken olur. Ama komutanın kesinlikle NATO</i><i>’</i><i>da olması gereğini ifade ettik,</i><i>”</i><b> </b>yanıtını verdi.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Şakşakçı medya bu yanıtı da alkışladı. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Sorduk, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, diye. <i>“</i><i>Yahu biz sistemin komutası Japonlara, Filipinlilere, Bolivyalılara verilecek sanmıştık, bari Türk olsun dedik!</i><i>”</i> diyecek halleri yoktu ya, sustular. </span></p><span style="font-size:130%;"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 259px; DISPLAY: block; HEIGHT: 194px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547540317019231074" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhwDUjW_LT1sYHu5z8iwNWI56Ih2u5uUGSArFcyggiXtkPxTmvsUVffkoNc4Y6dTdKz-rXy2IeZSqg2lKscEAgGen4kdaeT6RbFY_KBwuLE7Hmn98SU3lxxi5RzMIV6f1stgkfxZ-NPe6Td/s400/F%25C3%259CZE+2.jpg" /><br /><br /></span><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Sormak gerekmiyor mu, dünyanın hangi ülkesinde, hangi toplum <i>“</i><i>füze kalkanı</i><i>”</i> gibi ülke ve insanları için yaşamsal bir konuda bir hafta önce söylediği bir hafta sonra söylediğini tutmayan bir Başbakan’a tahammül edebilir, diye.</span></p><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Dünyanın hangi ülkesinde, en yandaşı, en şakşakçısı, en dalkavuğu bile olsa, hangi gazete, hangi televizyon kanalı, hangi yazar, hangi yorumcu bizdeki gibi kaypak, bizdeki gibi yanardöner, bizdeki gibi kendine saygısız olabilir?</span></p><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Tuhaflıktan da öte bir şeydir bu!</span></p></div></div></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-63169987872760708182010-12-06T03:29:00.000-08:002010-12-06T03:49:34.584-08:00BORCUN TUTSAĞI OLMAK - 22.11.2010<div><div><div><div align="justify"><span style="font-size:130%;">Birliği Genel Başkanı <b>Nazım Kaya</b>’ya göre, 2008 yılı Temmuz ayında bankalara olan kredi kartları dahil borç 109 milyar TL iken bu rakam 2009 yılında aynı ayda 117 milyar, 2010 yılında ise 149 milyar TL olmuş. 2008 yılı Temmuz ayında 3.4 milyar TL <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiG6XftD2f8L1pDMGw29xymeHaFUtCEPFbTu6GROoX1BD7Nk-AYTPPslm1srubNHunpsNoqrKWeQLYTTZa0FEsmbDLocfJxiZZot7Ph5mh7vy4f2sZQm1Qsq7QrAEs_qa94d4GJOSg5usQ/s1600/BOR%25C3%2587+1.jpg"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 292px; FLOAT: right; HEIGHT: 172px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547534097722442818" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiG6XftD2f8L1pDMGw29xymeHaFUtCEPFbTu6GROoX1BD7Nk-AYTPPslm1srubNHunpsNoqrKWeQLYTTZa0FEsmbDLocfJxiZZot7Ph5mh7vy4f2sZQm1Qsq7QrAEs_qa94d4GJOSg5usQ/s400/BOR%25C3%2587+1.jpg" /></a>olan takibe alınan borç miktarı ise 2009 yılı Temmuz ayında 7.2 milyar TL’ye, 2010 yılı Temmuz ayında da 8.1 milyar TL’ye yükselmiş. </span></div><div><br /></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bankalar dur durak dinlemeden insanları borçlanmaya teşvik ediyor. Mahkemelerde icra dosyaları her gün biraz daha kabarıyor.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) internet sitesinde 2003-2010 yılları arasında 81 ilde, 800 ilçede, 1820 şantiyede 460.387 konut üretildiği/üretilmekte olduğu bildiriliyor. Bu konutlar 10, 15, 20 yıl süreli borçlanmalarla satışa sunuluyor. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">TOKİ’ye göre bu konutlardan 193.237’si dar ve orta gelir grubuna, 123.299’u alt gelir ve yoksullara yönelik, 53.547’si gecekondu dönüşüm, 13.311’i afet konutları, 4.051’i (35 köyde) tarımköy uygulamaları kapsamında olup toplam 387.445’i sosyal konut niteliğindedir. 72.942’si ise kaynak geliştirme (51.245’i Emlak Konut GYO) uygulamasıdır. </span></p><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2Di1JfVtwqwe3aPxDRFnF8hM2yj-xXaEQolzk1JskBVRGbFf0tImu-5BB5miypEU19_E9IRv7q2Xnrv8fEdjtCGbliTLP0PPEOHq9tcjwRCuqaBw-VGL1bHb5hq1CI2nevQoleArfnqLT/s1600/BOR%25C3%2587+5.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 259px; FLOAT: left; HEIGHT: 194px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547532907100641730" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2Di1JfVtwqwe3aPxDRFnF8hM2yj-xXaEQolzk1JskBVRGbFf0tImu-5BB5miypEU19_E9IRv7q2Xnrv8fEdjtCGbliTLP0PPEOHq9tcjwRCuqaBw-VGL1bHb5hq1CI2nevQoleArfnqLT/s400/BOR%25C3%2587+5.jpg" /></span></a><span style="font-size:130%;"> </span></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Ülkemizde ortalama aile bireyleri sayısı dört olarak kabul edilecek olursa yalnızca TOKİ konutlarının alıcısı olan yoksul ve alt-dar-orta gelirli kesimden baba, anne ve iki çocuk olmak üzere yaklaşık 1.300.000 aile bireyinin dolaysız/dolaylı borç yükü altına girdiğini söyleyebiliriz. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Aynı sitede 1984-2003 yılları arasında 950.000 konuta kredi desteği sağlandığı belirtiliyor. </span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;">*** </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">İnsanın başını sokacak, kendine ait bir evi olması güzel bir şey, haklı bir istek, haklı bir özlem. Keşke insanların bu özlemi gerçekleşebilse. Ne var ki olmuyor; Türkiye gibi kapitalizmin en vahşi koşullarda işlediği, sosyal güvenlik mekanizmalarının yeterince hayata geçirilmediği, bu gerçek bir yana olan kadarının da yozlaştırılıp iğdiş edildiği bir ülkede uzun süreli borçlanma yol</span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikJ4dWop0xy6ZI3xz_-IJe5CqxRA891oADxYUmkazMa9WCgWRo3exlC1fNVDSa1-hmZK4rfrsOsnQhS8idJaKHU4oWamkYZFGOJwOIU8sKapB8zlQzRZ_zYrT5p9Tqz-JUwKQtYbBWi-Bu/s1600/BOR%25C3%2587+3.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 275px; FLOAT: right; HEIGHT: 183px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547533179907580722" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikJ4dWop0xy6ZI3xz_-IJe5CqxRA891oADxYUmkazMa9WCgWRo3exlC1fNVDSa1-hmZK4rfrsOsnQhS8idJaKHU4oWamkYZFGOJwOIU8sKapB8zlQzRZ_zYrT5p9Tqz-JUwKQtYbBWi-Bu/s400/BOR%25C3%2587+3.jpg" /></span></a><span style="font-size:130%;">uyla bir konut sahibi olma özlemi çoğu zaman gerçekleşemiyor, insanlar yarı yolda kalıyorlar, düşleri parçalanıp darmadağın oluyor.</span></p><div><span style="font-size:130%;">Bir tökezleme durumunda insanın ödediği onca para ilk yıllarda anaparayı değil, borcun faizini karşıladığından paranın geri dönüşü olmuyor. </span></div><div><span style="font-size:130%;">Ödenen para yanıyor. </span></div><div><br /><span style="font-size:130%;">Bu, işin ekonomik yanı, bir de sosyal yanı var.</span></div><div align="center"><br /><span style="font-size:130%;">***</span></div><div align="justify"><span style="font-size:130%;">Borçlu çalışan, daha önce de duyduğu, fakat borçlandığı günden itibaren çok daha yoğun duymaya başladığı işsiz kalma korkusuyla yaşamaya başlıyor. Bu korku onun işverenine karşı olan davranışlarına da yansıyor. Eğer sendikalı bir işçiyse işverenin gözünde bir diken olan sendikasından ayrılıyor. Hiçbir emekçi eylemine katılmıyor, katılamıyor. </span></div><div><br /><span style="font-size:130%;">Bu gözle görünmeyen, yazısı-kuralı olmayan bir baskı, yalnızca duyuluyor, duyumsanıyor. </span></div><div><span style="font-size:130%;">10 yıl, 15 yıl, 20 yıl bu duyguyla yaşamak korkunç bir durum. </span></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Diyelim 10 yıl vadeli 120.000 TL kredi aldınız. Ayda 1.721 TL ödüyorsunuz. Bu durumda bankaya 120 ayda ödeyeceğiniz tutar 206.520 TL. Bunun 86.520 TL’si ise faiz ve masraf payı; diyelim üç yıl boyunca toplam 61.956 TL ödediniz, işsiz kaldınız, artık ödeyemiyorsunuz. Bu paranın yüzde 10’unu bile geri alamıyorsunuz; paranızın yüzde 90’ı yanıyor.</span></p><div align="justify"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvuz05yoNl6UeZMes27GS_FeXAYta0QQydKQylJ91RTMmHEwC_9aMKdmDrm4v6MKMwR4OxCTq_vNm4qnwEQg1NdKjmTYKsJMwyj9PCExkt088IQ0OBT-S4PVWFIDhXW8Du6nybcXoSlChf/s1600/BOR%25C3%2587+2.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; FLOAT: left; HEIGHT: 120px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547533502902178226" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvuz05yoNl6UeZMes27GS_FeXAYta0QQydKQylJ91RTMmHEwC_9aMKdmDrm4v6MKMwR4OxCTq_vNm4qnwEQg1NdKjmTYKsJMwyj9PCExkt088IQ0OBT-S4PVWFIDhXW8Du6nybcXoSlChf/s400/BOR%25C3%2587+2.jpg" /></span></a> <span style="font-size:130%;">Çoğu borçlu, bu duruma düşmemek için kişilik erozyonuna uğruyor. Borç Türkiye’de insanı tutsaklaştırıyor. </span><span style="font-size:130%;">Kapitalizmin bu yüzünü de iyi tanımakta yarar var.</span></div></div></div></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-73254329372942307992010-12-06T02:49:00.000-08:002010-12-06T03:29:08.021-08:00BOĞALAR, ÖKÜZLER VE İNSANLAR ÜZERİNE - 21.11.2010<div><div><div><div align="justify"><span style="font-size:130%;">Ben mi anımsamıyorum yoksa gerçekten öyle miydi, kesin bir şey söyleyemeyeceğim ama eskiden <i>“</i><i>kurban</i><i>”</i> denince aklımıza yalnızca koyunlar ya da koçlar gelirdi sanki daha çok da koyunlar. Boğaları, inekleri, öküzleri kurban etmek düşüncesi ne zaman ortaya çıktı, ne zaman uygulanmaya başlandı, bunu da bilmiyorum. Belki bir yerlerde hep vardı da televizyon </span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4NX1EN97jayK21afdW8Xd2u8nKTyTqCxpVfyYbp39bHSVBGnpvnJdNGU9EG0TFAnA2V351URMGg8WWaU2tvz3-_L5jSNRzvm4V2oQrvosZSE_f26DCGo4wN5ocpLIHdHPkX6p88nMoJjg/s1600/BO%25C4%259EA+00.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 240px; FLOAT: right; HEIGHT: 155px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547525280019898354" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4NX1EN97jayK21afdW8Xd2u8nKTyTqCxpVfyYbp39bHSVBGnpvnJdNGU9EG0TFAnA2V351URMGg8WWaU2tvz3-_L5jSNRzvm4V2oQrvosZSE_f26DCGo4wN5ocpLIHdHPkX6p88nMoJjg/s400/BO%25C4%259EA+00.jpg" /></span></a><span style="font-size:130%;">bu kadar yaygın olmadığından haberimiz olmuyordu. </span></div><br /><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Artık biliyoruz; tek kişinin altından pek kalkamayacağı bir <i>“</i><i>olay</i><i>”</i> olduğundan akrabalar, eşler, dostlar, komşular bir araya gelip ortaklaşa bir büyük baş hayvanı kurban edip hep birlikte sevaba giriyorlar. Küçükbaş yerine büyük baş hayvan kurban edildiğinde kazanılan sevap daha mı büyük oluyor, bu soruyu yanıtlayacak ne haddim ne de yetkim var. Merak eden açar telefonu, Diyanet İşleri’ne sorar.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Benim bu konuda tek bildiğim, daha doğrusu televizyonlarda izleyerek öğrendiğim, başta boğalar olmak üzere ineklerin, öküzlerin bu kurban edilme işinden pek hazzetmedikleri. Kutsal bir amaca hizmet ettiklerini bir bilseler belki şimdi davrandıkları gibi davranmayacaklar, <i>“</i><i>muti</i><i>”</i> ve <i>“</i><i>munis</i><i>”</i> kendilerini bıçağa bırakacaklar, fakat bilemiyorlar. Çünkü onlar hayvan. Tanrı onlara, biz insanlar gibi düşünme, öğrenme, <i>“</i><i>muhakeme</i><i>” </i>etme yetisi vermemiş.<br /></span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnUjnK3cjCOer2-9zCXaMgSEJp9Y5aQIllkGh5v9T2cbzVBEeyfyNTdQ2Jfv-PRkwPz3Q8mmDpP8zEZVo5ni-zB0hwm_uiuAwWzlBHV2_OdSbez3cACgUURv0tRe__EVA7Ijva5-0uBzAA/s1600/BO%25C4%259EA+1.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 208px; FLOAT: left; HEIGHT: 158px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547525677526212354" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnUjnK3cjCOer2-9zCXaMgSEJp9Y5aQIllkGh5v9T2cbzVBEeyfyNTdQ2Jfv-PRkwPz3Q8mmDpP8zEZVo5ni-zB0hwm_uiuAwWzlBHV2_OdSbez3cACgUURv0tRe__EVA7Ijva5-0uBzAA/s400/BO%25C4%259EA+1.jpg" /></span></a></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">İplerini kopartıp kaçıyorlar. Kent trafiğine karışıyorlar, otomobillerin, kamyonların, otobüslerin arasında koşuyorlar, arkalarında da tam sevaba girecekken giremeyen öfkeli kurban sahipleri… Ellerinde sopalar, ipler, mavzerler… Haykırarak, bağırarak, küfrederek koşuyorlar. Bir yerde sıkıştırılıyor boğa. Yorgun düşmüş, ağzından köpükler taşıyor. Öfkeli bir sahip ne olur ne olmaz diyerek elindeki mavzeri ateşliyor, kim bilir kaç kurşun saplanıyor hayvanın bedenine. Sarsılıyor hayvan, ama düşmüyor. Arkası deniz, denize koşuyor, suya giriyor, ama özgürlüğe yüzecek gücü kalmamış. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Sahipler seviniyorlar buna; kurbanlarına karşı kazandıkları <i>“</i><i>zafer</i><i>”</i>i kutluyorlar, birtakım gürültülü, tuhaf sesler çıkartarak. İçlerinden biri ikisi ellerinde sopalarla hayvanın yanına gidiyorlar, yarı bellerine kadar suda. Zafer sarhoşluğuyla hayvanın sırtına, boynuna vuruyorlar sopalarıyla. Hayvan çaresiz. Bedeninden kanlar sızan kurbanı karaya güdüyorlar. </span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Islak çakılların üzerine çöküyor hayvan, sahipler seviniyor, koca hayvanı acemice bağlıyorlar. Çekerek, döverek, itip kakarak, sürükleyerek, söverek yenik düşmüş hayvanı arka kapağı açık bir kamyonete yüklüyorlar. Kamyonet, üzerindeki kutsal yü</span><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj30u-IdFy3DU7RTcIDQu5QiOTNdQgFD60guuse-7_atDdU2MYi_6R-Nt7JMQgQJIH082nZlAc_NFpPTsQEZFtOGvX8SVZqW4_jWTaXf4kparTxkS8xjC73gXr05JVNIlBtuZClYVC5DHHm/s1600/BO%25C4%259EA+2.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 277px; FLOAT: right; HEIGHT: 182px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547526966516501378" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj30u-IdFy3DU7RTcIDQu5QiOTNdQgFD60guuse-7_atDdU2MYi_6R-Nt7JMQgQJIH082nZlAc_NFpPTsQEZFtOGvX8SVZqW4_jWTaXf4kparTxkS8xjC73gXr05JVNIlBtuZClYVC5DHHm/s400/BO%25C4%259EA+2.jpg" /></span></a><span style="font-size:130%;">kü ve o yükle sevaba girmeye aday, öfkesi durulmuş insanlarla kesim yerine doğru yola çıkıyor.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Görüldüğü, izlendiği kadarıyla sahipler nedense hep erkek oluyor. Kurbanlık seçimi bir erkek işi yani, kadın karıştırılmayacak kadar ciddi bir iş! Hayvan pazarlarında hep onlar var, hangi hayvanın alınacağına onlar karar veriyor, seçimi de, pazarlığı da onlar yapıyor.<br />Boğalar kesesi elverişliler arasında büyük rağbet görüyor. </span></p><div><span style="font-size:130%;">İnek, bildiğimiz <i>“</i><i>inek</i><i>”</i> işte. Öküz de <i>“</i><i>öküz</i><i>”</i>. Boğa ise başka, o bir erkeklik simgesi. </span></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Kurbanın bu temel niteliğiyle alıcı arasındaki <i>“</i><i>özdeşleşme</i><i>”</i> seçimde belirleyici bir rol oynuyor olabilir mi?<br /><br /></span></p><div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEine-A2yHo0SBWCAr4ZSRnGMHGbZ9iIEQoj_MxGs5_Rh_rCKlVUar5YfWX9HU9NhUdFcTLH_jzsu7shnzZevnv80EuGDb9kkmo7jEE2WtLeW-Z8m3NpRjGOcszO9vh3EdHBEMsGthaXx1RA/s1600/BO%25C4%259EA+4.jpg"><span style="font-size:130%;"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 200px; FLOAT: left; HEIGHT: 160px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5547528833191615010" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEine-A2yHo0SBWCAr4ZSRnGMHGbZ9iIEQoj_MxGs5_Rh_rCKlVUar5YfWX9HU9NhUdFcTLH_jzsu7shnzZevnv80EuGDb9kkmo7jEE2WtLeW-Z8m3NpRjGOcszO9vh3EdHBEMsGthaXx1RA/s400/BO%25C4%259EA+4.jpg" /></span></a></div><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Bu sorunun yanıtı boğanın kaçtığı durumlardaki benzer görüntülerde saklı bence. Hayvanının erkekliğinin kendisininkinden daha güçlü olduğunu bilen sahip, ortaya çıkan beklenmedik ilk olanakta önce özdeşleştiği, özdeşleştiği ölçüde de giderek kıskançlık beslemeye başladığı boğaya işkence ederek içinde biriken aşağılık duygusunu dışarı kusuyor, öküzler gibi.<br /></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">İşkencecilere özgü bir ruh hali bu; bildiğimiz, yaşadığımız, tanık olduğumuz.</span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;">Yoksa bir canlı başka bir canlıya neden işkence etsin ki?</span></p></div></div></div>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-66158899337483398022010-12-06T02:41:00.000-08:002010-12-06T02:46:26.332-08:00DEMOKRAT, DEMOKRATLIK - 17.11.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Liberaller, Cumhuriyet kurulduğunda 13 milyonun biraz üzerinde olan nüfusumuzun yüzde 10</i><i>’</i><i>unun okuma yazma bilmediği, toplumun neredeyse tamamına yakın büyük çoğunluğunun kendisini </i><span>‘</span><span>ulus</span><span>’</span><i> ile değil, Osmanlı Müslümanlığı ile özdeşleştirdiğini, böylesi bir zeminde çağdaş bir devlet kurmanın zorluğunu düşünmek istemiyorlar, hâlâ </i><span>‘</span><span>Cumhuriyet eksik kuruldu, çünkü demokrasi yoktu</span><span>’</span><i> türünden ahkâm kesiyorlardı</i><i>.” </i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Okurlarım mutlaka bu tümcede geçen </span><i>“</i><i>bilmediği</i><i>”</i><span> sözcüğünün yanlışlığının farkına varmışlar, bu yanlışı</span><span> </span><i>“</i><i>bildiği</i><i>”</i><span> olarak düzeltmişlerdir. Fakat bu doğal ki özür borcumu ortadan kaldırmıyor. </span></span></p><p align="center"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">1923 yılında okuma yazma bilen yaklaşık 1.300.000 kişinin büyük çoğunluğunun öğrenimi din eğitiminin ağır bastığı üç yıllık mahalle mektebi ile sınırlıdır. Ortaokul (rüştiye), lise (idadi) eğitimi görmüşlerin sayısı oldukça, üniversite (darülfünun) bitirmişlerin sayısı ise yok denecek kadar azdır. Eğitimin her kademede eski Türkçe yapıldığı, okuma yazma bilenlerin Arap harfleriyle yazılmış metinleri okudukları, Arap harfleriyle yazdıkları unutulmamalıdır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Cumhuriyetin kuruluşundan 47 yıl sonra (1970) bile 35.605.176 olan toplam nüfusta okuma yazma bilen 16.455.525 kişiden yüzde 36.6</span><span>’</span><span>sının hiçbir okul bitirmediği, yüzde 50.7</span><span>’</span><span>sinin ilkokul, yüzde 6.4</span><span>’</span><span>ünün ortaokul, yüzde 4.6</span><span>’</span><span>sının lise, yüzde 1.7</span><span>’</span><span>sinin de üniversite mezunu olduğu bilinecek olursa Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki elverişsiz koşulların vahameti daha kolay anlaşılabilir.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda subaylar nüfusun en eğitimli kesimi içinde yer almaktadır. Gerek ülkenin kurtuluşuna gerekse Cumhuriyetin kuruluşuna öncülük etmeleri bir rastlantı değildir. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Günümüz liberallerinin mevzilendikleri köşelerinden Cumhuriyete saldırırlarken ileri sürdükleri </span><i>“</i><i>Ama demokrasi yoktu!</i><i>”</i><span> itirazının 1923 koşullarında hayatta karşılığı mevcut değildi. Demokrasi, bir nimetlendirme sorunu olmayıp bir içselleştirme sorunudur. O yıllarda ne kuruluş sancıları çeken devletin, ne de yeni devletin ortaya çıkışını yabancılaşmış gözlerle izleyen nüfus içindeki payı yüzde 75 olan, </span><i>“</i><i>mütegallibe egemenliğindeki</i><i>”</i><span> köylü toplumunun evrensel demokrasiyi içselleştirebilme şansı vardı</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Olsaydı kuşkusuz ki iyi olurdu, fakat tarihsel süreçlerde ne yazık ki belirleyici olan bireylerin sübjektif/öznel istemleri değil, toplumun objektif/nesnel sosyo-kültürel koşullarıdır.</span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İşin ilginç yanı bugün </span><i>“</i><i>has demokrat</i><i>”</i><span> geçinen liberallerin büyük kesiminin ağzından </span><i>“</i><i>demokrasi</i><i>”</i><span> sözcüğü düşmemesine karşın bir türlü evrensel düzeyde demokrat olamamalarıdır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bunlar, demokrasi kavramının parçalanamazlığından, </span><i>“</i><i>benim demokrasim</i><i>”</i><span>, </span><i>“</i><i>senin demokrasin</i><i>”</i><span> anlayışının gerçek demokrasiyle bağdaşmazlığından habersizdirler. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bugün, özgürlükleri iki yargıcın dudakları arasına sıkışmış Silivri tutukluları</span><span> </span><b>Mustafa Balbay</b><span>’</span><span>a, </span><b>Tuncay Özkan</b><span>’</span><span>a, </span><b>Mehmet Haberal</b><span>’</span><span>a, </span><b>Doğu Perinçek</b><span>’</span><span>e,</span><b> Hikmet Çiçek</b><span>’</span><span>e, </span><b>Fatih Hilmioğlu</b><span>’</span><span>na uygulanan zulme karşı tavır demokratlığın turnusol kâğıdıdır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>“</span><i>Demokratım</i><i>”</i><span> diyeceksin, yandaşının burnu kanadı mı</span><span> </span><span>şahin kesileceksin, karşıtının gördüğü zulüm karşısında sus pus olacaksın. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bunun adı demokratlık değil, sahtekârlıktır.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Tüm Müslüman okurlarımın Kurban Bayramı</span><span>’</span><span>nı kutluyor, mutlu, sağlıklı, başarılı günler diliyorum.</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-40378772760655079162010-12-06T02:36:00.000-08:002010-12-06T02:40:51.471-08:00MECZUPLAR, LİBERALLER, 'YENİ SOLCULAR' - 15.11.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Eskiden eline bir balta, çekiç ya da bir kazma alıp </span><b>Atatürk</b><span> heykellerine saldıranlara </span><i>“</i><i>meczup</i><i>”</i><span> denir, dönemin siyasal koşullarına göre bunların sayısında artışlar veya düşüşler gözlenirdi. Yakalanırlar, karakola götürülürler, haklarında tutanaklar tutulurdu. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Türk Dil Kurumu Büyük Sözlük</span><span>’</span><span>ünde </span><i>“</i><i>meczup</i><i>”</i><span> sözcüğü ilk seçenekte </span><i>“</i><i>Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse</i><i>”</i><span>, ikinci seçenekte ise </span><i>“</i><i>aklını yitirmiş kimse, deli</i><i>”</i><span> olarak veriliyor. Yukarıda sözünü ettiğim elleri baltalı-çekiçli-kazmalılar, yüzlerindeki çember sakalları, üzerlerindeki cüppeleri, kafalarındaki serpuşlarıyla genelde </span><i>“</i><i>belli</i><i>”</i><span> bir görünüm sergilediklerinden büyük olasılıkla </span><i>“</i><i>Tanrı aşkıyla aklını yitirmişler</i><i>”</i><span> kategorisinde değerlendiriliyor, dolayısıyla ceza almaktan kurtuluyorlardı</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Geçmişte toplumun ortak algısı da Atatürk heykeline saldıran bir kişinin mutlaka aklını yitirmiş biri olduğu yönündeydi. </span><i>“</i><i>Eski</i><i>”,</i><span> </span><i>“</i><i>henüz değişmemiş</i><i>” </i><span>Türkiye</span><span>’</span><span>de aklı başında bir insanın böyle bir şey yapması düşünülemezdi. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Son zamanlarda hızlanan </span><i>“</i><i>değişim</i><i>”</i><span> sürecinde </span><i>“</i><i>heykel</i><i>”</i><span>in bir simge olarak önemini yitirmesiyle birlikte eli baltalı-çekiçli-kazmalı meczup sayısı yok denecek ölçüde azaldı</span><span>. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Atatürk</span><span>’</span><span>e ve onun kişiliğinde Türkiye aydınlanmacılığının ürünü, toplumun ortak değerlerine saldırı işini </span><i>“</i><i>liberaller</i><i>”</i><span> üstlendiler. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Atatürk</span><span>’</span><span>ün ne diktatörlüğü ne faşistliği ne de ırkçılığı kaldı</span><span>.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Cumhuriyet de, Cumhuriyet Devrimleri de lime lime edildi.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Liberaller, Cumhuriyet kurulduğunda 13 milyonun biraz üzerinde olan nüfusumuzun yüzde 10</span><span>’</span><span>unun okuma yazma bilmediği, toplumun neredeyse tamamına yakın büyük çoğunluğunun kendisini </span><i>“</i><i>ulus</i><i>”</i><span> ile değil, Osmanlı Müslümanlığı ile özdeşleştirdiğini, böylesi bir zeminde çağdaş bir devlet kurmanın zorluğunu düşünmek istemiyorlar, hâlâ </span><i>“</i><i>Cumhuriyet eksik kuruldu, çünkü demokrasi yoktu</i><i>” </i><span>türünden ahkâm kesiyorlardı</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Atatürk</span><span>’</span><span>e, Cumhuriyet devrimlerine saldırıyorlar, saldırıyorlar ama bir türlü hızlarını alamıyorlardı. Öyle ki Taraf gazetesinin 10 Kasım tarihli sayısındaki köşesinde Atatürk</span><span>’</span><span>ü kastederek, </span><i>“</i><i>Cumhuriyet</i><i>’</i><i>in kurulmasından itibaren kötülüğü/ yanlışlığı/ çirkinliği bariz olan öyle işler yapıldı ki, iyiliği/ doğruluğu/ güzelliği sorgulanamaz olan bir isim üzerinden tüm bu zulümlerin hasıraltı edilebileceği</i><i> </i><i>sanıldı</i><i>”</i><b> </b><span>diye yazan</span><b> Hilal Kaplan, </b><span>CNN Türk</span><span>’</span><span>te</span><b>, Ahmet Hakan</b><span>’</span><span>ın Tarafsız Bölge</span><span>’</span><span>sinde </span><i>“</i><i>Cumhuriyet</i><i>’</i><i>in temellerinin Osmanlı dönemimde atıldığını</i><i>”</i><span> bile iddia edebiliyordu.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Aynı akşam, aynı programda yine bir Taraf gazetesi yazarı olan </span><b>Melih Altınok</b><span> </span><i>“</i><i>solculuk adına</i><i>”</i><span> 10 Kasım günü ilk sayfalarının tamamını ya da bir bölümünü Atatürk</span><span>’</span><span>e ayıran gazetelere ateş püskürüyor, kendi gazetesinin o gün Atatürk</span><span>’</span><span>ten hiç söz etmemesini savunurken, </span><i>“</i><i>İsteyen parasıyla ilan verir, gazete de yayımlar</i><i>”</i><span> diyerek aklı sıra </span><i>“</i><i>sol muhalefet</i><i>”</i><span> yapıyordu. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Atatürk</span><span>’</span><span>e ve Cumhuriyet devrimlerine saldırmak dincisiyle, yenilikçisiyle, değişimcisiyle,</span><i> </i><i>“</i><i>yeni</i><i>”</i><i> </i><span>solcusuyla 2000</span><span>’</span><span>li yılların liberallerinin ortak paydasıydı. Bundan geçiniyorlardı</span><span>. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Durumları en acıklı olanlar ise özlerinde liberal sağcı, sözlerinde ise solculuğu kimselere bırakmayan takımın aktörleriydi. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kadın-erkek eşitliğinden söz ediyorlar, fakat </span><i>“</i><i>eşit işe eşit ücret</i><i>”</i><span> istemi akıllarına gelmiyordu. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>“</span><i>Demokrasi</i><i>”</i><span>, </span><i>“</i><i>özgürlük</i><i>”</i><span> diyorlar, fakat sendikalaşma özgürlüğünü, memurlara grev hakkını ağızlarına almıyorlar, taşeronlaşmaya karşı çıkmıyorlardı</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Okurlarına</span><b> Lenin</b><b>’</b><b>in</b><span> </span><i>“</i><i>Emperyalizm</i><i>”</i><span>ini okumalarını öneriyorlar, fakat emperyalizme karşı çıkmıyorlardı</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>AKP</span><span>’</span><span>nin, dolayısıyla kapitalizmin yanında, emeğin ise karşısında yer alan bir tuhaf insanlardı</span><span>.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Değişim</i><i>” </i><span>ile birlikte solculuğun ölçütleri de değişmişti anlaşılan. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İnsan gülsün mü, ağlasın mı bilemiyordu.</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-20349686724367997382010-12-06T02:34:00.000-08:002010-12-06T02:36:39.980-08:00LİBERAL BİR BİLİM KADINI - 14.11.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Adını not etmeyi savsaklamışım o liberal bilim kadınının. Geçen akşam </span><b>Mine Kırıkkanat</b><span>’</span><span>la birlikte Habertürk TV</span><span>’</span><span>nin canlı yayınına çıkmıştı. Ekranda çok görünenlerden biri değildi, ya da ben rastlamamışım. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kızıla yakın renkte saçları, yazar </span><b>Astrid Lindgren</b><span>’</span><span>in ünlü kahramanı</span><span> </span><b>Pippi Langstrumpf</b><span>’</span><span>un başının iki yanında yere koşut dikelen örülü saçlarının çözülmüş, kabarmış halini andırıyordu. İri gözlerini devirerek konuşan, şık giyimli, </span><i>“</i><i>profesör</i><i>”</i><span> unvanlı bir kadındı</span><span>.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Daha ilk sözlerinden, </span><span>“</span><span>entelektüel</span><span>”</span><span> birikime büyük önem ve değer verdiği anlaşılıyor, bu da izleyenleri haklı olarak bu bağlamda bir beklenti içine sokuyordu. Karşısında Sevgili Mine gibi doğru bildiğini </span><i>“</i><i>dan dan</i><i>” </i><span>konuşan biri olması kendisi için büyük şanssızlıktı. Eveliyor, geveliyor, devekuşu kovalıyor, fakat bir türlü giderek sabırları taşan izleyicilerin beklentilerini karşılayacak noktaya gelemiyordu. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Konu </span><i>“</i><i>türban</i><i>”</i><span>dı. Mine, son zamanlarda ilkokullara inme eğiliminin ülkenin dört bir yanında görülen somut örneklerinden söz edince sıkışmış</span><span>, </span><i>“</i><i>Bu da nereden çıktı</i><i>?”</i><span> türünden sorularla dünyadan habersiz bir şaşkın rolüne bürünmüştü. Mine ise bastırdıkça bastırıyordu. Liberal bilim kadını bakmıştı ki böyle olmayacak, </span><i>“</i><i>Ben buraya tartışmaya gelmedim, bir entelektüel olarak sormaya, sorgulamaya geldim!</i><i>”</i><span> demişti. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İzleyiciler de zaten bu sözlerinden sonra onun bir </span><i>“</i><i>entelektüel</i><i>”</i><span> olduğunu anlamışlardı. Ne var ki entelektüelliği Mine</span><span>’</span><span>nin hayatın içinden, somut görüntülerden, yaşananlardan hareketle tam isabet tutturduğu salvo atışlarını karşılamaya yetmiyordu. Bir iki kez karşı atış denedi, ıskaladı. Olmuyordu. Bunalmıştı</span><span>. </span><i>“</i><i>Sizin entelektüel düzeyiniz beni anlamanıza yetmiyor!</i><i>”</i><span> dedi, fakat bu sözleri bir gülümseme dışında karşılık bulamadı</span><span>. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Ve o da sonunda, </span><i>“</i><i>Ben, türbanı insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde</i><span> </span><i>ele alıyorum</i><i>” </i><span>diyerek tüm öbür türbancı</span><span> </span><i>“</i><i>sözde</i><i>”</i><span> liberallerin yaptığı gibi </span><i>“</i><i>hak ve özgürlükler</i><i>”</i><span> limanına sığındı</span><span>. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>O da benzerlerinin düştüğü yanılgıya düşüyor, </span><i>“</i><i>hak ve özgürlükleri</i><i>”</i><span> savunmanın liberallerin tekelinde olduğunu düşünüyor, </span><i>“</i><i>eşitlikçilik</i><i>”</i><span>ten soyutlanmış hak ve özgürlüklerin son çözümlemede bir anlam ifade edemeyeceğini aklına bile getirmiyordu. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Entelektüel düzeyi ancak bu kadarına yetiyordu türbanı savunan, frapan-liberal bilim kadınının.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Mine, kadına, </span><i>“</i><i>Siz Patagonya</i><i>’</i><i>da mı yaşıyorsunuz?</i><i>”</i><span> diye sorarken haklıydı. Ayaklarının bu topraklara basmadığı o kadar açıktı ki.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Liberal bilim kadınının argümanlarını duydukça, </span><i>“</i><i>Üniversitelerde türbana bir itirazım yok!</i><i>” </i><span>diyenler bile bu görüşlerinden çark edebilirlerdi. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bilim kadını bocaladıkça Mine salvolarını sıklaştırıyordu. Dünya kadın hareketinin başlangıç tarihi olarak kabul edilen 8 Mart 1857</span><span>’</span><span>den günümüze köprüler kurduktan sonra, </span><i>“</i><i>Kadın-erkek eşitliği hakkında ne düşünüyorsunuz?</i><i>”</i><span> diye sordu. Kadın yine eveledi, geveledi, devekuşu kovaladı, sonunda, </span><i>“</i><i>Bu soruya cevap vermeyeceğim</i><i>”</i><span> dedi. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Entelektüel düzeyi bu denli basit soruları yanıtlamasına </span><i>“</i><i>tenezzül</i><i>”</i><span> etmeyecek derecede yüksekti liberal bilim kadınının! </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İncir çekirdeğini doldurmayan boş lafların dayanılmaz rahatlığına alışmış, bilimi hayatın dışında gören o </span><i>“</i><i>entelektüel</i><i>”</i><span> olma savındaki okumuş yazmışların bildik huzursuzluğu çökmüştü üzerine. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Ne yazık ki üniversitelerimizde, yüksekokullarımızda bu türden </span><i>“</i><i>liberal</i><i>”</i><span> öğretim üyelerinin sayısı artıyor. Çocuklarımızı bunlar eğitiyor. Çocuklarımız, bir Avrupa üniversitesinin kapısından bile geçemeyecek bu YÖK ürünü sözde </span><i>“</i><i>bilim insanlarının</i><i>”</i><span> derslerini </span><i>“</i><i>bilim</i><i>”</i><span> sanarak izliyorlar. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Yazık!</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-46960850666375162502010-12-06T02:24:00.000-08:002010-12-06T02:27:56.422-08:00İŞTE BEN HUKUKÇUNUN BÖYLESİNİ SEVERİM - 10.11.2010<p align="justify"><span class="H4"><b></b></span><span style="font-size:130%;"><span>Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı</span><span> </span><b>Hayati Yazıcı</b><span> </span><i>“</i><i>mektepli</i><i>”</i><span> bir hukukçudur, o bildiğimiz </span><i>“</i><i>köy kahvesi hukukçularından</i><i>”</i><span> değildir. Okumuştur yani. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi</span><span>’</span><span>ni bitirmesinin ötesinde Çayırlı, Mihaliççık, Kargı hâkimliklerinde bulunmuştur. 1984 yılında kamudaki görevinden ayrılarak avukatlığa başlamış, hatta Başbakan</span><span>’</span><span>ın başbakan olmadan önce avukatlığını ve hukuk müşavirliğini yapmış, 2002 yılında yapılan genel seçimlerde TBMM</span><span>’</span><span>ye girmiştir.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Olağanüstü bir pratik zekâya sahiptir, bunu birçok kez kanıtlamıştır. Ortalama zekâ düzeyine sahip insanların bir araya gelip de çözmeye uğraştıkları, fakat bir türlü çözemedikleri sorunları bir bakışta şıppadanak çözüvermesiyle </span><i>“</i><i>temayüz</i><i>”</i><span> etmiştir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bu olağanüstü yanı üç gün önce kendini bir kez daha ve her zamankinden çok daha belirgin ve somut olarak göstermiştir. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Çetrefilli bir konu olan, bir torba gibi içi boşaldıkça büzülen Ergenekon Davası</span><span>’</span><span>nın uzatmalı tutuklularına ilişkin olarak, </span><i>“</i><i>Camideki insanlar nasıl eşit bir pozisyonda saf tutuyorlarsa, onlar gibi eşittir. Yargıda insanların sıfatlarına bakılmaz</i><i>”</i><span> diyerek karşı çıkılmasına olanak tanımayan bir saptamada bulunmuştur. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Davayı kafasında çoktan çözmüş, sanıkların gizli niyetlerini açığa çıkartarak haklarında mahkûmiyet kararı vermiş, iş, verdiği kararı Silivri yargıçlarının uygulamasına kalmıştır. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><b> </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bu sözler ona aittir: </span><i>“</i><i>Bu insanların tutukluluk sürelerinin 18 aydır devam etmesi, </i><span>‘</span><span>haksızlığa uğradılar, tahliye edilsinler</span><span>’</span><i> gerekçesini haklı kılmaz. Mutlaka onların orada tutulmasının gerekçesi var. Darbe teşebbüsü başlı başına suç. </i><span>‘</span><span>Bunların hiç eylemi yok. Bunları oturup konuştular</span><span>’</span><i> demek olmaz.</i><i>”</i></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Ne derin, ne sağlam bir hukuk mantığı, değil mi?</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Söz konusu </span><i>“</i><i>hukuk</i><i>”</i><span> oldu mu bir hukukçunun kendini tutamaması bilinen bir durumdur; hele o hukukçu onun gibi bir </span><i>“</i><i>hukukçu</i><i>”</i><span> olursa</span><span>…</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Sözlerini sürdürmüştür: </span><i>“</i><i>Zaten bunların eylemi olsaydı yargılamayı onlar yapacaktı, mahkemeleri onlar kuracaktı. O zaman iş işten geçmiş olacaktı. Siz bunları yargılayabiliyorsanız, teşebbüs aşamasında kaldıkları için yargılayabiliyorsunuz. Zaten bunlar başarıya ulaştıktan sonra, kendi hukuklarını kendileri kurarlardı</i><i>.”</i><span> </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Gördüğümüz gibi aylardır ne yapsak, ne etsek de uzun süredir içeride tuttuğumuz iki gazeteci, iki bilim adamı, üç teğmeni suçlu kılacak delil bulabilmek için saman yığınında toplu iğne aramaktan helak olan yargıçların bulamadıklarını o, kafasında bulmuş, sanıkları suçlu ilan etmiştir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bu, sözünü ettiğim o olağanüstü pratik zekânın bir başarısıdır. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><b> </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>O halde tutuklular serbest bırakılmamalı, serbest bırakılmamalarına ses çıkarılmamalıdır. </span><i>“</i><i>Onun için bunları yadırgamamak lazım</i><span>”</span><span>dır. </span><i>“</i><i>Zaten bunlar zihinsel olarak gelişen suçlardır.</i><i>”</i><span> Kısacası tutuklular içeride kalacakları kadar kalmalı, çürümeye bırakılmalıdırlar.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">İşte, çözümleme denen şey budur. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Ona göre </span><i>“</i><i>suç</i><i>”</i><span> henüz zihinsel gelişme aşamasındayken önlemi alınmalı, zihinsel gelişme bir </span><i>“</i><i>zihniyet</i><i>”</i><span>e dönüşmeden o zihni taşıyan kafa cezasını bulmalıdır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Çünkü </span><i>“</i><i>Ortada bir plan var</i><i>”</i><span>dır. </span><i>“</i><i>Bu planın içerisinde yer almanın da ceza kanununca öngörülmüş bir cezası var</i><i>”</i><span>dır.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bu sözlerde hukuk felsefesi de, hukuk mantığı da yeni boyutlar kazanmaktadır. Bu felsefe, bu mantık referandum sonrası ortaya çıkan </span><i>“</i><i>yeni demokrasi</i><i>”</i><span>ye önemli bir katkıdır. Bir kazanım, bir zenginliktir.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">İşte ben hukukçunun böylesini severim, dememin gerekçesi de budur.</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-26749680149060452572010-12-06T02:18:00.000-08:002010-12-06T02:24:19.439-08:00HERKES KENDİ TUHAFLIĞINI YAŞAMAKTA ÖZGÜRDÜR - 08.11.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Dün </span><b>Nilgün Cerrahoğlu</b><span> ile </span><b>Zeynep Oral</b><span> arkadaşlarım da aynı konuya değindiler; onlardan esinlenip bir de ben yazayım dedim. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Konu, üç gün önceki Uluslararası Kadın Buluşması</span><span>’</span><span>nda bir avuç kadının pankart açarak Başbakan</span><span>’</span><span>ı ve başbakancı kadınları huzursuz etmesi olayıdır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Huzursuzluk kaynağı pankartta,</span><i> “</i><i>Erkeklerin Sevgisi Her Gün 3 Kadını Öldürüyor</i><i>”</i><span> ve</span><i> “</i><i>Eşit Değilsiniz Dendikçe Daha Çok Öldürülüyoruz</i><span>”</span><span> yazıyor. Olacak şey değil tabii, hem de İstanbul Kültür Başkenti 2010 gibi önemli bir etkinlik çerçevesinde yapılan bir toplantıda. Üstelik de Başbakan </span><i>“</i><i>kadın mevzuunda</i><i>”</i><span> konuşurken... </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bizim Başbakan boş gezmiyor bilindiği gibi, kendisini halktan koruyan korumalarla dolaşıyor hep. İriyarı, gürbüz çocuklar. E, böyle bir olay olacak da bir şey yapmayacaklar! Yapmışlar, açtıkları pankartla toplantının ahengini bozan kadınları derdest edip dışarı atmışlardır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Salondaki başbakancı kadınlar ise gördüklerinden mutlu, bir yandan huzursuzluk çıkaran hemcinslerini yuhalarken, öte yandan Başbakan</span><span>’</span><span>a, </span><i>“</i><i>Türkiye seninle gurur duyuyor!</i><i>”</i><span> diye bağırmışlardır olanca sesleriyle. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Yakışmıştır. Başbakan</span><span>’</span><span>a da, o kadınlara da. </span></span></p><p align="center"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Daha önce bu köşede yazmıştım. Dünya Ekonomik Forumu</span><span>’</span><span>nun 2010 yılı raporunda 134 ülkede yapılan bir araştırma sonuçlarına göre kadın-erkek eşitliğinde Türkiye</span><span>’</span><span>nin 124. sırada yer aldığı belirtiliyor.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Yakışıyor</i><i>”</i><span> dememin nedeni de budur; Başbakanının, </span><i>“</i><i>Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum</i><i>”</i><span> dediği bir ülkenin konuya ilişkin uluslararası sıralamada 124.</span><span>’</span><span>lüğü alması, geniş bir kadın kitlesinin ülkenin bulunduğu yerden mutlu olması gibi, bu mutluluğa gölge düşüren hemcinslerini yuhalaması da doğal değil midir? </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Başbakancı, aynı zamanda da başları türbanlı bu kadınları artık iyice tanıyoruz. Onlar </span><i>“</i><i>özgürlükçüler</i><i>”</i><span>dir. Önce demokratlaşarak savaşımını vermişler, sonra da savaşımını verdikleri türbanı takarak özgürleşmişlerdir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bu size tuhaf, hem de çok tuhaf gelebilir. Ama unutmayalım ki herkes kendi tuhaflığını yaşamakta özgürdür. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Özgürleşmiş bu kadınlar, </span><i>“</i><i>Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum</i><i>” </i><span>diyen Başbakan</span><span>’</span><span>a yürekten bağlıdırlar, çünkü erkeklerle eşit tutulmak gibi bir dertleri yoktur. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Varsın, son yedi yılda kadın cinayetleri yüzde 1400 artmış olsun! </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bu, onların ilgi alanları dışındadır. </span></span></p><p align="center"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Ne yalan söyleyeyim, televizyon kanallarında ilk göründükleri dönemde merakla izliyordum acaba ne söyleyecekler diye. Giderek söyledikleri eskidi, söylediklerini yineler oldular, sıradanlaştılar. Kendi kendileriyle çelişmelerinden doğan tuhaflıkları bile ilgimi çekmez oldu. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Gördüm ki bunların onulmaz bir kimlikleşme-aidiyet sorunları var; türbanı aidiyetlerinin bir simgesi olarak görüyorlar. Bu simgeyi korumak için verdikleri savaşımın kendilerini bir arada tutacağına, güçlü kılacağına inanıyorlar. Aslında türbanın serbest bırakılmasını hiç istemiyorlar, serbest bırakılırsa ellerinden oyuncakları alınmış çocuklar gibi ortada kala kalacaklarını biliyorlar. İçinden nasıl çıkacaklarını bilemedikleri bir ikilemdeler. Onları tuhaflaştıran da bu!</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Onların türban savaşımlarını insan hakları bağlamında destekleyen feministleri, salt, </span><i>“</i><i>Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum</i><i>”</i><span> diyen Başbakan</span><span>’</span><span>a, </span><i>“</i><i>Eşit değilsiniz dendikçe daha çok öldürülüyoruz</i><i>”</i><span> diye pankart açtıkları için yuhalamak başlı başına bir tuhaflık değil midir?</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bırakalım tuhaflıklarının özgürlüğünü yaşasınlar. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Yaşadıkları kadar!</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-86978435805952738302010-12-06T02:14:00.000-08:002010-12-06T02:17:06.019-08:00İYİ ŞEYLER DE OLUYOR BU ÜLKEDE - 07.11.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Sevgili dostum </span><b>Ataol Behramoğlu</b><span> dünkü yazısında, </span><i>“</i><i>Ülkemizde yaşanmakta olan her şey kötü mü?</i><i>” </i><span>diye sorduktan sonra, </span><i>“</i><i>değil kuşkusuz</i><i>” </i><span>diyerek kendisi yanıtlıyordu sorusunu. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Ona katılıyorum. Aşağıdaki sözlerine de... </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><i>“</i><i>Son günlerde olan ve olabilecek en iyi şey, 3 Kasım tarihli ilk </i><span>‘</span><span>Onuncu Köy</span><span>’</span><i>ünde, </i><b>İlhan Selçuk</b><i> için sevgi satırlarıyla örülmüş, akıl ve duyguyla işlenmiş ilk yazısıyla, hepimizin gönüllerindeki yerini daha da güçlendiren </i><b>Bekir Coşkun</b><span>’</span><i>un </i><span>‘</span><span>Cumhuriyet</span><span>’ </span><i>ailesine katılması oldu. Demokrasi için yürüyüşümüz şimdi daha güçlü ve uzun soluklu olacak...</i><i>” </i></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bu akşam sona erecek olan 29. İstanbul Kitap Fuarı</span><span>’</span><span>nın son yıllardaki ziyaretçi sayısı 320 ile 350 bin arasında değişiyordu. Bu yıl ise bizleri daha ilk iki günde şaşırtan bir gelişme oldu; bu sayıda önemli bir artış gözlemledik. Bu akşam fuarın kapıları kapanırken ziyaretçi sayısı tam ne kadar olur bilemiyorum ama mutlaka 400 binin üzerinde olacak. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bu artışın ardındaki nedenler nedir, bunu araştıracağız. Fakat ne olursa olsun bu, ülkemiz adına, ülkemizin geleceği adına olumlu bir gelişmedir. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kitap fuarlarına gelmek, kitapları incelemek, kitap satın almak insanların bilgilenme, öğrenme gereksiniminin bir yansımasıdır. Uzun yıllardır edindiğimiz deneyimler bize bu gereksinimin toplumdaki </span><i>“</i><i>arayış</i><i>” </i><span>eğilimlerinin artmasına bağlı olarak yoğunlaştığını gösteriyor. Her </span><i>“</i><i>arayış</i><i>”</i><span>ın temelinde ise belli bir durumdan kurtulma, çıkma, durumu değiştirme-dönüştürme arzusu yatar. Durum bir bunalıma dönüştüğü ölçüde de bu arzu giderek güçlenir. Sanırım, kitap fuarındaki olağanüstü ziyaretçi artışını insanlarımızdaki söz konusu arzunun güçlenmesiyle de ilişkilendirebiliriz. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Toplumumuz mutlaka kendisini sıkıştıran, acıtan, kanatan siyasal kıskaçtan kurtulmanın yollarını bulacaktır. İktidar sahipleri ne kadar uğraşsalar, ne kadar didinseler de toplumun kurtuluşu mutlaka gerçekleşecektir. İnsanlarımız beslendikleri yalanlardan artık kusma noktasına gelmiştir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">12 Eylül referandumu öncesinde iktidar sözcüleri tarafından söylenip sonrasında unutulan örneklerden yalnızca ikisi bile gelinen noktayı göstermek için yeterlidir. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İlki, </span><i>“</i><i>taş atan çocuklar</i><i>”</i><span>a ilişkindir. AKP iktidarının demokratikleşme sözünün bir parçası olan bu konuda verilen sözler tutulmamıştır. Taş attıkları için tutuklanmış, hüküm giymiş ya da yargılanmakta olan çocukların yarıdan fazlası hâlâ içeridedir.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>İkincisi, referandum öncesi topluma 12 Eylül 1980 darbesi suçlularının yargı önüne çıkarılacağı sözü verilmiştir. Baş suçlu </span><b>Kenan Evren</b><span>’</span><span>in, simgesel olarak bile yargı önüne çıkarılmaması bir yana 2011 yılı bütçesiyle maaşı 11.400 TL</span><span>’</span><span>den 12.300 TL</span><span>’</span><span>ye çıkartılmıştır. Bırakalım yargılanmasını</span><span>, </span><span>İstanbul-Kızıltoprak</span><span>’</span><span>taki </span><i>“</i><i>Kenan Evren Lisesi</i><i>”</i><span>nin adı bile değiştirilmemiştir. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Toplumumuz, çok şükür, binlercesi sayılabilecek bu yalanları göremeyecek kadar ahmak, salak, kör değildir. </span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Yine kitap fuarına dönerek yazımı bir teşekkürle sonlandırmak istiyorum. İstanbul Kitap Fuarı</span><span>’</span><span>nın bugünlere gelmesinde fuara desteğini hiç esirgemeyen yazılı ve görsel basının önemli katkısı vardır. Özellikle televizyonların fuar özel programları ve gazetelerimizin yayımladıkları kitap eklerinin rolleri çok büyüktür. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Kitap eki deyince gazetemiz Cumhuriyet</span><span>’</span><span>i anmadan geçemeyeceğim. Cumhuriyet, 1984 yılından itibaren kitap fuarları süresince okurlarımıza kitap eki vermeye başlayarak bu konuda da yazılı medyaya bir örnek oluşturdu. Fikir babası</span><span> </span><b>Okay Gönensin</b><span>’</span><span>di. </span><b>Mürşit Balabanlılar</b><span> ve </span><b>Turhan Günay</b><span>’</span><span>ın çabalarıyla önceleri </span><i>“</i><i>Fuar Eki</i><i>”,</i><span> sonra </span><i>“</i><i>Çerçeve</i><i>”,</i><span> daha sonra da </span><i>“</i><i>Cumhuriyet Kitap</i><i>” </i><span>olarak bugüne kadar geldi. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Emeği geçen herkese teşekkürler. </span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-82088433362744534352010-12-06T02:08:00.000-08:002010-12-06T02:12:59.446-08:00GÖZLERİM MUSTAFA BALBAY'I ARIYOR - Ğ3.11.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><i>“</i></span><span class="H4"><i>Tutuklandığımda </i></span><span class="H4"><i>Deniz</i></span><span class="H4"><i> emekliyordu ve henüz dişleri çıkmaya başlamıştı</i></span><span class="H4"><i>.</i></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><i>Yağmur</i></span><span class="H4"><i>’</i></span><span class="H4"><i>un büyümesini adım adım izlemiş, yazmıştım. Deniz</i></span><span class="H4"><i>’</i></span><span class="H4"><i>i de öyle bir heyecanla bekliyordum.</i></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><i>Olmadı</i></span><span class="H4"><i>…</i></span></span></p><p align="justify"><span class="H4"><i><span style="font-size:130%;">Mayıstaki açık görüşte ağzında altı diş saydım.</span></i></span></p><p align="justify"><span class="H4"><i><span style="font-size:130%;">Temmuzda usul usul yürümeye başladı. Görüş salonunda birlikte 8-10 adım attık.</span></i></span></p><p align="justify"><span class="H4"><i><span style="font-size:130%;">2010 başında iyice afacanlaşmıştı. Açık görüşte, kapalı görüşte eğer uykuda değilse ortamın belirleyicisi oluyordu.</span></i></span></p><p align="justify"><span class="H4"><i><span style="font-size:130%;">İlk oyunlarımız kapalı görüşte cama vurmaca çeşitleri oldu.</span></i></span></p><p align="justify"><span class="H4"><i><span style="font-size:130%;">En güzel oyunumuz Nisan 2010 açık görüşündeydi. Kollarından tuttum, ayaklarıyla vücuduma tırmanmaya başladı. Tırmandı, tırmandı, göğsüme kadar gelince belinden tuttum, takla atma hareketiyle göğsümden yüzüme doğru adımladı. Tabanlarını burnumda, alnımda hissetmek ne güzeldi.</span></i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><i>Derken telefonu keşfetti. 2010 Mayıs ayının ilk kapalı görüşünde, camın arkasında ben, elindeki telefonda sesim</i></span><span class="H4"><i>…</i></span><span class="H4"><i> Arada cama vurdu, vurdu</i></span><span class="H4"><i>…</i></span><span class="H4"><i> Artık pencereyi de iyice anlamış, keşfetmiş olmalı ki, cam bölmenin iki yanında açıp kapama kolu aramaya başladı</i></span><span class="H4"><i>.</i></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><i>Bulamayınca sinirlendi, cama vurdukça vurdu</i></span><span class="H4"><i>…</i></span></span></p><p align="justify"><span class="H4"><i><span style="font-size:130%;">Ağlamasa o kadar hüzünlü olmayacaktı. Görüp dokunamamanın acısını yüksek hissettiğim anlardan biriydi.</span></i></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><i>Burun direği sızlamasının tarifi böyle de yapılabilir.</i></span><span class="H4"><i>” </i></span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><span>***</span></span><span class="H4"><b> </b></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><span>Yukarıdaki satırları</span></span><span class="H4"><b> Mustafa Balbay</b></span><span class="H4"><span>’</span></span><span class="H4"><span>ın yeni çıkan, okumaya başlayıp elimden bırakamadığım </span></span><span class="H4"><i>“</i></span><span class="H4"><i>Silivri Toplama Kampı</i></span><span class="H4"><i> –</i></span><span class="H4"><i> ZULÜMHANE</i></span><span class="H4"><i>”</i></span><span class="H4"><span> adlı kitabından aktardım.</span></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><span>Balbay 608 gündür </span></span><span class="H4"><i>“</i></span><span class="H4"><i>Zulümhane</i></span><span class="H4"><i>”</i></span><span class="H4"><span>de tutuklu. Neden, niçin, niye tutulduğunu bilmeden yatıyor. Adam mı vurmuş? Bir yere bomba mı koymuş? Silah mı kaçırmış? Teröristlere yataklık mı yapmış? Tümüne hayır! Salt iyi bir gazeteci olduğu, merak eden, araştıran, öğrendiklerini okurlarıyla paylaşan bir gazeteci olduğu için yargılanıyor. 608 gündür acı çektiriliyor. </span></span></span></p><p align="justify"><span class="H4"><span><span style="font-size:130%;">Savcıya göre arkadaşımız bir darbeci; darbe yapıp hükümeti devirecek, devlet erkine el koyacak. Peki, bunu kimlerle yapacak? Bu sorunun yanıtını birlikte yattığı kişilere bakarak verebiliyoruz: İki gazeteci, iki bilim adamı ve üniversite rektörü, bir parti başkanı, üç de teğmen! Ya generaller, albaylar? Onlar yok, onlar dışarıda!</span></span></span></p><p align="justify"><span class="H4"><span><span style="font-size:130%;">Özü dram olan bir komedi.</span></span></span></p><p align="center"><span class="H4"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></span></p><p align="justify"><span class="H4"><span><span style="font-size:130%;">İstanbul Kitap Fuarı tüm coşkusuyla sürüyor. TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi dört gündür on binlerce kitapseverle dolup dolup taşıyor. Pazar akşamına kadar 400 binin üzerinde ziyaretçinin katılımı bekleniyor.</span></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><span>Balbay</span></span><span class="H4"><span>’</span></span><span class="H4"><span>ın yukarıda sözünü ettiğim kitabı fuarda en çok satılan kitaplardan biri; bir haftada dördüncü basımı yapılmış. Cumhuriyet Kitapları standının önünden her geçtiğimde orada olmadığını bilmeme karşın gözlerim onu arıyor. Şimdi burada olsaydı önündeki kuyruğun sonu görünmezdi, diyorum. </span></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><span>Balbay, binlerce okuruyla buluştuğu kitap fuarlarının yıldızlarından biriydi. </span></span><span class="H4"><i>“</i></span><span class="H4"><i>Dava</i></span><span class="H4"><i>”</i></span><span class="H4"><span>, yalnızca ailesini, yakınlarını, dostlarını değil, on binlerce okurunu da onun sevecenliğinden, sıcaklığından, gözlerinin ışıltısından yoksun bıraktı</span></span><span class="H4"><span>. </span></span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span class="H4"><span>Ah, diyorum, Silivri yargıçları, ikisi değil, tümü ellerini vicdanlarına koysalar, vicdanlarıyla mantıkları arasında bir köprü kurup Balbay</span></span><span class="H4"><span>’</span></span><span class="H4"><span>ı serbest bıraksalar. O da çıkıp fuara gelse, hep olması gereken yerde olabilse ne güzel olur. </span></span></span></p><p align="justify"><span class="H4"><span><span style="font-size:130%;">Hayal işte, ama kimi hayaller gün gelip gerçeğe dönüşmezler mi? </span></span></span></p><p align="justify"><span class="H4"><span><span style="font-size:130%;">O gün niçin bu gün olmasın?</span></span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-89608305261194401742010-12-06T02:02:00.000-08:002010-12-06T02:07:53.553-08:00YÜZDE 10'LUKSEÇİM BARAJI YA DA ÜZERİMİZDEKİ DELİ GÖMLEĞİ - 01.11.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Genel seçimler büyük olasılıkla önümüzdeki yıl haziran ayının 5</span><span>’</span><span>inde yapılacak. Seçmenler bu seçimlerde de sandığa Siyasal Partiler Yasası</span><span>’</span><span>nda gerekli değişiklikler yapılmaksızın, yüzde 10</span><span>’</span><span>luk seçim barajı aşağıya çekilmeksizin gidecekler. Bu kadar yüksek orandaki seçim barajını gelecek seçimlerde de elimizi kolumuzu bağlayan, özgür hareket olanaklarımızı sınırlayan bir deli gömleği gibi üzerimizde taşıyacağız.</span></span></p><p align="center"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Seçim barajı tüm Avrupa ülkelerinde var ve her ülkenin kendi koşullarına göre belirlenmiş. Bir bakalım.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Almanya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5 ya da bir partinin adaylarının üç seçim bölgesinde birinci olmaları durumunda. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Arnavutluk</b><span>: Ülke genelinde yüzde 3, iki partinin ortak katılımında yüzde 5.</span><b> </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Avusturya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 4. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Belçika</b><span>: Her bir seçim bölgesinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Bosna/Hersek</b><span>: Ülke genelinde yüzde 3. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Bulgaristan</b><span>: Ülke genelinde yüzde 4.</span><b> </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Çek Cumhuriyeti</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Danimarka</b><span>: Ülke genelinde yüzde 2. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Estonya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Faroe Adaları</b><span>: Ülke genelinde yüzde 4.</span><b> </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Hırvatistan</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Hollanda</b><span>: Ülke genelinde 0.667. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>İtalya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 4.</span><b> </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>İspanya</b><span>: Seçim bölgelerinde yüzde 3. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>İzlanda</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Karadağ</b><span>: Ülke genelinde yüzde 3. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Kosova</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Letonya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Litvanya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5, iki ve/veya daha fazla partinin ortak katılımında yüzde 10.</span><b> </b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Macaristan</b><span>: Bölgesel oyların yüzde 5</span><span>’</span><span>i. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Moldova</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5, bağımsızlar için seçim bölgelerinde yüzde 3, iki ve/veya daha fazla partinin ortak katılımda yüzde 12. </span><b>Norveç</b><span>: Ülke genelinde yüzde 4. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Polonya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5, iki ve/veya daha fazla partinin ortak katılımında yüzde 8. </span><b></b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Romanya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5, iki partinin ortak katılımında yüzde 8, ikiden çok partinin ortak katılımında yüzde 10. </span><b>Rusya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 7. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>İsveç</b><span>: Ülke genelinde yüzde 4. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Sırbistan</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Slovakya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 5, iki ve/veya daha fazla partinin ortak katılımında yüzde 10. </span><b></b></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><b>Slovenya</b><span>: Ülke genelinde yüzde 4. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Ukrayna</b><span>: Ülke genelinde yüzde 3. </span></span></p><p align="justify"><span></span><span style="font-size:130%;"><b>Yunanistan</b><span>: Ülke genelinde yüzde 3. </span></span></p><p align="center"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Görüldüğü gibi, ülke genelinde yüzde 10</span><span>’</span><span>luk baraj gibi antidemokratik bir engel hiçbir Avrupa ülkesinde yoktur. Bu engel, 12 Eylül 1980 faşizminin, doğuşundan güdük olan demokrasimize giydirdiği bir deli gömleğidir. Bugüne kadar </span><i>“</i><i>demokratlık</i><i>”</i><span> savında olan ve TBMM</span><span>’</span><span>de temsil edilmiş ve edilen partiler -BDP geleneği dışında- bir faşizan yaptırım olan bu engelin kaldırılması için hiçbir girişimde bulunmamışlardır. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Her olanakta yasaklara karşı mücadele ettiğini dile getiren AKP, başlı başına bir </span><i>“</i><i>demokratik temsiliyet yasağı</i><i>”</i><span> olan bu engeli kaldırmayı aklına bile getirmemektir. Bunu, AKP</span><span>’</span><span>nin, sivil diktatörlüğe geçişte son eşik olan </span><i>“</i><i>çoğunlukçuluk</i><i>”</i><span> anlayışına uygun düşen bilinçli suskunluğuna verebiliriz. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>AKP</span><span>’</span><span>yi anladık da, peki CHP</span><span>’</span><span>ye ne oluyor? Elinde kapı gibi bir </span><i>“</i><i>demokratikleşme raporu</i><i>”</i><span> vardır. Oturup inceleseler, TBMM</span><span>’</span><span>de </span><i>“</i><i>çoklu temsiliyet</i><i>”</i><span>in önemini kavrayıp buna göre davranacaklardır. Fakat zahmet edip okumuyorlar, bu tür raporlar genel merkezde dolap bekliyor. Sonra Sayın </span><b>Kemal Kılıçdaroğlu</b><span> çıkıyor, </span><i>“</i><i>Seçim barajı yüzde 7</i><i>’</i><i>ye çekilmelidir</i><i>”</i><span> diyor. Niçin sözgelimi Danimarka</span><span>’</span><span>daki gibi yüzde 2, Yunanistan</span><span>’</span><span>daki yüzde 3 gibi değil de Rusya</span><span>’</span><span>daki gibi yüzde 7? Bunu bilemiyoruz, Sayın Kılıçdaroğlu bize seçim barajlarının en fazla yüzde 5 olduğu Avrupa</span><span>’</span><span>dan bir ülkeyi değil de bir Avrupa ülkesi olmayan Rusya</span><span>’</span><span>yı neden örnek aldığını açıklamıyor. </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Böyle bir açıklamayı bekliyoruz.</span></span></p><p align="center"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Demokrat geçinen, fakat demokrasiyi içselleştirememiş partilerin yalanla özdeş vaatlerinden bıktık, usandık artık. Açık sözlü, mert politikacıları; özleri sözleri bir, politikaları saydam partileri özlüyoruz. Öyle bir sıkıştırılmışız ki özlemlerimizi dile getirmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bu ülkeye de, bu ülkenin sahipleri olan insanlarına da yazık.</span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-637557688802956535.post-45983318153715254272010-12-06T01:49:00.000-08:002010-12-06T01:51:30.526-08:00KAFAYA ALINMAK - 31.10.2010<p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Haber kanallarından birinin ileti servisine aboneyim. Önemli haberleri özet olarak cep telefonuma gönderiyorlar. Yararlı bir hizmet olduğunu söylemeliyim. Ne var ki kimi zaman öyle haberler geliyor ki insan </span><i>“</i><i>kafaya alındığı</i><i>”</i><span> duygusuna kapılıyor. 29 Ekim günü böyle bir haber düştü cep telefonumun ekranına. Başbakan</span><span>’</span><span>ın eşi Cumhurbaşkanı</span><span>’</span><span>nın Çankaya Köşkü</span><span>’</span><span>nde verdiği Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna gitmemiş. Yine o duyguya kapıldım. </span><b>Emine </b><span>Hanım</span><span>’</span><span>ın Cumhurbaşkanı</span><span>’</span><span>ndan da olsa gelen bir çağrıya uyup uymaması beni niye ilgilendirsin? İsterse gider, isterse gitmez, bana ne?</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Doğal ki ardında yatan belli bir amaç var servis edilen bu türden haberlerin. Oturup, </span><i>“</i><i>Acaba Emine Hanım Cumhurbaşkanı</i><i>’</i><i>nın resepsiyonuna niçin gitmemiş olabilir?</i><i>”</i><span> diye düşüneceğiz, yorumlar üretip birbirimize anlatacağız. Acaba </span><b>Hayrünnisa </b><span>Hanım</span><span>’</span><span>la aralarında bir soğukluk mu var ya da Başbakan, eşinin bu kararını nasıl karşılamıştır, diye. Fasa fiso şeyler kısacası, iyi de tüm bunlar bizleri neden ilgilendirsin?</span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Amaç, bizleri asıl üzerinde düşünmemiz gereken konulardan, sorunlardan uzaklaştırmak. Çoğu zaman bu tuzağa düşmüyor değiliz ne yazık ki. Zamanımızın önemli bir bölümü bizi hiç ilgilendirmemesi gereken faso fiso konular üzerinde düşünmekle, konuşmakla geçiyor.</span></span></p><p align="center"><span style="font-size:130%;"><span>***</span><span> </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Başbakan, 12 Eylül referandumunun sonuçlarına ilişkin bir araştırma yaptırmış. Türkiye genelinde 75 bin kişiyle konuşularak bir yargıya varılmış. Buna göre, verilen </span><i>“</i><i>hayır</i><i>”</i><span> oyları seçmenin eğitim düzeyi yükseldiği oranda yükseliyor, oylar, seçmenin eğitim düzeyi düştüğü oranda da </span><i>“</i><i>evet</i><i>”</i><span>e dönüşüyormuş. Başbakan, 12 Eylül</span><span>’</span><span>de aldığı bu </span><i>“</i><i>cahil</i><i>” </i><span>desteğine çok şaşırmış. Vah ki vah! Ben de doğrusu Başbakan</span><span>’</span><span>ın ezelden beri bilinen bir gerçeğe salt bir araştırma sonucu ortaya çıktı diye şaşırmasına çok şaşırdım.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>AKP</span><span>’</span><span>nin talan kapitalizminden yararlanan yeniyetme girişimciler ile sekiz yıldır toplumun sindirimine sunulan fakat istenilen ölçüde sindirilemeyen koşullu özgürlük alanlarında doludizgin at koşturan yeniyetme liberaller dışında kalan toplum kesimleri hangi olağanüstü nedenlerle AKP</span><span>’</span><span>yi desteklesinler? </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi davranmayan bireylerin yaşam olanaklarını daraltan, özgürlüklerini kısıtlayan, bin bir çabayla erişilen aydınlığı karanlığa dönüştürmek için elinden geleni ardına koymayan bir iktidarı ancak eğitimsizlerin desteklemeleri, desteklemiş olmaları doğal değil midir? </span></span></p><p align="justify"><span><span style="font-size:130%;">Bunda şaşılacak ne vardır?</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>AKP</span><span>’</span><span>yi destekleyenler bu toplumun eğitimsizlikleri oranında en yoksun, en yoksul, en aç kesimleridir. Din gibi, iman gibi siyasallaştırılmış araçlarla kendi çıkarlarına aykırı davranışlara kolayca yönlendirilebilen kitlelerdir. </span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Eğitimli insan hiç celladının işini kolaylaştırır mı</span><span>?</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Eğitimli insanlar </span><i>“</i><i>Emine Hanım</i><i>’</i><i>ın resepsiyon kararı</i><i>”</i><span> gibi faso fisolarla kafaya alınmalarına izin verirler mi?</span></span></p><p align="center"><span><span style="font-size:130%;">***</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Bugün pazar. Günümü İstanbul Kitap ve Sanat Fuarı</span><span>’</span><span>nda geçireceğim. Yayıncı, yazar, ressam dostlarımla buluşacağım, kitapları karıştıracağım, resimlerle, heykellerle ruhumu zenginleştireceğim. Binlerce ziyaretçiyle birlikte kitap ve sanat coşkusunu soluyacağım.</span></span></p><p align="justify"><span style="font-size:130%;"><span>Gün boyu aklıma ne Çankaya Köşkü ne Cumhurbaşkanı</span><span>’</span><span>nın resepsiyonu ne Emine Hanım ne de Başbakan gelecek. </span></span></p>Deniz Kavukçuoğluhttp://www.blogger.com/profile/04277953985506477140noreply@blogger.com0