5 Temmuz 2008 Cumartesi

YENİ BİR SOL PROGRAM – 05.03.2008

Sağcısı ve solcusuyla okumuş-yazmışlarımız çok daha önemli memleket meseleleri üzerine kafa yorduklarından olacak, Almanya Sosyaldemokrat Partisi (SPD) kongresi tarafından 28 ekim 2007 günü kabul edilen yeni ‘temel ilkeler programı’nın Türkiye’de sözünü eden pek olmadı. Oysa dünyanın en köklü ve en büyük sosyal demokrat partisi bu programıyla emperyalist küreselleşmeye karşı çıkacağını ilan ediyordu. SPD’ye göre 21. yüzyıl ya insanlara daha fazla refah, adalet ve demokrasi getirecek toplumsal, ekolojik ve ekonomik gelişmelerin ya da korkunç paylaşım savaşları ile dizginlerinden boşanmış şiddetin yüzyılı olacaktı.

Yeni program 1959 Bad Godesberg ve 1989 Berlin programlarından faklı olarak ‘temel değerler’ bölümünde ‘demokratik sosyalizm’e şu cümlelerle yer veriyor:

“Bizim tarihimiz, temel değerlerimizin gerçekleştiği özgürlerin ve eşitlerin toplumu demek olan demokratik sosyalizm düşüncesi tarafından belirlenmiştir. Bu düşünce, yurttaş haklarının, siyasal, toplumsal ve ekonomik temel hakların tüm insanlar için güvence altına alındığı, tüm insanların sömürüden, baskıdan ve şiddetten arınmış, yani toplumsal ve bireysel güvencelere sahip bir hayat sürdürebilecekleri bir ekonomi, devlet ve toplum düzenini öngörmektedir. Sovyet modeli devlet sosyalizminin sonu demokratik sosyalizm düşüncesini yanlış çıkarmamış, tam tersine sosyal demokrasinin temel değerlere yönelimini etkili bir biçimde onaylamıştır. Demokratik sosyalizm, bizim için özgür, adil ve dayanışmacı bir toplum vizyonu olarak geçerliliğini korumaktadır. Bizim davranış ve tutumumuzun dayandığı ilke sosyal demokrasidir.”

Programda belirtilen Alman sosyal demokrasisinin kaynakları arasında Almanya işçi hareketinden çıkarılan deneyimlerin ve Karl Marx’ın toplum analizinin de yer aldığını bir not olarak buraya düşüyorum.

***

Daha önceki yazılarımda da altını çizmiştim, bir ideoloji ancak kendisine seçenek oluşturan bir başka ideoloji tarafından karşılanabilir. İslam’ın da egemen olduğu toplumlar için belli bir yaşam biçemi öngören, kendinde hayatın her alanına müdahale etme yetkisi gören bir ideoloji/dünya görüşü olduğunu biliyoruz; bunu da giderek daha yoğun bir biçimde yaşıyoruz. İslam’ın dayandığı zemin kapitalizmdir; milliyetçiliğin de. O zaman kendimize soralım: Elimizde İslam yayılmacılığına/kadrolaşmasına karşı durabilmek için başvuracağımız hangi seçenek vardır?

Benim aklıma sosyalizmden başka bir seçenek gelmiyor. O halde kollarımızı sıvayıp 21. yüzyıl Türkiye’sini kucaklayacak, bizi özgürleştirecek, her türlü sosyal belanın üreme kaynağı olan kapitalizme karşı geleceğimizi güvence altına alacak ‘evrensel’ fakat ‘Türkiye’ye özgü’, ‘farklı’ bir sosyalizmi kurmak için yola koyulmak gerekiyor, diye düşünüyorum.

Nasıl bir sosyalizm? Bunu biz belirleyeceğiz, bunu geleceğe ilişkin hayallerimiz belirleyecek.

‘Sosyalist modeller’ dönemi 1980’li yılların sonunda yoksul insanlığa büyük acılar yaşatarak sona erdi; bundan dersler çıkardık, bir ülkenin sosyalizminin bir başkasına örnek oluşturamayacağını öğrendik. Kendi sosyalizmimizi kendimiz kuracağız, kendi modelimizi yaratarak.

Önce tartışacağız, çok tartışacağız, Türkiye’nin dört bir yanında, üçer kişi, beşer kişi tartışacağız, on kişi olduk mu sevineceğiz, fakat ‘bir an önce kitleselleşelim’ düşüncesine beyinlerimizi uzunca bir süre kapalı tutarak.

Yine oldukça uzun bir süre ‘iktidar kurdunun’ beyinlerimize girip bizi yoldan çıkarmasına izin vermeyeceğiz.

Türkiye’de irili ufaklı birçok ‘sol’, ‘sosyal demokrat’, ‘sosyalist’ parti var; ne var ki bir partinin sol, sosyal demokrat ya da sosyalist olması için bu kavramlardan birini kendine yakıştırmış olması, gerçekten de ‘öyle’ olması için yeterli değil. Bu partilere karşı uzaklık-yakınlığımızı oluşturacağımız ‘ortak bilinç’ belirleyecek.

Latin Amerika’da bir süredir umutları yeşerten sol rüzgârlar esiyor. O toplumların başardığını bizler niçin başarmayalım? Üzerinde düşünmeye değmez mi?

Hiç yorum yok: