189 milyon nüfusuyla Latin Amerika’nın en büyük ülkesi olan Brezilya’da, 2006 ekiminde yapılan başkanlık seçimlerinde solun lideri, İşçi Parti’li (Partido dos Trabalhadores) Luca da Silva devlet başkanlığına seçildi. Dünyanın en büyük 8. ülkesi olan Arjantin ise sosyal demokrat kadın Başkan Cristina Fernandez de Kirchner tarafından yönetiliyor.
3.5 milyonluk Uruguay’da da Başkanlık koltuğunda sol eğilimli bir politikacı, Tabaré Vázquez Rosas oturuyor. 42 milyonluk Kolombiya’da 28 mayıs 2006 günü yapılan genel seçimlerde, Carlos Gaviria Diaz liderliğindeki sol 2 milyon 600 bin oy alarak (yüzde 22) ülkenin ikinci büyük siyasal gücü durumuna geldi.
Sol’un 2000’li yıllarla birlikte Latin Amerika’da yükselişe geçtiğini gösteren bu örnekler çoğaltılabilir. Latin Amerika halkları küresel kapitalizmin uluslararası sermayeyi daha zenginleştirirken, kendilerini yoksullaştırdığını görüyorlar, bu gelişmelere karşı tek seçenek olan ‘sol’ siyasetlere yöneliyorlar.
***
Avrupa’ya da bir bakalım.
İspanya’da 9 mart 2008 günü yapılan seçimlerde Başbakan José Luis Rodriguez Zapatero liderliğindeki Sosyalist Parti, Parlamentodaki 350 milletvekilliğinden 169’unu alarak iktidardaki konumunu korudu.
Fransa’da mart ayı içinde yapılan yerel seçimler, Fransız Sosyalist Partisi’nin zaferiyle sonuçlandı. Parti, Paris başta olmak üzere elindeki tüm kentleri koruduğu gibi Toulouse, Strasbourg, Perigueux gibi kentlerde belediye başkanlıklarını kazandı. Marsilya ve Nice dışında irili ufaklı tüm önemli kentlerin yönetimleri sosyalistlere geçti.
Almanya’da, Sosyal Demokrat Parti, 28 ekim 2007 günü kabul edilen yeni ‘Temel İlkeler Programı’nda küreselleşmenin emperyalist yanına vurgu yaparak buna ‘dur’ diyeceğini ilan etti.
Bu örnekler de çoğaltılabilir.
***
Bunları neden yazıyorum? Son zamanlarda adlarının önünde akademik unvanlar da bulunan birtakım insanlar televizyonlara çıkıp ‘sol’ üzerine, ‘sosyalizm’ üzerine olur olmaz ahkâm kesiyorlar. İzleyicilere sol’un bitip tükendiğini, sosyalizmin ‘çok gerilerde kalmış bir hikâye’ olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Ortak noktaları Amerikancılık; dünyaya ABD’nin gözlüğüyle bakıyorlar, o gözlükle bakınca da ancak Amerika’nın göstermek istediklerini görebiliyorlar.
Bunlardan biri Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’na tele-konferans yoluyla Ankara’dan katıldı geçen hafta: Prof. Dr. Mümtaz Er Türköne. İnternet sitelerindeki yaşamöyküsünde ‘siyaset bilimcisi’ ve Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğu yazıyor. ‘İslamcılığın Doğuşu’, ‘Türk Modernleşmesi’, ‘Türkiye’de Din Ve Siyaset’ gibi kitapları, Zaman Gazetesi’nde de köşesi var. Bir özelliği de eski bir ‘ülkücü’ olması. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Başkan, Abdullah Çatlı’nın İkinci Başkan seçildiği 2 nisan 1978 tarihli Ülkücü Gençlik Kongresi’nde yönetime girmiş. ‘Milliyetçilik’ten ‘İslamcılık’a ne zaman geçiş yaptığını bilmiyorum. Eşi, eski Çiçekdağı kaymakamı, Sayın Özlem Piltanoğlu Türköne son genel seçimlerde AKP’den milletvekili seçildi.
1980’ler öncesindeki öğrencilik yıllarından kulağında kalmış içi boş ‘argümanlar’ ile, üstelik de gözle görülür bir hırçınlıkla Prof. Dr. Türkel Minibaş’a, Prof. Dr. Erol Manisalı’ya cevap yetiştirmeye çalıştı. ‘Küreselleşme’, ‘emperyalizm’ sözcüklerini duyunca esip kükredi. Minibaş’ı, Manisalı’yı ‘üçüncü dünyacılık’la suçladı.
Dünya, ABD’nin güdümündeki emperyalist küreselleşmeye karşı alınacak önlemleri tartışır, birbiri ardınca ‘sağ’ iktidarlar yerlerini ‘sol’a bırakırken, AKP yanlısı akademisyenlerin, özellikle de siyasal bilimcilerin bu gelişmelerden haberleri yokmuş gibi davranmaları, gerçekleri bilip de bilmezden gelmeleri adlarının önündeki unvanlara hiç yakışmıyor.
İnsan son çözümlemede onlara değil ama okurlarına, öğrencilerine yazıklanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder