30 Temmuz 2008 Çarşamba

KARAR VE OLASI SONUÇLARI - 03.08.2008

Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’unun ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı’ olduğu görüşünde birleşmelerine rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi kapatılmadı, badireyi alacağı hazine yardımının yarıya indirilmesiyle atlattı . Bana, kararı nasıl bulduğumu soracak olursanız, yanıtım, “Böylesi iyi oldu,” biçiminde olacaktır. Çünkü gördüğüm kadarıyla toplumun çoğunluğu oluşturan geniş kesimleri, bir yandan içinde bulunduğumuz ekonomik krizin sonuçlarıyla, işsizlikle, yoksullukla boğuşur, gelecek korkusuyla yaşarken, öbür yandan da Ergenekon Davası’nın yol açtığı gerilimle madden ve manen yeni bir krizi taşıyamayacak ölçüde güçten düşmüştür.

Bu değin zor koşullarda, özellikle de okulluluk ortalaması 4 yılın altında olan toplumumuz, kendi geleceği söz konusu olsa bile genel seçimler gibi belirleyici bir dönemeçte rasyonel/akılcı bir karar veremeyecekti. Bu düşüncelerimin çoğu zaman ‘hoş’ karşılanmadığını, okuyan ya da dinleyenlerin beni ‘halkı küçümsemekle’, ‘seçkinci davranmakla’ suçladıklarını biliyorum. Ne var ki devekuşu gibi başımızı kuma sokmak, gerçeklerin üstünü örtmek, kendimizi kandırarak içimizi rahatlatmaktan öte bize bir yarar sağlamıyor.

Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatma kararı verse ve genel seçimlere gidilseydi, siyaset yapmaları yasaklanacak 71 kişinin dışındaki AKP kadrolarıyla kurulacak yeni parti, emanetçi lideri kim olursa olsun, oynayacağı mağdur rolünün de etkisiyle yine birinci parti olacak ve çok büyük bir olasılıkla hükümeti tek başına kuracaktı. Yakın tarihimiz, toplumumuzun, kapatılan partilerin mağduriyetini her zaman kendi mağduriyetlerinin üzerinde gördüğünü çeşitli örneklerle göstermiştir. Toplumun eğitim düzeyi yükselmedikçe ve rasyonalizm/akılcılık bireylerin siyasal seçimlerini yönlendirmedikçe bu ‘tersine davranış’ hep varolacaktır.

Kapatmayla sonuçlanmasa da Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu’ yolundaki kararı, bu partiye yönelik ‘kesin’ bir uyarı olması nedeniyle önemlidir. AKP eğer Yargıtay Başsavcılığı’nın dikkatinin üzerinde olduğu bilinciyle hareket edip kendisine çeki düzen vermeyi başarabilirse bu her şeyden önce Türkiye için yararlı olacaktır.

Burada bir gerçeği dile getirmek gerekmektedir. Laikliği korumakla yükümlü yargı ile laiklik karşıtı eylemlerde odak olma ilişkisinde AKP’nin zayıf karnı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Sayın Erdoğan belli iç ve dış çevrelerin tüm şişirmelerine karşılık gerek yetiştiği sosyal çevre gerek aldığı eğitim gerekse de uzun yıllardır merkezinde bulunduğu siyasal/kültürel ilişkiler nedeniyle ufkunu Türkiye’yi yönetecek ölçüde genişletememiş yerel, popülist bir politikacıdır. Konuşmaktan düşünmeye zaman ayıramayan bir kişiliktir. Bu nedenle de hem kendini hem de partisini ‘Ziya Gökalp şiiri’ ve ‘İspanya’daki -…velev ki ile başlayan- konuşması’ gibi örneklerde görüldüğü gibi yasal sınırların eşiğine getirmektedir.

AKP, nevzuhur liberal çevrelerin savlarının tersine demokrasiyi içseleştirememiş bir partidir. Kadroları ve tabanına dincilik egemen olduğu sürece AKP’nin demokratik bir yapıya kavuşmasına nesnel olarak olanak yoktur. Buzla ateş nasıl bir arada düşünülemezse dinle demokrasi de bir arada düşünülemez. İslam, değiştirilemez bir ‘dogma’, demokrasi ise sürekliliği olan bir açılımdır.

AKP, önümüzdeki dönemde ‘dogma’ ile temeli ‘değişebilirlik’ olan demokrasi arasındaki hassas dengeye azami özen göstermek zorundadır.

Bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisi’ne de görevler düşmektedir. Erken seçim olasılığı ortadan kalktığına göre CHP, bir an önce kendine çeki düzen vermeli, özellikle Anayasa değişikliği ve 301. madde konusundaki düşüncelerini gözden geçirmeli, ‘1930’ların partisi gibi olma’ görüntüsünden kendini kurtarmalıdır.
Tabii hâlâ sosyal demokrat bir parti olmak gibi bir iddiası varsa.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

fafCeaxiabene
[url=http://healthplusrx.com/prolapse-of-the-uterus]prolapse of the uterus[/url]
Cikeilleria

Adsız dedi ki...

Yazar cok tesekkurler...

Selamlar Elen