Beklenen kapışma en sonunda geçekleşti; AKP ve MHP milletvekilleri TBMM’de birbirlerine girdiler. Görünüşteki neden Başbakan’ın eşi Sayın Emine Erdoğan’ın türbanı olmakla birikte özde yatan neden her iki partinin birbirlerinin varlığına katlanamamalarına yol açan temel nitelikleridir. Dolayısıyla bu kapışma kaçınılmazdı ve eninde sonunda bir yerde patlak verecekti. Nitekim süreç çok daha önce, miting alanlarında kalabalıklara “darağacı ipi” atmak gibi görüntülerle başlamıştı; bugün de medyada ve alanlarda birbirlerini ağza alınamayacak sözlerle sürdürülmektedir.
***
Önce evrensel geçerliliği olan bir gerçeğin altını çizelim: otoriter yapılanmalar alan paylaşımını kaldırmazlar, birbirlerini ortadan kaldırarak alanın tek sahibi olabilmek için her yola başvururlar. Bu, nitelikleri açısından AKP ve MHP için de geçerlidir. Çünkü her iki siyasal/ideolojik yapılanma da otoriterdir ve Türkiye için öngördükleri düzen, demokrasinin ve bireysel özgürlüklerin kısıtlandığı, çoğulculuğun sınırlandırıldığı otoriterizmdir.
AKP, özü İslam’dan, MHP de özü milliyetçilikten kaynaklanan ideolojik/otoriter yapılanmalardır. Çünkü İslam da, milliyetçilik de doğaları gereği otoriterdir. Bu açıdan ele alındığında AKP’nin milliyetçi, MHP’nin de İslamcı söylemleri seçmen avına yönelik popülist propagandalardır. Her iki partinin yöneticileri de kendi yapılanmalarının iki ideolojiyi birden taşıyamayacağını bilmektedirler, dolayısıyla bu tür söylemler alan kapmada kullanılan birer araç olmaktan öte bir anlam içermemektedir.
***
Türkiye, toplumsal tarihi açısından otoriter yapılanmalara çok elverişli koşullar sunmaktadır. Bir mutlakiyetçi monarşi olarak demokrasi ile hiç tanışmamış Osmanlı geçmişimiz bir yana bırakılacak olursa Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Cumhuriyetimizin ilk 23 yılında ülkenin özgün koşullarına bağlı olarak uygulanan otoriter tek parti yönetiminde de doğası gereği çoğulculuktan söz edilemeyeceği gibi demokrasi ve toplumsal/siyasal/bireysel özgürlüklerden de söz edilemez.
Toplum 1946 yılında çok partili rejimle/parlamenter demokrasiyle bu yeni düzen için hiçbir savaşım vermeksizin tanışmıştır. Toplumun uğruna savaşım vermediği demokrasi ve temel insan hakları gibi kavramları içselleştirmesine olanak yoktur. Öte yandan 1950 yılında iktidarı CHP’den devralan Demokrat Parti de bu bağlamda iyi bir sınav veremediği gibi tam tersine giderek otoriterleşmiş, demokrasi, özgürlük ve insan hakları bağlamında kısıtlamaları uç noktalara vardırmıştır. Daha sonra MHP dışında kurulan ve ülkeyi yöneten tüm sağ partiler büyük bir övünçle Demokrat Parti’nin izleyicisi olduğunu söylemişlerdir.
Oldukça kısa süren CHP hükümetleri dışında Türkiye’yi 60 yıldır ya askerler, ya muhafazakâr, ya muhafazakâr-milliyetçi ya da muhafazakâr-İslamcı, fakat tümü de otoriter eğilimli iktidarlar yönetmiştir/yönetmektedir.
Bu gerçeklerden yola çıkarak bir durum dğerlendirmesi yapıldığında Türkiye’de toplumun ve bireylerinin demokrasi, özgürlük ve insan hakları kavramlarına ilişkin algı düzeylerinin bunları içselleştiremeyecek ölçüde aşağıda olduğu ortaya çıkmaktadır.
***
Daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi başta Orta Anadolu olmak üzere Türkiye genelinde işleyen belirleyici süreç kimi yerlerde “İslamo-faşist” yerel yapılanmalar doğrultusunda belirginleşen otoriterizmdir.
AKP-MHP kapışması da bu elverişli koşulları siyasal amaçları doğrultusunda değerlendirerek alan kapma, kaptığı alanda “tek” olma kavgasından başka bir şey değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder