1960’lı yılların sonunda ortaya çıkan Aydınlık hareketinin önderlerinden eski bir Marksist-Leninist’tir Halil Berktay. Lisansüstü eğitimini Yale Üniversitesi’nde tamamlamış, doktorasını Birmingham Üniversitesi’nden almış bir entelektüeldir. Bir süredir Taraf Gazetesi’nde yazıyor.
Karl Marx’ın Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Fransa’da İç Savaş ve Kapital C. 1 adlı yapıtlarındaki görüşlerine dayandırarak vardığı sonuçta, özellikle son cümleye takıldım.
“Onun için, başlı başına bir demokrasi projesi yoktur,” derken Berktay’ın neyi kastettiğini anlamadım. Eğer demokrasinin başlı başına bir proje olduğunu kabul edeceksek o zaman Marx’ın ‘burjuva demokrasisinin’ karşına koyduğu ‘proleterya diktatörlüğünü’, -benimseyelim ya da benimsemeyelim-, onun kendi bakış açısından bir ‘demokrasi projesi’ olarak değerlendirilmesi gerekmez mi? Ya da sınıflı toplumlarda sınıflarüstü bir demokrasi projesinden söz etmek olası mıdır? Böyle bir ‘reel örnek’ var mıdır yeryüzünde?
Sanırım Berktay ‘iflâh olabilir’ bir burjuva demokrasisinden söz ediyor ve bundan hareketle sosyalistlerin, özellikle birey hak ve özgürlükleri konusunda liberal demokrasiden ‘bir şeyler’ öğrenmelerini öneriyor.
Engels’in bu sözleri yeterince açık değil midir? Ya da, “burjuvaziyi, kendi kendisine sadık kaldığı sürece, tüm gerici unsurlara karşı desteklemek işçinin çıkarınadır,” derken. (Friedrich Engels, Prusya Askeri Sorunu (1865), age. C. 16, S. 76)
“Kırk yıldan beri Marx ve ben, bıktırana kadar, demokratik cumhuriyetin (abç) bizim için, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki savaşımın önce genel bir karakter kazanacağı, sonra da proleteryanın belirleyici zaferiyle tamamlanacağı biricik siyasal biçim olduğunu yineledik.” (Friedrich Engels, Çarlığın Dış Politikası (1889), age. C. 22, S. 280) Engels’in Komünist Manifesto’nun yayımlanışından 41 sonra da aynı düşünceleri savunuyor olması üzerinde durmaya değmez mi?
Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılabileceği gibi, -bir kesimi dışında-, sosyalistlerin demokratik cumhuriyeti yadsımaları diye bir durum söz konusu olmadığı gibi, onu kurma aşamasında işçi sınıfına, dolayısıyla yandaşlarına demokrasi savaşımında burjuvaziye destek vermelerini öneriyorlar. Burada doğal ki Engels’in altını çizdiği, burjuvazinin kendi kendisine sadık kaldığı sürece cümlesi önem kazanıyor.
10 temmuz tarihli ‘Marx’ın Bıyıklarında Debelenmek’ başlığıyla kaleme aldığı yazısında Marx’ın demokrasiye yaklaşımını eleştiriyor: “(Marx) özetle, ‘burjuva’ demokrasisini iflâh olmaz saydı. Zaten aynı bağlamdadır ki, o ‘burjuva’ demokrasisini ‘burjuva diktatörlüğü’ne eşitledi; karşısına ise ‘proletarya diktatörlüğü’nü dikti ve işçi sınıfı, daha genel olarak bütün emekçi halk için gerçek demokrasi anlamına geleceğini varsaydı. Onun için, başlı başına bir demokrasi projesi yoktur.”
Karl Marx’ın Fransa’da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Fransa’da İç Savaş ve Kapital C. 1 adlı yapıtlarındaki görüşlerine dayandırarak vardığı sonuçta, özellikle son cümleye takıldım.
“Onun için, başlı başına bir demokrasi projesi yoktur,” derken Berktay’ın neyi kastettiğini anlamadım. Eğer demokrasinin başlı başına bir proje olduğunu kabul edeceksek o zaman Marx’ın ‘burjuva demokrasisinin’ karşına koyduğu ‘proleterya diktatörlüğünü’, -benimseyelim ya da benimsemeyelim-, onun kendi bakış açısından bir ‘demokrasi projesi’ olarak değerlendirilmesi gerekmez mi? Ya da sınıflı toplumlarda sınıflarüstü bir demokrasi projesinden söz etmek olası mıdır? Böyle bir ‘reel örnek’ var mıdır yeryüzünde?
Sanırım Berktay ‘iflâh olabilir’ bir burjuva demokrasisinden söz ediyor ve bundan hareketle sosyalistlerin, özellikle birey hak ve özgürlükleri konusunda liberal demokrasiden ‘bir şeyler’ öğrenmelerini öneriyor.
Şimdi Marx’ın bıyıklarında debelenmeyi bırakıp Friedrich Engels’in sakallarına geçelim, demokrasi konusunda o ne diyor, bir bakalım. 1847 yılında kaleme aldığı ‘Komünistler ve Karl Heinzen’ başlıklı makalesinde, komünistlerin, o günün koşullarında demokratlarla yararsız tartışmaların çok uzağında bulunduklarının altını çizer. Ona göre, “demokrasi elde edilmediği ve demokratların çıkarları komünistlerinkiyle örtüştüğü sürece komünistler ve demokratlar birlikte savaşım vereceklerdir. O zamana kadar taraflar arasındaki farklılıklar salt kuramsal niteliktedir ve ortak eylem zarar görmeksizin kuramsal olarak gayet güzel tartışılabilir. Hatta demokrasi elde edildikten hemen sonra ezilen sınıfların çıkarları doğrultusunda alınacak kimi önlemler üzerinde de anlaşmaya varılabilir.” (Friedrich Engels, Komünistler ve Karl Heinzen (1847), Marx-Engels Bütün Eserleri (Almanca basım) C. 4, S. 317, Dietz Verlag, Berlin 1972)
Engels’in bu sözleri yeterince açık değil midir? Ya da, “burjuvaziyi, kendi kendisine sadık kaldığı sürece, tüm gerici unsurlara karşı desteklemek işçinin çıkarınadır,” derken. (Friedrich Engels, Prusya Askeri Sorunu (1865), age. C. 16, S. 76)
“Kırk yıldan beri Marx ve ben, bıktırana kadar, demokratik cumhuriyetin (abç) bizim için, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki savaşımın önce genel bir karakter kazanacağı, sonra da proleteryanın belirleyici zaferiyle tamamlanacağı biricik siyasal biçim olduğunu yineledik.” (Friedrich Engels, Çarlığın Dış Politikası (1889), age. C. 22, S. 280) Engels’in Komünist Manifesto’nun yayımlanışından 41 sonra da aynı düşünceleri savunuyor olması üzerinde durmaya değmez mi?
Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılabileceği gibi, -bir kesimi dışında-, sosyalistlerin demokratik cumhuriyeti yadsımaları diye bir durum söz konusu olmadığı gibi, onu kurma aşamasında işçi sınıfına, dolayısıyla yandaşlarına demokrasi savaşımında burjuvaziye destek vermelerini öneriyorlar. Burada doğal ki Engels’in altını çizdiği, burjuvazinin kendi kendisine sadık kaldığı sürece cümlesi önem kazanıyor.
Zurnanın ‘zırt’ dediği yer de burası değil midir zaten; burjuvazinin nerede ve ne zaman kendi kendisine sadık kalmış olduğu sorusunun sorulacağı yer, yani…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder