23 Mart 2010 Salı

İSLAMOFAŞİZM - 31.01.2010


Siyasal olayların değişkenlik hızı öyle alışılmadık ki bizim hızımız gündemi izlemekte çoğu kez yetersiz kalıyor. Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda toplumu etkilemiş bir olay hiçbir iz bırakmadan belleklerimizden silinip gidiyor.



Örneğin, 1 ağustos 2008 günü Konya-Taşkent’e bağlı Balcılar beldesinde sabaha karşı bir gaz patlaması sonucu çöken Özel Boğaziçi Öğrenci Yurdunda bir öğretmenle 17 öğrencinin canına malolan, 29 öğrencinin de yaralandığı o acı olayı hangimiz anımsıyoruz?



Oysa olaya ilişkin Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava hâlâ sürüyor. Hafta içinde kazadan yaralı kurtulan yedi öğrenci yargıç tarafından dinlendi ve bu öğrenciler daha önce poliste verdikleri ifedeleri değiştirerek, ağız birliğiyle çöken öğrenci yurduna “İngilizce öğrenmek” için gittiklerini ve “taksirle ölüme sebebiyet verme ve yaralama” suçundan tutuksuz olarak yargılanan 11 sanıktan şikayetçi olmadıklarını belirttiler. Ölen çocukların anne babaları da “ağız birliği” yaparak ölen yavrularının oraya gitme amaçlarının “İngilizce” olduğunu, kimseden şikayetçi olmadıklarını söylediler.



Ne var ki söz konusu yurtta kalan 14-15 yaşlarında olan öğrencilerin tümünün kız oldukları, orada Kuran eğitimi aldıkları, bu eğitimin yasadışı olarak verildiği ya da başka bir deyişle yurdun “kaçak Kuran kursu” olarak işletildiği bilinip söyleniyor. Kazaya ise sabah namazına kalkan bir öğrencinin elektrik düğmesine basmasıyla yapıya sızarak sıkışan LPG gazının patlamasının yol açtığı savlanıyor.



***



Özetle, 18 kişinin ölümü ve 26 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bir kazaya ilişkin olarak açılan davada ne yaralananlar, ne de ölenlerin ve yaralananların yakınları şikayetçi oluyor, olabiliyor. “İngilizce öğreniyorduk” korosu, yargılanan tutukluların işledikleri savlanan “taksir” suçunu ortadan kaldırabilir mi?



Bu doğal ki ayrı bir konudur, üzerinde durulması, irdelenmesi gereken ise yaralananlar ile ölen ve yaralananların yakınlarının “hak arama istençlerini” ellerinden alan, onlara yurttaş olma özgürlüklerini yok saydıran güçtür.



Bu güç, son yıllarda başta Orta Anadolu olmak üzere Türkiye geneline hızla yayılan “islamofaşizm” olarak adlandırdığımız ve Türkiye’ye özgü ideolojik/siyasal bir yapılanmadır.



***



Türkiye’ye özgüdür, çünkü nüfusunun çok büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu başka hiçbir ülkede özünde otoriter-feodal bir inanç sistemi olan İslam ile modern kapitalizm Türkiye’de olduğu gibi iç içe geçip bütünleşmemiştir.



İslamofaşizm bugün Orta Anadolu’nun neredeyse tüm kentlerinde yerel yönetimleri, başta ekonomiyle ilişkisi olanlar olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının büyük çoğunluğunu ele geçirerek siyasal ve ekonomik erki dilediğince kullanır duruma gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında “demokrasi” islamofaşizm için yalnızca bir araçtır. Bu nedenle islamofaşizmin egemen olduğu bölgelerde ne demokrasiden, ne birey özgürlüğünden, ne çoğulculuktan, ne de insan haklarından söz edilebilir.



***



Biçimsel bir bakışla Türkiye “parlamenter demokratik”, “çoğulcu”, “özgürlükçü” bir ülke görünümü sergilemektedir. Ne varki ülkemizin geniş bölgelerinde bu kavramların hayatta karşılıkları yoktur; islamofaşizm doğrultusunda araçlaştırılmışlardır.



Özgürlük, demokrasi gibi kavramların yol arkadaşlağında toplum susturulmakta, suskunlaştırılmaktadır.



Bugün Türkiye’de gerçek demokratların karşısındaki en önemli sorun islamofaşizmdir.


(dkavukcuoglu@superonline.com) (www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com)



Hiç yorum yok: