17 Ağustos 2010 Salı

ÜLKENİN ÖTEKİ ÇOCUKLARI - 21.02.2010

13-14 yaşında olmalıydı çocuk; kendinden bir iki yaş büyük gösteren kendisi gibi hırpani giysili iki arkadaşıyla birlikte kaldırımın kenarına park etmiş arabaların arasında bir şey bekler gibi dikiliyordu. Kadayıf yediğim tatlıcının caddeye bakan camekânının yanına yerleştirilmiş masamdan bir süredir onları izliyordum. Hava kararmıştı; bir ara aklıma, Bu çocuklar orada ne bekliyorlar sorusu takıldı. Aklıma ilk gelen kapkaççılık olasılığıydı. Avlarını bekleyen kapkaççılar olabilir miydi onlar? Özellikle üzerine karanlık çöktüğünde insanlarının güvenlik duygularının tümüyle sarsıldığı İstanbul gibi bir kentten gelmiş bir yabancının aklına bu olasılıktan başkası gelmiyordu. Kafamda oluşmuş o önyargıyı kovmak istiyor, fakat yerine koyacak başka bir neden bulamıyordum.

Çocuklar hâlâ aynı yerde, iki otomobilin arasında dikiliyorlar, fakat ne konuşuyorlar, ne şakalaşıyorlar, ne de gülüyorlardı. Orada oluşlarına hiçbir anlam yükleyemediğim ölçüde kuşkularıma giderek daha fazla hak veriyordum.

***

Derken hiç beklemediğim bir durumla, bir görüntüyle karşılaştım.

Onlara göre kaldırımın sol yönünden başının üzerinde boş bir tepsi taşıyan bir adam geliyordu. Adam tam yanlarından geçiyordu ki yukarıda sözünü ettiğim çocuk arabaların arasından çıktı, adama arkasından yaklaşarak ayaklarının ucunda yaylanarak sağ elini boş tepsinin içine attı ve işaret parmağıyla tepsinin kenarını sıyırdı. Parmağında ne olduğunu seçemiyordum, ağzına götürdü, emdi, yeniden arkadaşlarının yanına döndü. Gördüklerim ilgimi çekmişti, kendime bir porsiyon kadayıf daha söyleyip beklemeye başladım.

Aradan çok geçmedi aynı adam bu kez başının üzerinde taşıdığı dolu bir tepsi kadayıfla kaldırımın sağ yönünde göründü ve çocukların yanından yürüyüp gözden kayboldu. Çocuklar aralarında sözleşmişlercesine adama hiç bakmamışlar, en ufak bir ilgi göstermemişlerdi.

Kadayıfımı bitirmiş, hesabımı ödeyip kalkmak üzereydim ki ilk tanık olduğum görüntü bir kez daha yinelendi, ikincisinin ilkinden tek farkı ilk çocuğun yerini arkadaşlarından birinin almasıydı.

Kalkmaktan vazgeçtim, iki saat daha orada kaldım.

***

O iki saat içinde aynı sahne birçok kez yinelendi. Çocuklar ise her defasında yer değiştiriyordu. Olayı çözmekiçin uzun boylu kafa yormaya gerek yoktu artık. Kadayıf yediğim yer Diyarbakırın ünlü kadayıfçılarından biriydi. Belli aralıklarla hazırlanan kadayıflar yakındaki bir işyerine paketlenmeye götürülüyordu. Dolayısıyla dolu giden tepsi boş olarak geri geliyordu.

Çocuklar ise boş tepsilerin iç kenarlarına sıvanmış birkaç tel kadayıf ile birkaç damla şurup artığını tadabilmek için oradaydılar, birkaç tel kadayıf ile bir damla şurup için saatlerce bekliyorlardı. O üç çocuğun oradaki bekleyişlerinin ardındaki gerçeği çözdüğümde kafamdan geçen önyargılı düşüncelerimden utandığım gibi yediğim kadayıflar da yemek borumdan yükselip gırtlağıma dizildi.

Adları baklava çalan çocuklara çıkan Gaziantepli iki Ali ile Levent ve Metini anımsadım. 1997 yılında kentin ünlü baklavacılarından birinden baklava ile fıstık ezmesi çaldıkları için 9ar yıl ağır hapse mahkûm olmuşlardı. İki Ali ile Levent yaşları 18’den küçük olmaları nedeniyle 2.5ar yıl yattıktan sonra serbest kalmışlar, Metin ise 18 yaşını 6 gün aştığı için cezasını demir parmaklıklar ardında tamamlamıştı. İnsanın adalet duygularını altüst eden cezalardı bunlar.

***

Büyük olasılıkla yakılan köylerini geride bırakarak aileleriyle birlikte Diyarbakırda yurtlanmak zorunda kalmış çocuklar da, Gazianteptekiler de bu ülkenin, nasıl yaşadıklarını hiç merak etmediğimiz, yalnızca baklava çaldıklarında, polise taş attıklarında farkına vardığımız, çoğu kez de anlamak yerine öfkelendiğimiz ötekileri, ötekileştirilmişleri idi.

Hiç yorum yok: