“...Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.
Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”
***
27 Nisan 2007 günü Genelkurmay’ın internet sitesinde yayımlanan zehir zemberek muhtıra metninin son bölümü yukarıdaki gibiydi. Muhtıra, demokrasiden umudunu kesip umutlarını Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlamış kesimlerin yüreklerine su serperken, “irticai eylemlerin odağı olduğu” Anayasa Mahkemesi tarafından tescil edilmiş AKP tabanında şok etkisi yaratmıştı. “Tabanında” diyoruz, çünkü parti yönetimi “muhtıra”yı umursamamış, tam tersine açıkça diklenme, meydan okuma pozisyonu almıştı. Bu pozisyonu AKP’ye üç ay sonra yapılan genel seçimlerde puan kazandırmış, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bel bağlayan “umutsuz demokratlar” büyük bir hüsran yaşamışlardı.
“Muhtıra”nın yayımlandığı tarihten bir hafta sonra, 4 Mayıs günü Başbakan ve daha sonra, “O muhtırayı ben tek başıma kaleme aldım” diyecek olan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelmişler, 2 saat 15 dakika baş başa görüşmüşlerdi. Bu görüşme bir “kutlama”, bir “teşekkür” ya da bir “pazarlık” buluşması mıydı? Bunu bilemiyoruz.
***
Tek bildiğimiz Org. Yaşar Büyükanıt’a emekliliğine 20 gün kala, Bakanlar Kurulu kararıyla 8 Ağustos 2008 günü “Üstün Hizmet Madalyası” verildiği, bir de hizmetine değeri trilyonla ifade edilen zırhlı bir otomobil sunulduğu.
İnsan ister istemez bu onurlandırmanın, bu ödüllendirmenin bir nedeni olmalı diye düşünüyor. Bir de işin kafa karıştıran bir yanı var: Bir hükümet, kendisine karşı zehir zemberek bir “muhtıra” kaleme almış bir kişiye “Üstün Hizmet Madalyası” verir mi?
Sorunun yanıtı “vermez” olunca o zaman Cumhuriyet Halk Partisi’nin söz konusu “muhtıra”nın danışıklı dövüş olduğuna ilişkin savı haklılık kazanıyor.
AKP’liler açısından gerçekten de son derece sinir bozucu bir durum; yoksa Hüseyin Çelik olsun, Bülent Arınç olsun, niçin böyle abuk sabuk sözler etsinler? Yok, CHP liderinin sözlerine “ölüler gülermiş”, yok CHP liderinin “boyu şu kadarcık”mış. Edilecek laf mı bunlar? Ama dedik ya sinirleri bozulmuş.
***
Kamuoyu 4 Mayıs 2007 tarihli Dolmabahçe görüşmesinde neler konuşulduğunu haklı olarak merak ediyor. Yukarıda da sorulduğu gibi bu bir “kutlama”, “teşekkür” yoksa bir “pazarlık” buluşması mıdır? Bugünkü ortak kanı bunun bir “teşekkür” buluşması olduğu doğrultusundadır, nitekim Büyükanıt’a verilen “Üstün Hizmet Madalyası” AKP hükümetinin ona karşı olan şükran borcunun somut ifadesidir. AKP’lilerin sinirleri ne kadar bozulursa bozulsun bunun başka hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. “Var!” diyorsanız, buyurun açıklayın.
1 yorum:
Kapalı kapılar ardında bir şeyler döndürüyorlar ama bilemiyoruz. Bunlar şeytana külahı ters giydirirler..
Yorum Gönder