4 Temmuz 2008 Cuma

ORDU VE SİYASET - 16.01.2008

Demokrat Parti yöneticileri iktidarlarının sonuna doğru Türk Silahlı Kuvvetlerini kışkırtmak için ellerinden geleni artlarına koymamışlardır. “Ben bu orduyu teğmenlerle de yönetirim!” sözleri Başbakan Adnan Menderes’e aittir. 1960 Mayısında Harp Okulu öğrencilerinin Ankara’da hükümeti protesto yürüyüşü yapmaları üzerine Cumhurbaşkanı Celal Bayar da ölçüyü kaçıracak, genç teğmenleri kastederek, “Tenkit zamanı çoktan geçti, şimdi tahrikçileri tenkil zamanıdır,” diyecekti. Tenkil sözcüğü bilindiği gibi şiddet kullanarak yok etme anlamına gelmektedir.

27 Mayıs 1960 Darbesi/Devrimi, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1981 darbelerinden farklı olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasal yaşama emir-komuta zinciri içinde yaptığı bir müdahale değildir. Tam tersine genç subaylar tarafından gerçekleştirilen bu müdahale siyasal ordu hiyerarşisine rağmen gerçekleştirilmiş, Demokrat Parti’nin yöneticileri ve milletvekilleri ile birlikte zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun da tutuklanmıştır.

Doğal ki demokrasiyle yönetilen ülkelerde siyasal hayata askeri müdahalelerin yeri olmamalıdır. DP iktidarının tüm aymazlıklarına, basiretsizliğine, muhalefeti bastırmak için başvurduğu birçok antidemokratik uygulamaya rağmen demokratik yolların tümüyle tıkandığını, askeri bir müdahalenin kaçınılmaz olduğunu söylemek zordur, dönemin muhalefet lideri İsmet İnönü, “Koşullar oluştuğunda darbe kaçınılmaz olur,” demiş olsa dahi. Darbe sonrası faaliyete geçen ve verdiği kararların temyizi olmayan Yüksek Adalet Divanı’nın kuruluşunun, bir başbakanla iki bakanı darağacına göndermesinin evrensel hukukla da, demokrasiyle de bağdaşır bir yanı yoktur.

27 Mayıs Darbesi topluma ilerici, reformcu bir Anayasa kazandırmışsa da daha sonra gelen darbelere yol göstermiş, toplumun parlamenter sisteme yeni yeni duymaya başladığı güveni temelinden sarsmıştır. Bunun dışında Cumhuriyet Halk Partisi’nin toplumdaki yeniden artmaya başlayan saygınlığını bir daha tek başına iktidara gelemeyecek ölçüde olumsuz etkilemiştir.

Darbecilerin ağızlarından Atatürkçülüğü düşürmemeleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu ilkeleri savunmak adına bu darbeleri gerçekleştirdiklerini söylemeleri kendi uydurdukları bir söylencedir. Atatürk’ün, ordunun siyasete müdahalesine ilişkin, ordunun ‘tek amacı’nın ne olduğunu somut olarak tanımlayan görüşleri çok açıktır ve ömrünün sonuna kadar değişmemiştir. Anımsayalım:

Bugünkü insanlık âlemi içinde mevki sahibi olabilmek için elbette sadece silah kuvvetine sahip olmak yeterli değildir. Benim düşünceme göre, kuvvetli bir ordu dendiği zaman anlaşılması gereken manâ, her ferdi, özellikle subayı ve kumandanı, fen ilmi ve medeni âlemin gereklerine göre yetişmiş ve bunlara göre düşünce ve hareketlerini uygulayan ordudur. Yüksek ahlâkta bir heyettir. Şüphesiz ki tek amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı vatanı savunmak olan bu heyet, memleketin siyasetini idare edenlerin verecekleri karara göre faaliyete geçer.” (19 Kasım 1918’de Minber Gazetesi’ne verdiği ve Yeni Aktüel Dergisi tarafından Türkçeleştirilen röportajından).

Dünyanın her yanında darbeciler, toplumun demokrasi bağlamında ‘rüştünü ispat etmemiş’ bireylerden oluşan bir ‘güruh’ olduğu inancından hareket ederek müdahalelerini gerçekleştirirler ve toplumu vesayetleri altına alırlar. Darbeler, toplumun bütünün aşağılanması anlamına gelir ve bireylerde derin psiko-sosyal sarsıntılara, ruhsal çöküntülere neden olur.

Özellikle 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri bireylerde kalıcı kişilik bozulmalarına, toplumda yozlaşıp çürümelere yol açmıştır. Bu duruma düşürülmüş bir toplumun bireyleri ne demokrasi ne de yurttaşlık bilincine sahip olabilirler. Örneğin, koca bir toplumu süngü zoruyla sandık başına götüreceksin ve kendi hazırladığın, aleyhinde propaganda yapmayı yasakladığın bir Anayasa’ya oy vermeye zorlayacaksın! Bu Anayasa yüzde 92 kabul oyu alacak ve o ülke tam çeyrek yüzyıldır bu Anayasa ile yaşamak durumunda kalacak! Sonra Anayasa Mahkemesi’nin yüce yargıçları TBMM’nin çıkardığı yasaların, toplumun sırtına geçirilmiş bir deli gömleğinden farksız olan bu darbe Anayasa’sına uygun olup olmadığına karar verecekler! Yasalar, Amerikalıların “Bizim oğlanlar!” dediği işbirlikçi darbecilerin hazırladığı Anayasa’ya göre hazırlanacak, devletin adı da ‘hukuk devleti’ olacak! Bir toplum için, o toplumun hukuku için bundan daha büyük bir aşağılanma olabilir mi?

Askeri müdahaleler neye son vermeyi öngörmüşler, neye müdahale etmişlerse seçmen çoğunluğu tersine bir refleksle onların yıkmak yada değiştirmek istediklerini daha güçlü bir konuma getirmiştir. Bir yanıyla Adalet Partisi 27 Mayıs’ın, Anavatan Partisi 12 Eylül’ün, Milliyetçi Cephe 12 Mart’ın, Adalet ve Kalkınma Partisi 28 Şubat’ın eseridir.

Gerçekler kimi zaman içimizi acıtır, ama umudu yakalamak istiyorsak bu acı gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor. Burada yapmak istediğimiz de budur.

Hiç yorum yok: