Bireyin, ait olduğu toplumun yozlaşıp çürümesine, ahlaksızlığın kitleselleştiğine tanık olmasına karşın gerçeği kabullenmesi kolay değil. Çünkü o da kendi istenci dışında da olsa bu süreçte bir payı olduğunu biliyor.
Yakın çevremizdeki insanların davranışlarını dikkatle gözlemlediğimizde ahlak sınırlarını zorlayan birçok örnekle karşılaşıyoruz; sözgelimi, sokağımızın köşesindeki bakkal, gittiğimiz berber kasa fişi vermiyor, çağırdığımız boyacı, elektrikçi, tesisatçı, marangoz fatura yazmıyor. Vergi kaçırıyorlar. Bundan hiç rahatsız olmuyoruz. İçtiğimiz sigarayı, kullandığımız tütünü kapı diplerinde tezgâh açan kaçakçılardan almak da bizi rahatsız etmiyor. Sırasında korsan kaset, korsan CD, korsan kitap alıyoruz hiçbir rahatsızlık duymadan.
Bir yakınımız evini satacak, ona akıl veriyoruz, ‘Aman değerini düşük göster!’ diye, başka bir yakınımız da bize imar durumu olmayan arsamıza nasıl ev yapacağımızın yollarını gösteriyor, umut ve ilgiyle dinliyoruz. Komşumuzun kaçak bir yabancıyı her türlü sosyal güvenceden yoksun olarak evinde çalıştırmasını da, sanayici bir dostumuzun işçilerinin yarısının kaçak Romenler olmasını da doğal karşılıyoruz.
Oysa gelişigüzel sıraladığım bu örneklerin tümü suç ve bizler işlenen bu suçlara karşı gözlerimizi kapatıyoruz. Kapatıyoruz çünkü yeri geldiğinde bu suçları bizler de işliyoruz.
İşlenen/işlediğimiz bu suçlarda temel motif ‘işi ucuza getirmek’; bu da toplumun büyük çoğunluğu tarafından anlayışla karşılanıyor.
***
‘Küçük’ suçlara karşı gösterilen ‘anlayış’, daha büyüklerine tırmanan merdivenin ilk basamaklarını oluşturuyor.
Rüşvetçi bir toplumuz, işlerimizi yürütmek için rüşvet veriyoruz; birçok memur rüşvet almaya alışmış, rüşvetini almadan kolunu kıpırdatmıyor. Oysa rüşvet almak da vermek de suç; hepimiz suç işliyoruz. Bu suç da bir ‘anlayış sınırı’ içinde işleniyor. Hatta adına ‘bahşiş’ deyip yasallaştırıyoruz suçumuzu.
Sonra sıra ‘büyük işler’ için büyük rüşvetlere geliyor. Ortada çanta dolusu dolarlar dönüyor; bir yakalanma durumunda olay gazetelerde, televizyonlarda haber oluyor. O zaman ‘Vay namussuzlar!’ diyoruz. Küçük rüşvetçiler olarak büyük rüşvetçilere öfkeleniyoruz.
Sütten çıkmış ak kaşıklarız ya!..
Kendimizi aldatıyoruz. Kendimizi aldatmak bizi rahatlatıyor. En büyük korkumuz kendimizle yüzleşmek, kendimizi doğru tanımlamak. Bunu yapamıyoruz.
***
Ahlaksızlığın başlıca göstergelerinden biri olan röntgencilik içimize işlemiş. Kim nerede, kiminle, ne yapmış? Bu toplumumuz için önemli bir merak konusu. Öyle ki toplumun bu merakını biraz olsun gidermek için özel gazeteler, dergiler yayımlanıyor, televizyon programları yapılıyor. Fakat yetmiyor. Ünlü kişilerin gizli çekimleri yapılıp internet ortamında yayımlanıyor. Kısa sürede binlerce on binlerce meraklı tarafından indiriliyor bu görüntüler. İnsanlar ünlü ses sanatçılarının, televizyon programcılarının, sinema oyuncularının, politikacıların mahrem görüntülerini hayvanca bir merakla izliyorlar, birbirlerine gönderiyorlar.
Aklımız, beynimiz apış aramıza sıkışmış, namusu da, namussuzluğu da oramızdan değerlendiriyoruz.
Ülkede hırsızlık, kaçakçılık, yolsuzluk, rüşvetçilik, fuhuş kol gezerken, toplumun büyük çoğunluğu bu pisliklere bir yerinden bulaşmışken, biz hâlâ röntgencilik denen ahlaksızlık çukurunun dibinde debeleniyoruz.
Ayıptır, ayıp.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder