***
Aynı durum, büyük kentlere yerleşen kırsal göçmenlerin yaşadıkları bölgelerdeki siyasal ilişkiler için de geçerlidir. Örneğin, Bülent Ecevit’in büyük kentlerin varoşlarına yönelik uyguladığı ‘sol popülist’ politikaların da görece başarısı kısa sürmüş, bu yerleşim bölgeleri gettolaştıkça bir süre sonra dinci-muhafazakâr partilerin ‘sürekli/kalıcı’ oy depolarına dönüşmüştür.
Baştaki iktidarın uygulamalarından hoşnut olmayan muhalif kitlelerin önemli bir kesimi CHP’ye yönelik bir beklenti içindedir. Dinsel muhafazakârlık başat üstyapı olarak kapitalist altyapı üzerinde gelişip kurumlaştıkça CHP’nin işi daha da zorlaşmaktadır. CHP’den bir ‘seçim zaferi’ beklentisi içinde olan seçmenlerin her seçim sonrası düş kırıklığına uğramalarının nedeni budur, ‘beklenti hesabı’ tutmamaktadır. Türkiye’nin kendine özgü koşulları, -kaba tanımıyla-, ‘altyapıda kapitalist, üstyapıda feodal’ olma durumu varoldukça bu hesabın orta değil, uzun vadede de tutması nesnel olarak olanaklı görülmemektedir. Bu, -eğer düşünülüyorsa-, CHP’de bir lider değişikliği ile çözülebilecek bir sorun olmanın da çok ötesindedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi, sağ kulvarda rakibi olan Anavatan Partisi ve Demokrat Parti’yi eritip seçmenlerini kendi oy dağarcığına ekleyerek kitleselleşmiş, aynı zamanda da İslam’dan kaynaklanan ideolojisini korumuş, hatta daha da geliştirmiştir. Bilindiği gibi İslam, Müslümanların siyasal davranışları gibi yaşam biçimlerini de belirleyen bir ideoloji, bir dünya görüşüdür.
Bu noktada tartışılması gereken şey, ideolojik bir güç karşısında, ideolojik zemine dayanmayan siyasal örgütlenmelerin alışılageldik yöntemlerle başarı şanslarının olup olmadığıdır. Örneğin, AKP, muhafazakâr bir parti olmanın ötesinde siyasal/ideolojik referanslarını İslam dininden alan bir örgüttür. İslam ise, -birçok kez yinelediğimiz gibi-, her türlü reforma kapalı, dönüştürülemeyen, değiştirilemeyen fakat kendinde hayatın her alanına müdahale etme hakkını gören bir dogmalar bütünüdür. İslam ülkeleri dışında yeryüzünde bu tür siyasal örgütlenmelerin başka örneklerine rastlanmamaktadır. Dolayısıyla AKP karşısındaki siyasal muhalefet Türkiye’ye özgü bu sorunsalın yine Türkiye’ye özgü yaklaşım ve yöntemlerle üstesinden gelmek zorundadır.
Belçikalı felsefeci Isabelle Stengers’in önerisi burada önem kazanmaktadır: Gün, ‘düşünmek’, ‘yaratıcı girişimlerde’ bulunmak günüdür. Hiçbir sonuç getirmeyeceği belli olmuş ‘hesaplanmış beklentileri’ bir yana bırakıp ‘olasılığa karşı olanaklılığı yaratmaktır’. Umut serüveni ancak böyle başlayabilir.
Tartışmayı sürdüreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder