5 Temmuz 2008 Cumartesi

DİN VE DİNDARLIK – 27.02.2008

Din, bir dogmalar bütünüdür. İnsanın, çaresiz kaldığı durumlarda kendine benzemeyen, kendinden olmayan doğa-üstü bir varlığa sığınma gereksiniminden doğmuştur. Dogma olan her düşüncenin, her sözün belirleyici temel özelliği ‘değiştirilemez’ olmasıdır. Örneğin, İslam’ın temel kaynağı olan Kuran’ın tek sözcüğü, tek noktası, tek virgülü bile değiştirilemez. İnanç sahipleri Kuran’da yazılan her şeyi tartışmasız kabul etmekle, Kuran’da bildirilen her şeye inanmakla, Kuran’da verilen buyruklara sorgulamaksızın itaat etmekle yükümlüdürler.

Dinde ‘pazarlık’ yoktur; kişi, din’i kendi kafasınca yorumlayamaz. Kuran’da yazılanların gerçekliğinden kuşku duymak, İslam’ı reforme etmeye (dönüştürmeye) kalkışmak büyük bir günahtır. Salt, ‘Elhamdüllah Müslümanım’ demenin Allah katında geçerliliği yoktur; kişinin Müslüman olup olmadığını İslam’a olan mutlak inancı ve bu inancı doğrultusundaki davranışları belirler. Eğer Kuran’da kadının örtünmesi emredilmişse Müslüman kadın örtünmek zorundadır. Eğer Kuran’da alkollü içki içmek yasaklanmışsa Müslüman, alkollü içki içmeyecektir. Eğer Kuran’da domuz eti yemek haram sayılmışsa, Müslüman domuz eti yemeyecektir.

Sözgelimi, bir kadın çıkıp da ‘çağdaşlık’ adına ‘Ben örtünmem, istersem bikini de giyerim, içki de içerim, sırasında domuz salamı da yerim’ dedikten sonra gene de Müslümanlık iddiasındaysa, bunun ilahi katta hiçbir değeri olamaz.

Kuran, belli kurallar çerçevesinde erkeğe, eşini döverek cezalandırmak hakkı tanımıştır. Dolayısıyla Müslüman erkek belirlenen kurallara uygun bir biçimde eşini döverken, bunu engellemeye çalışmak Allah’ın tanıdığı bir hakkı engellemek olmanın yanı sıra günahtır da. İnsan hakkının, Allah’ın kullarına tanıdığı hakların karşısında hiçbir değeri yoktur. İnsanın hakkı, Allah’ın hakkıyla eşit tutulamaz.

Kısacası, eğer Kuran, İslam’ın tartışılamaz, değiştirilemez, dönüştürülemez temel kaynağı ise her Müslüman Kuran’ın emirlerine harfiyen uymak zorundadır; aksi halde o kişinin Müslümanlığı kuşku götürür. Dinsel inanç bir bütündür, mutlaktır, dolayısıyla ‘yarım inançlılık’, ‘çeyrek inançlılık’, ‘kendince inançlılık’ diye bir şey yoktur, olamaz. Din, buna izin vermez!

Yeri geldiğinde Türkiye’deki Müslümanların genel nüfusa oranı % 99 olarak ifade edilmektedir. ‘Hepimiz Müslüman’ız’ söylemi toplumun büyük çoğunluğunda kabul gören bir söylemdir. Ne var ki bu söylem gerçeği yansıtmamaktadır, kesinlikle doğru değildir. Eğer bir Müslüman’ın dinsel kimliğini, onun Kuran’ın buyruklarına uyup uymadığı belirliyorsa, İslam’ı mutlak ve bir bütün olarak kabul eden bir mümin ile alkollü içki içmekte, tesettüre uymamakta, Kuran’ın buyruklarını sorgulamakta bir beis görmeyen, fakat yine de Müslümanlık iddiasında olan insanların imanları karşılaştırılabilir mi?

Kabul edelim, Türkiye bu yanıyla bir ‘yarım inançlılar’, ‘çeyrek inançlılar’, ‘kendince inançlılar’ ülkesidir. Özünde Kuran hükümlerince Müslüman olmayan milyonlarca insan, ancak sosyologların, psikologların uğraş alanlarına giren nedenlerden ötürü kendilerini ‘Müslüman’ olarak tanımlamak zorunda hissetmektedirler. Sonuçta, ‘Türkiye’de nüfusun yüzde 99’u Müslüman’dır’ gibi hiçbir gerçekliği olmayan bir söylem, bir efsanedir.

Oysa laiklik kişiye, hiçbir dine bağlanmama hakkını da tanır. Laik devlet, inançlı yurttaşları gibi hiçbir dinsel inanca bağlı olmayan yurttaşlarının da haklarını gözetmek, korumak, onların bu haklarını güvence altına almak zorundadır. Bu ülkede dinsel bağlamda ‘mahalle baskısı’ diye bir etkileme varsa, bu baskıdan en fazla inançsızlar etkilenmektedir.

Sünni-Hanefi Müslümanlık, kendinde toplumsal ve bireysel hayatın her alanına müdahale etme hakkını gören bir ideoloji, toplum ve insanlar için belli bir yaşam biçemini öngören bir dünya görüşüdür. Uzunca bir süredir, Sünni-Hanefi ideolojinin toplumun geniş kesimlerinde egemenlik kurduğu bir süreci yaşıyoruz; bu süreç giderek hızlanmaktadır. Bu sürecin, ‘biz de Müslüman’ız’ diyerek kırılmasına olanak yoktur. Eğer karşımızdaki bir ideoloji, bir dünya görüşü ise ona ancak ideolojik bir seçenekle, karşıt bir dünya görüşüyle karşı konulabilir. Bunun için de her şeyden önce bireylerin kendilerini korkularından arındırarak özgürleşmeleri gerekir. Özgür insan, ‘ne ise, o olduğunu’, dindarsa ‘dindar’, dinsizse ‘dinsiz’ olduğunu söyleyebilme yürekliliğini gösteren, herkesten önce kendi kendisine karşı ‘doğru’ olan insandır. Olandan, yaşanandan farklı olan bir geleceği ancak özgürleşmiş insanlar kurabilirler.

Umut, özgür insandadır.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bilgisiz ve ön yargılardan arınmamış bir zihin bilenin ağzını açık bırakır şaşkınlıktan.Cahil bu sebeple boğazına sinek kaçarak ölen birçok bilgin yaratmıştır.
Yazıda da hezeyanları var bir cahilin.Günahkar olmak ile kafir olmak farklı hallerdir sayın yazar.Ayetlere aykırı davranmak başka ayetleri inkar başkadır.Koyup kendini ilmihal yerine hüküm vermeye kalkışmak dine karşı saf bir kin ve ön yargının yarattığı bir hal olsa gerek.Zira İslam bilginlerinden Ebu Hanife'nin "Kişi en büyük günahları dahi işlese kalbi İslam oldukça Allah affedicidir" mealinde bir yorumu vardır yazdığı tefsirlerde.Böyle desteksiz ütopyalar savurmak hoş olabilir ama eğer evrensel ahlaka inanıyorsanız şunu bilin ki etik değildir.

Nurettin Topçu dedi ki...

Bilgisiz ve ön yargılardan arınmamış bir zihin bilenin ağzını açık bırakır şaşkınlıktan.Cahil bu sebeple boğazına sinek kaçarak ölen birçok bilgin yaratmıştır.
Yazıda da hezeyanları var bir cahilin.Günahkar olmak ile kafir olmak farklı hallerdir sayın yazar.Ayetlere aykırı davranmak başka ayetleri inkar başkadır.Koyup kendini ilmihal yerine hüküm vermeye kalkışmak dine karşı saf bir kin ve ön yargının yarattığı bir hal olsa gerek.Zira İslam bilginlerinden Ebu Hanife'nin "Kişi en büyük günahları dahi işlese kalbi İslam oldukça Allah affedicidir" mealinde bir yorumu vardır yazdığı tefsirlerde.Böyle desteksiz ütopyalar savurmak hoş olabilir ama eğer evrensel ahlaka inanıyorsanız şunu bilin ki etik değildir.