26 Temmuz 2008 Cumartesi

FETHİ NACİ'NİN ARDINDAN - 27.07.2008


Sonun yaklaştığını, aramızdan ayrılacağı ânın çok uzakta olmadığını biliyorduk. Bizi hüzne boğan ayrılışı uzun zaman önce, adına ‘alzheimer’ denen kurtuluşsuz hastalığa yakalanmasıyla başlamıştı aslında. Beklenen yalnızca o ‘an’dı, geldi. Edebiyatımızın gelmiş geçmiş en büyük eleştirmenini 23 temmuz Çarşamba sabahı yitirdik.
İçtenlikle ‘abi’ dediğim az sayıdaki insanlardan biriydi Fethi Naci.

Dokuz yıl önce son kitabı ‘Dönüp Baktığımda…’ üzerine yazdığım bir yazıda onu Yunan düşünürü Sokrates’e benzetmiştim. Dövüşkenliği, dayanıklılığı, yürekliliğiyle de ün kazanmış düşünür soylu olmadığı gibi varlıklı da değildi. İÖ 403’te yeniden iktidara gelen ‘demokratlar’, tiranlar arasında birçok öğrencisi bulunduğu için Sokrates’i suçlayarak mahkeme önüne çıkarmışlar, onu ‘gençleri yoldan çıkarmak’ ve ‘devletin tanrılarını yok sayarak yeni tanrılar uydurmakla’ suçlamışlardı.

Sokrates, bu suçlamaları hafife almış, bir tür ‘itiraf’ gibi de sayılabilecek bir savunma yaptıktan sonra suçlu bulunmuştu. Yasal hakkı gereğince kendisine bir ceza biçme sırası gelince, aslında büyük bir hayır işlemiş sayılması gerektiği


ni öne sürerek devlete hizmet edenlerin bedava yemek yediği Pithaion’da karnının doyurulmasını istemişti. Egemenlerle alay ediyordu. Bu davranışı Atina mahkemesinin üyelerini daha da öfkelendirmiş, çoğunluğun oylarıyla ölüme mahkûm edilmişti. Kararı izleyen son konuşmasında kendisine ‘beraat’ oyu verenlere seslenerek onlardan oğullarını, ‘onurlu bir yaşam sürmezlerse, kendisinin herkesi uyardığı gibi uyarmalarını’ istemişti. Onun ünlü, “İncelenmemiş bir yaşam, insan için yaşamaya değmez!” sözü de bu konuşmasında geçmiştir.

Bende Sokrates’i çağrıştıran Naci Abi’nin kitabının arka kapağında yer alan kısa tanıtma yazısı oldu. “Dönüp Baktığımda, zaman içinde yavaş yavaş oluşan, oluşumunu tamamlayıp tamamlamadığı pek de belli olmayan bir kitap. 1962’de yazdıklarım da var bu kitapta, 1988’de yazdıklarım da. Günümüzde yayımlanan anı kitapları, daha çok, başkalarını anlatıyor, ben de zaman zaman dostlarımdan söz ettim, ama daha çok kendimi anlattım. İlhan Selçuk, 1960 başlarında Cumhuriyet’te yazdığı bir köşe yazısında, vazgeçemediği mizahi bakışıyla, ‘Fethi Naci, kötü örnek oluyor’ demişti. Evet, bu kitapta, Karadeniz’in küçük bir kentindeki karpuz sergisinden gelen, karpuzcu Fethi Aga’nın oğlunun güçlüklerle dolu yaşamını okuyacaksınız; bu güçlükleri, Can Yücel’in deyişiyle, nasıl ‘seke seke’ aştığını da, ‘kötü örnek’ olmayı nasıl başardığını da…”
‘İnsan Tükenmez’, ‘Gerçek Saygısı’, ‘Az Gelişmiş Ülkeler Ve Sosyalizm’, ‘Emperyalizm Nedir’, ‘Kompradorsuz Türkiye’, ‘Az Gelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler Ve Demokrasi’, ‘Atatürk’ün Temel Görüşleri’ gibi kitaplarını okuyanlar, onun ‘kötü örnek’ olma yolundaki çabalarını bilirler. Naci Abi gerçekten de özellikle genç insanları ‘doğru yoldan saptırmayı’ kafasına koymuş bir sosyalistti. Kapitalizme, gericiliğe karşı duruşu hiç değişmedi; 1951’de Sultanahmet Cezaevi’nde neyse, 1999’da Giresun’da sosyalist bildiri dağıtırken de oydu. Bundan daha iyi ‘kötü örnek’ mi olur?


1965 yılında, ‘bir patrona bağlı’ son işi olan ‘murahhas aza yardımcılığı ve personel şefliğinden’ ayrılışını şöyle anlatır. “Bir gün Murahhas Aza beni çağırdı, durumu anlattı… ‘Seçmeniz gerekiyor. Ya yazıları bırakır (Vatan Gazetesi, Sosyal Adalet Dergisi) burada çalışırsınız, önünüzde iyi bir gelecek olur ya da buradan ayrılırsınız’ dedi. Ben de Murahhas Aza’nın önündeki kâğıtlardan birini çektim, istifamı yazmaya başladım…” Bu istifa ülkemiz yayıncılığına ‘Gerçek Yayınevi’ni, ‘100 Soruda Dizisi’ni ve yukarıda saydığım ‘yoldan çıkarıcı’ kitapları kazandırdı. Daha sonra onu Türk edebiyatının eleştirmenlik zirvesine oturtan, birbirinden önemli kaynak kitaplar geldi. Hâlâ, “Ben yıllarca iyi bir Marksist olmaya çalıştım,” diyecek kadar alçakgönüllüydü.





Onu çok özleyeceğim. Sevgisini, coşkusunu, rakısını, küfürlerini, yalınlığını…
Çok özleyeceğim.

Hiç yorum yok: