5 Temmuz 2008 Cumartesi

ÇÖP BİLGİLER – 06.02.2008

Beyinlerimiz doğumumuzla birlikte dolmaya başlıyor ve bu ölümümüze kadar sürüyor. Bazen, bilim insanları bir aygıt bulsalar, beyinlerimizi ‘işe yaramaz’, ‘yanlış’, ‘hayatta karşılığı olmayan’bilgilerden arındırabilseler, kim bilir belleklerimizdeki bilgilerden ne kadarı çöpe giderdi, diye düşünüyorum. Herhalde çok ama çok büyük bölümü! Beyinlerimizde kurtulamadığımız öyle çok işe yaramaz bilgi var ki, bunlar yeni bilgiler edinmemizi, hayattaki değişimleri algılamamızı engelliyorlar. Ama ne yazık ki bizi o eskimiş, kokuşmuş, çöpleşmiş bilgilerden kurtaracak bir aygıt henüz ortada yok; iş başa düşüyor!

Beyinlerimizdeki çöp bilgiler bizim kendimizle yüzleşmemizin de önünde engel oluşturuyorlar, bu nedenledir ki kendimizi gerektiğince sorgulayamıyoruz, böyle olunca belleklerimizdeki ‘eskileri’ yenileriyle değiştiremediğimizden kendimizi de yenileyemiyoruz; bir başka deyişle çağcıllaşamıyoruz. Yaşım elverse, bugüne kadar okuduğum tüm tarih kitaplarını yeniden okur, beynime yerleşmiş her türlü bilgiyi gözden geçirirdim. Sanırım, bu gereksinimi birçoğumuz duyuyoruz, ama nereden başlayacağımızı bilemediğimizden daha başında pes ediyoruz, kolay değil çünkü.

Şu sıralar insana ilk bakışta yanıtı çok kolaymış gibi gelen birtakım sorular uğraştırıyor beni: Bize okutulan, anlatılan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurma koşullarının emperyalist işgalcileri süngü zoruyla defetmemizle oluştuğu, yeni devletin, emperyalist işgalcilerle işbirliği içindeki ve ülkenin kurtarıcıları hakkında ölüm fermanı çıkartan Osmanlı’ya rağmen kurulduğu gerçeği değil miydi? Öyle ya yoksa Padişah da, Sadrazam da bir İngiliz savaş gemisine sığınıp kaçarlar mıydı? Peki, o zaman Osmanlı ile övünmelerimiz ne anlama geliyor?

Nesiyle övünüyoruz Osmanlı’nın, üç kıtada at koşturmasıyla mı? Yoksa halkını cahil bırakması, matbaayı bulunuşundan 250 yıl sonra topraklarına sokması, tebaasının ‘asli unsuru’ dediği Müslüman Türkleri ‘etrakı biidrak’ (anlayışsız Türk) olarak görmesiyle mi? Batı’daki ekonomik, siyasal, sosyal gelişmelere seyirci kalıp topraklarını gelişmiş ülkelere sömürge olarak açmasına, tebaasının tutsaklaştırılmasına rıza göstermesiyle mi? Ya da milletinin bireylerinin kulluktan yurttaşlığa dönüşümü yolunda parmağını bile oynatmayışıyla mı?

Bunlarla mı?

Toplumların tarihsel gelişiminde uluslaşma da, modern ulus devlet de kapitalist üretim ilişkileri zemininde ortaya çıkmıştır. Avrupa’nın güçlü imparatorlukları, egemenlikleri altında bulunan topraklarda gelişen uluslaşma süreçlerinin düzeyleri ölçüsünde çözülmüşlerdir. Bu, Osmanlı İmparatorluğu için de geçerlidir. Söz konusu sürece bağlı olarak önce Sırbistan, sonra Yunanistan, daha sonra Romanya, en sonunda da Bulgaristan ayaklanmalar, isyanlar ya da yabancı güçlerle –örneğin, Çarlık Rusya’sıyla- işbirliği yaparak (1829-1908) bağımsızlıklarını kazandılar ve Osmanlı’dan koptular. Anadolu’daki ilk uluslaşma hareketi ise Ermeni toplumundaki kapitalistleşme sürecine bağlı olarak ortaya çıktı ve Bağdat Demiryolu yapımının getirdiği koşullarda hızlandı. 1890’lı yıllarda başlayan bağımsızlığa yönelik Çarlık Rusya’sı destekli Ermeni isyanları İttihat ve Terakki Hükümetinin 1915 Tehcir Kararı ile son buldu.

Biz, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları ne yapacağız? Ülkemizin kurtarıcısı, yurttaşı olmaktan gurur duyduğumuz Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hakkında ölüm fermanı çıkartan, İngiliz uşaklığını bağımsızlık ve özgürlüğe yeğleyen Osmanlı’ya karşı bağımsızlık savaşı verdiler diye bu ulusları aşağılayacak, onlardan ‘makable şamil’ nefret mi edeceğiz? Gerçekçi olalım; ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!’ yanlışının temel nedeni bir zamanlar Osmanlı’nın eyaleti, sömürgesi, tebaası olan halkların ona karşı ayaklanarak bağımsızlıklarına kavuşmalarını içimize sindiremeyişimiz değil midir?

Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu uluslararası hukukta güvence altına Lozan Antlaşması aynı zamanda bizim Osmanlı’ya ilişkin ‘reddi miras’ belgemizdir. Ne var ki bu gerçeği içselleştirmemekte direnç gösteriyoruz, yine bu nedenledir ki Osmanlı ile herhangi bir ihtilafı, çatışması olan, onunla savaşmış her ulusa karşı önyargılıyız ve gizli/açık bir düşmanlık besliyoruz. Yarı belimize kadar milliyetçilik batağına batışımız da aynı dirençten kaynaklanıyor. Bunlar yüksek sesli düşüncelerden başka bir şey değil; ama belirttiğim gibi bir yerden başlamak gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak doğal ki yurdumuza göz dikenlere, toprak bütünlüğümüzü parçalamayı amaçlayanlara, toplumumuzu düşman kamplara bölmeyi hedefleyenlere kaya gibi karşı duracağız, fakat direniş gücümüzü besleyecek kaynak Ulusal Ant’la sınırları belirlenmiş topraklarımız üzerinde yükselen Cumhuriyetimize olan bağlılığımız olacaktır, yoksa Cumhuriyetimizin kurucularının mirasını reddettikleri Osmanlı’ya olan ‘sadakatimiz’, onun adına duyduğumuz hınçlar, öfkeler değil.

Hiç yorum yok: