22 Ağustos 2010 Pazar

"HRANT DİNK YAYLASI" - 22.08.2010

Geçen pazar günü Hürriyet Gazetesi'nin Seyahat ekinde bir Ağrı Dağı tırmanışı öyküsü vardı sayfa sayfa. Japonlar filan bile gelmiş. Daha önceki başka bir haberi hatırlattı bu bana. Ermeni dağcılar, aldıkları tırmanış izni Turizm Bakanlığı tarafından iptal edildiği için ‘korsan’ tırmanmışlardı Ağrı'ya. temmuz ayında.

Ne bileyim, mesela Ermeni dağcılar çıksın artık Ağrı'ya. Devletimiz, AİHM'ye verdiği savunmayı affettirmek için hiç değilse, bunu yapsın. Biz de mesela... Tatlı bir yayla şenliği olsun orada. Hrant'ın gülümseyen bir fotoğrafını koyalım ortaya bir yere. Ermeni, Kürt, Türk, bütün yetim çocuklar piknik yapsın. Of be! Ne çok sevinirdi Hrant buna. Şarap içilsin akşam, ateşler yakılsın, türküler söylensin, hepsi neşeli olmak kaydıyla. Biz için için ağlarız yine, mesele değil, ama gülelim de. İnsana yakışır gibi olalım. İnsan gibi. Sofra kurulsun, Ermeni yemekleri Türk yemeklerine karışsın. Tek kavga ‘Bu yemek asıl kimin yemeği?’ sorusundan çıksın. Uzun uzun bu konuşulsun. Yerli yersiz sarılsın insanlar birbirlerine. Bu kalsın Hrant'tan geriye. Sırf katillerin peşine düşmüş insanlar olmayalım artık biz. Çirkinliklere baka baka ekşiyen insanlar olmayalım sadece. Bahar gelsin artık bize. Yaylamızı bulalım. Yukarılara, daha yukarılara... Kim bilir, belki bizim Ağrı'mızın derinliğine itibar edip günün birinde... Niye olmasın? Belki bir gün ‘Hrant Dink Yaylasıderler oranın adına...”

***

Yukarıdaki satırlar Ece Temelkuran’ın 18.08.2010 tarihli Habertürk’teki aynı başlıklı yazısından. Bu yazı, Hrant Dink’in öldürülmesinden bu yana geçen üç yıl içinde okuduğum en güzel, en anlamlı yazılardan biri; hem hayran olduğumu hem de neden benim aklıma gelmediği için kıskandığımı itiraf etmeliyim.

Yazı bana aynı zamanda yıllar önce yaşadığım bir olayı anımsattı. O zamanlar bağlı olduğum yayınevinin çağrılısı olarak bir grup yazar Edirne’deydik, kenti dolaşıyorduk. Bir parkın önünden geçerken bir an durdum, yanımdaki arkadaşlara, “Buraya Duygu’nun adını verseler ne güzel olur,” dedim. Duygu Asena o sıralar kendisini sonsuz yolculuğuna çıkaracak hastalığının son evresindeydi. İstanbul’a dönünce yazdım bunu. Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi telefon etti, konuyu İl Genel Meclisi’ne götüreceğini söyledi. Gerçekten de 06.10.2004 tarih ve 2004/87 sayılı kararla o parka “Duygu Asena Kadın Hakları Parkı” adı verildi. Ne yazık ki Edirneliler Duygu’nun adını ancak beş ay yaşatabildiler; aynı başkanın önerisiyle parkın adı 22.03.2005 tarihli bir kararla “Zübeyde Hanım Kadın Hakları Parkı” olarak değiştirildi.

***

Bir yaylanın adlandırılması hangi makamın yetki alanına girer? Bilmiyorum. Fakat bunu Turizm ve Kültür Bakanlığı’na yakıştırıyorum. Sayın Ertuğrul Günay, Ece Temelkuran’ın önerisinden yola çıkarak Ağrı Dağı’nda bir yaylaya Hrant Dink’in adının verilmesine önayak olamaz mı?

Hem devlet hem de toplum olarak borçluyuz Hrant Dink’e. Son yıllarda hayatını zehir ettik, en olmadık nedenlerle mahkemelerde süründürdük, sonunda göz göre göre ölüme gönderdik bu sapına kadar yurtsever insanımızı. 301. maddeden yargılanırken mahkeme kapılarında ona küfürler yağdıran, televizyon ekranlarında bağıra çağıra kin kusan, ölüm çağıran o gözü dönmüş kafatasçıların yüzleri geliyor gözlerimin önüne; utanıyorum.

***

Devlet bizi utandırmaktan hâlâ geri durmuyor; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne onu Alman Nazileriyle benzeştiren rezilce savunmalar gönderiyor, gönderebiliyor.

Doğal ki bir yaylaya verilecek adı Hrant’ı geri getirmez, ama en azından anısına “bir şey” yapmış oluruz.

Hiç yorum yok: