22 Ağustos 2010 Pazar

REDUCTIO AD ABSURDUM YA DA 536 GÜN BOŞA YATMAK - 23.08.2010

Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi uzman hukukçular tarafından hazırlanan 10 ağustos 2010 tarihli bir “Tutuklama Raporu” yayınladı. 78 sayfalık kapsamlı raporda tutukluluk konusu evrensel kabul gören ilke ve uygulamalar doğrultusunda mercek altına alınıyor ve Türkiye’deki uygulamalarla karşılaştırılıyor.

Bilindiği gibi ilk kez 20 mart 1950’de Roma’da imzalanan, 3 eylül 1952’de yürürlüğe giren ve Türkiye’nin 18 mayıs 1954’de onayladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin içeriği yıllar içinde hazırlanan ek protokollarla değiştirilmiş, sonunda 1 kasım 1998 tarihinde yürürlüğe giren 11. Protokolla bugünkü şeklini almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5/1-c maddesi tutuklamaya ilişkin olarak “kişinin suç işlediği hakkında geçerli şüphenin varlığını, suçun işlenmesinin önlenmesi ya da suçlunun kaçmasının engellenmesi zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin varlığını” öngörmektedir.

***

Arkadaşımız Mustafa Balbay 536 gündür tutukludur. AİHS’nin yukarıda işaretlediğimiz 5/1-c maddesi ölçüt olarak alınacak olursa yargılandığı mahkemenin üç yargıcından ikisi onun “suç işlediği hakkında geçerli şüphenin va olduğu”, eğer serbest bırakılırsa “delilleri karartacağı”, “kaçacağı” görüşündedirler.

Mustafa Balbay gazetecidir, yazardır, Türkiye’nin en köklü gazetesinin Ankara temsilcisidir. Görevi araştırmak, incelemek, haber kovalamak, yazı malzemesi toplamak, yazmaktır. Kendisine atılan “suç” ise “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaktır”, yani “darbeciliktir”.

***

Bu ülkede yaşayan her aklı başında insana bu suçlamalar da, tutukluluğuna ilişkin gerekçeler de “gerçek dışı” gelmektedir.

Mustafa Balbay Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldıracak darbeyi yazı yazarak mı gerçekleştirecektir? Evi, ofisi aranmış, didik didik edilmiş, yazı malzemesinden, notlarından, bilgisayar disklerinden başka bir şey bulunamamıştır. Yoksa Balbay, kendisi gibi benzer suçlamalarla tutuklanmış gazeteci, televizyoncu Tuncay Özkan, dünya çapında bir tıp adamı olan Prof. Dr. Mehmet Haberal, yine bir bilim adamı ve eski bir rektör olan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ile el ele vererek mi yapacaktır bu “silahsız, topsuz, tüfeksiz” darbeyi?

***

Öte yandan salt aynı davanın değil benzer davaların da silahlara, toplara, tüfeklere egemen konumda bulunan yüksek rütbelerdeki askeri sanıkları serbest bırakılmış, içeride yalnız gazeteciler, bilim adamları, yazarlar ile teğmen, üsteğmen gibi sırtları henüz sağlamlaşmamış genç askerler kalmıştır.

Bu ne biçim hukuktur?

Ortada, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya yönelik bir askeri darbe tehlikesi var!” diyeceksin, insanları apar topar içeri alacaksın, sonra da “Bunlar ne kaçarlar, ne de delilleri karartırlar,” deyip silahlı asker sanıkları serbest bırakıp silahsız sivilleri demir parmaklıklar ardında tutacaksın!

Buna Latincede “reductio ad absurdum” denir ki tam karşılığı “saçma olana indirgeme”dir. Bir savı doğru kabul ederek saçma bir sonuca varıp savın yanlış olduğu sonucuna ulaşıldığı, Aristoteles’in sıkça başvurduğu bir mantık yöntemidir.

Hiç yorum yok: