5 Temmuz 2008 Cumartesi

“BEN İYİ AĞLARIM!” – 20.04.2008

“Ne iş yaparsın?” sorusuna aldığım en sinir bozucu karşılık, “Ne iş olursa yaparım,” yanıtıdır. Böyle durumlarda duraksar, ne diyeceğimi bilemem. Yanıt sahibinin dile getirdiği bu, ne iş olursa yapabilme kararlılığı, bu müthiş özgüven beni şaşırtır çünkü.

Bilirsiniz, mahalle aralarında sık rastlanan birtakım işyerleri vardır, camekânlarının üzerinde ‘elektrik, tesisat, boya, marangozluk ve her türlü dekorasyon işleri yapılır’ yazar. Okuyunca sanırsınız ki söz konusu işyerinde bir ustalar ordusu sizi beklemektedir; oysa değildir, adam tek tabancadır, akrabadan bir çırakla sunar onca hizmeti.

Yıllar önce, Feneryolu’nda yeni bir konuta taşınacağım sırada tanımıştım böyle özgüven sahibi, ‘çok yönlü’ ustalardan birini, adı İlhami’ydi. Eve gelip tesisatı inceledikten sonra, “İki saatlik işi var,” demiş, konutun anahtarını alıp gitmişti. İçim rahattı. Ertesi gün taşınabilecektim yeni evime…

Hayalmiş… Haber, gece yarısı buldu beni. Usta (!) işini bitirmiş, anahtarı kapı komşuma bırakıp gitmiş. Gitmiş, ama su vanasını kapatmadan! Neyse, gece yarısına doğru alt kat komşularım, salonlarından gelen şıpırtı sesiyle uyanmışlar, bir bakmışlar ki tavandan, şakır şakır su akıyor, koltuklar sırılsıklam. Yetiştiğimde karşı komşularım apartmanın kapıcısıyla birlikte, ellerinde kovalar, ayak bileklerine kadar sular içinde ‘tahliye’ çalışması yapıyorlardı.

Ondan sonraki günlerim kabaran parkeleri yeniletmekle, kullanılmaz duruma gelen halıyı değiştirmekle, duvarları yeniden boyatmakla ve yer yarılıp yerin dibine gizlenen Usta’yı aramakla geçti. Bulamadım. Herhalde başına gelecekleri düşününce korkup kaçmıştı.

***

Hürriyet’te okuduğum bir haber anımsattı bana bu olayı. Haberin başlığı şöyleydi: “Cenazede çok iyi ağlarım!” Yaklaşık 300 profesyonel ‘cenaze ağlayıcısı’ birleşip bir dernek kurmuş. Üyeler, camilere, ölü çıkan evlere gidip hıçkıra dövüne ağlıyorlar, karşılığında da kişi başına 300 YTL alıyorlarmış.

Temiz iş değil mi?

Dünyada hep iyi insanlar yok; kötüler de var ve onlar da günü gelince ölüyorlar. Arkalarından birilerinin dövünüp gözyaşı dökmeleri gerek, ama kötülerin ardından kim ağlar ki? Yakınları bakıyorlar, kimse ağlamazsa eşe dosta, konu komşuya ayıp olacak, ailenin onurunu kurtarmak için birkaç ‘profesyonel ağlayıcı’ tutuyorlar. Olay biraz pahalıya çıkıyor ama işin dramatik boyutu düşünülecek olursa durum anlaşılabilir bir nitelik kazanıyor. Hem veren de, alan da razı olduktan sonra bize neden söz düşsün ki?

Bence bu olayda asıl önemli olan Türkiye’nin meslek yeşertme açısından çok mümbit bir toprak olduğunu göstermesidir; ‘değnekçi’, ‘pürmüzcü’, ‘remayözcü’, ‘filizlemeci’ gibi mesleklerin yanına bir de ‘cenaze ağlayıcısı’ ekleniyor. Diliyorum, bunları yenileri izler de içinde bulunduğumuz istihdam darboğazından bir an önce kurtuluruz.

Olayı ‘cenaze ağlayıcıları’ açısından kişiselleştirdiğimizde de çok olumlu bir görüntü çıkıyor ortaya, çünkü onlar, kendilerine, “Ne iş yaparsın?” diye sorulduğunda artık eskisi gibi “Ne iş olursa…” diye değil de, “Ağlayıcıyım, çok iyi ağlarım!” diye yanıt veriyorlar, bir meslek sahibi olmanın haklı gururunu taşıyorlar. Umarım, o her işi yaparım diyen ama hiçbir işin altından kalkamayan İlhami arkadaş da bu arada akıllanmış, doğru dürüst bir meslek sahibi olmuştur, belki de iyi bir ‘ağlayıcı’, bilemiyorum.

Ben, bu ‘ağlayıcılık’ işini doğrusu çok tuttum, önü gerçekten açık bir meslek, inanıyorum ki AKP hükümeti başımızda kaldıkça ‘ağlayıcılık’ da mezarlık sınırlarını aşıp ekonomi, sağlık, eğitim gibi çok daha geniş alanlarda geçerlilik kazanacak, halkın ağlamaktan göz pınarları kurumaya başlayınca onlar devreye gireceklerdir.

Ve gün gelecek bu ülkede kim ne için ağlıyor, sormadan bilmek mümkün olmayacaktır.

Gidiş, o gidiştir çünkü.

Hiç yorum yok: