4 Temmuz 2008 Cuma

TÜRKİYE'DE İLK PARTİLEŞMELER - 06.01.2008

23 Nisan 1920’den 14 Mayıs 1950’ye, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği güne kadar TBMM’ne Cumhuriyet Halk Fırkası/Partisi ve onun öncülü olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti egemen olmuştur.

23 Nisan 1920 toplanan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin gönderdiği delegelerden oluşmuş, iki yıl sonra I. ve II. Grup olmak üzere delegeler ikiye ayrılmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki I. Grup 8 Nisan 1923 günü yapılan ilk genel seçimlere tek liste olarak girmiş, biri dışında tüm milletvekilliklerini elde etmişti. I. Grup’un önde gelenleri, yine Atatürk’ün başkanlığında 9 Eylül 1923 günü Halk Fırkası’nı oluşturmuşlardır.

Anımsamakta yarar vardır: 1922 yılında kızışan ‘hizipçilik-particilik’ tartışmaları sırasında Atatürk şu görüşü savunmuştu: “Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir.”

Bu görüş, ‘tek parti rejimi’nin gerekçesidir. CHP bu gerekçeyi 1945 yılına, Demokrat Parti kurulana kadar kullanacak, her türlü siyasal muhalefet girişimini bastıracaktır. Bu dönemde daha önce sözünü ettiğimiz devrim yasaları yürürlüğe sokulduğu gibi sanayileşme ile ulaşım, enerji gibi altyapı alanlarında ve okul eğitiminde önemli adımlar atılmıştır. Karşılarında örgütlü bir muhalefetin bulunmayışı CHP iktidarının işini kolaylaştırmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye, 1932-1974 yılları arasında Portekiz’de uygulanan tek parti rejimiyle büyük benzerlikler göstermektedir.

1920’ler, 1930’lar dünyada demokrasinin inişe geçtiği yıllardır, dolayısıyla Türkiye’deki tek parti uygulaması da evrensel konjonktür göz önüne alındığında olağandışı bir durum değildir. Belli zaman kaymalarıyla bu dönemde Portekiz, İspanya, İtalya, Almanya’da diktatörlükler kurulmuş, Çekoslovakya, İskandinav ülkeleri, Fransa, İngiltere ve İsviçre dışındaki ülkeler farklı renklerdeki baskıcı rejimlere kaymışlardır.

CHP bir devlet partisidir. 1936 Haziranında yayınlanan bir genelgeyle bütün illerde parti il başkanlığı valilikle birleştirilmiş, içişleri bakanı resen parti genel sekreterliği sıfatını üstlenmiştir. 1937 Şubatında yapılan anayasa değişikliğiyle ise, CHP'nin ‘altı oku’ (Cumhuriyetçilik, İnkılapçılık, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Milliyetçilik) Anayasa’ya dahil edilerek partinin devletle özdeşleşmesi yolunda önemli bir adım atılmış, meclis egemenliği ilkesi yerini parti egemenliğine bırakmıştır.

Bu koşullarda, hele Türkiye gibi daha önce demokrasi deneyiminden geçmemiş, demokrasiyi hiç tanımamış bir ülkede toplumun, genel anlamıyla demokrasiyi arzulaması, özlemesi, eksikliğini duyumsaması düşünülemez. Bu dönemdeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırka ve Serbest Fırka girişimleri tarihin tekerleklerini geriye çevirmek olarak anlaşılmıştır. Bugüne kadar gelen ‘çok partili sisteme geçişin zamanlaması doğru mudur (-ydu), yanlış mıdır (-ydı)’ tartışması da buradan kaynaklanmaktadır. ’Daha fazla serbestlik, daha fazla hürriyet’ belgisiyle kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka’nın siyasal önermeleri toplumun bir kesiminin ‘geriye dönüş’ bağlamında bastırılmış istemlerini gün yüzüne çıkarmıştır.

II. Meşrutiyet’ten bu yana Türkiye tarihi bir yanıyla İttihat ve Terakki Fırkası ile 1911/1919 yıllarında kurulan ve içinde Damat Ferit Paşa, Miralay Sadık Bey, Ahmet Reşit Rey, Mustafa Sabri Efendi, Ali Kemal, ‘Filozof’ Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Refik Halit (Karay), Ref’i Cevat (Ulunay) gibi kişiliklerin yer aldığı Hürriyet ve İtilaf Partisi arasındaki çatışmaların tarihidir. İlk kuruluşunda amacı, ‘en felsefi manasıyla hürriyete vasıl olmak’ biçiminde açıklanmıştı; liderlerine göre, ‘memleket şimdiye kadar ne çekmişse hep cebirden, tazyikten çekmişti’. Hürriyet ve İtilaf çizgisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Fırka deneyimlerinden, daha sonra da Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi duraklarından geçerek günümüzün Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kadar gelmiştir. İttihat ve Terakki çizgisini ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin sürdürdüğünü söylemek yanlış olmaz.

Özellikle köylülük ve kasaba eşrafında İslam, geri dönüş eğilimini diri tutan başlıca etkendir. Uzun askerlik yıllarının kırsal kesimde yol açtığı yıkımlar, zorla askere almalar, Cumhuriyet döneminde köylünün üzerine bindirilen ağır vergi yükü, jandarma baskısı yoluyla vergi tahsilatı, yol yapımlarında zorunlu çalışma vb uygulamalar geri dönüş eğilimlerini tetiklemiştir. 1930’lu yılların ikinci yarısından itibaren tek parti rejiminin toplum üzerindeki baskısı daha da yoğunlaşmış, ‘azınlıklar’, ‘sol’ ve ‘solcular’ da CHP’nin hedefi durumuna gelmişlerdir. Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde kazandığı zafer bu baskılara karşı toplumun ortak tepkisinin sonucudur.

Hiç yorum yok: