Bu yazıyı Ravensburg’dan yazıyorum. Ravensburg, Bodensee Gölü’ne 40 km uzaklıkta, İtalya-İsviçre sınırının birleştiği bölgeye yakın, 44 bin nüfuslu şirin bir kent. II. Dünya Savaşı’nda bombalanmadığından tarihsel dokusu ortaçağlardan bugüne hiç bozulmadan gelmiş. Dünyaya adını “Ravensburger Spiele” diye bilinen kızmabirader, amiral battı gibi salon oyunlarının üretim merkezi olarak duyurmuş.
Kentin ikinci bir özelliği de ‘uygulamalı yüksekokul’a ev sahipliği yapıyor olması. Okulun özgün adı “Duale Hochschule”, “çiftli” olarak çevrilebilir, bu belki daha da doğru olur, fakat ben anlaşılabilir olması açısından şimdilik “uygulamalı” sözcüğünü kullanıyorum.
Öğrencileri; 13 yıllık lise eğitiminden sonra “yeni meslekler”e ilgi duyan gençler. Burada sanat yönetimi, spor tesisleri yönetimi, kongre organizasyonu, fuar yapım teknikleri, fuarcılık vb. alanlarda öğrenim görüyorlar. Bizim de burada bulunuş nedenimiz TÜYAP ve Kültür Üniversitesi işbirliğiyle projelendirilme aşamasında olan Yüksek Fuarcılık Eğitimi’ne ilişkin olarak Ravensburg’lu dostlarımızla düşünce alışverişi yapmak.
***
Almanya bu yıl şiddetli bir kış geçiriyor. Ravensburg’da da sürekli kar yağıyor, ısı -3 ile -7 arasında değişiyor. Çevre bembeyaz. Onca kara karşın nasıl oluyorsa yollar hiç kapanmıyor, hiç kaza olmuyor. İnsanlar günlük yaşantılarını alışıldık biçimde sürdürüyorlar.
Almanlar Noel’i çok önemserler. Tüm Alman kentlerinde olduğu gibi burada da, merkezde bir “Noel pazarı” kurulmuş, küçük kulübeciklerde el işi ürünler, Noel ağacı süsleri, hediyelik eşya satılıyor. En çok rağbet görenler ise sıcak şarap ile yöresel kurabiyelerin satıldığı kulübeler. Mağazalar ise dolup taşıyor, insanlar Noel’i yeni giysilerle kutlamak istiyorlar.
Telaşlı görüntüler bizdeki bayram öncesi alışveriş koşuşturmalarını andırıyor.
Katolik ya da Protestan olsun inançlı bir Almanın en büyük düşü Noel’i kar altında kutlamaktır. Ne var ki çoğu yıllar kar Noel’den sonra gelir; bu yıl ise farklı, bu farklılık insanları mutlu etmiş, kar 24 Aralık akşamına kadar kesilmesin diye dua ediyorlar.
***
Kaldığım otelin 700 yıllık bir geçmişi var. Hemen yakınındaki tarihsel gözetleme kulesinin bekçilerine konut olarak inşa edilmiş. 1640 yılında üzerine bir kat daha çıkılmış, 18. yüzyılda ise bir kat daha çıkılarak altında ahırı, fırını, bakkalı, şarap evi bulunan bir hana, 1891 yılında da alt katında enfes yöre yemeklerinin sunulduğu bir lokantası olan şirin bir otele dönüşmüş. Lokantanın yemekleri gerçekten nefis, şarapları da.
Odam otelin arka cephesinde, bir avluya bakıyor. Avlu çam ağaçlarıyla çevrili, aralarından yine ağaçlarla kaplı bir tepe görünüyor.
Avlu, yandaki evlerin damları, ağaçların dalları karla kaplı, bembeyaz. Penceremi açıyorum, odaya zıpkın gibi sert, ama tertemiz bir hava doluyor.
***
Birazdan Stuttgart’a doğru trenle yola çıkacağız. İki saatlik yol. Oradan da uçakla ver elini İstanbul. Hayat eski rayına oturacak.
Evime varınca ilk işim televizyonu açmak, CHP Kurultayı’nda ne olup bitti, öğrenmeye çalışacağım.
Umut işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder