5 Temmuz 2008 Cumartesi

KAVRAMLARDA ANLAŞMAK – 10.02.2008

Geçen yazıda değindiğimiz ‘çöp bilgiler’ konusunu sürdürelim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan 23 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması, aynı zamanda yeni kurulan devletin Osmanlı’nın hukuksal/siyasal açıdan ‘reddi mirası’nın da ilanıdır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın kültürel mirasını da reddettiği anlamına gelir mi? Bu, kuramsal olarak da, pratik olarak da olası değildir; kültür ve sanat bu topraklarda yaşamış ve yaşayan insanların ortak emeklerinin ürünüdür.

Yurdumuzu bir ‘kavimler kapısı’ olarak görüyorsak, Trakya ve Anadolu’yu üzerinde yaşamış, yaşayan herkesin yurdu bellemişsek ve ‘özbeöz Türklük/kandaşlık’ gibi bilimdışı/akıldışı/çağdışı saplantılarımız yoksa Efes, Alacahöyük, Sümele Manastırı, Ani Kisesi, Aya Sofya gibi Bursa’nın, Edirne’nin, İstanbul’un camileri, Sinan’ın, Balyan Kardeşlerin yapıtları; Türk Dede Efendi, Ermeni Artaki Candan, Rum Yorgo Bacanos, Yahudi İsak Varon, Kürt Haydar Telhunar’ın müzikleri yada Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Ahmet Hâni’nin şiirleri bize kalan miraslardır, gelenek-göreneklerimiz gibi.

Yeri gelmişken uzunca bir süredir sıkça ve çoğunlukla da yersiz kullanılan ‘ulusalcılık’ kavramı üzerinde de durmak gerekiyor, diye düşünüyorum. Latince ‘natio’ kökünden türeyen, İngilizce’de, Fransızca’da, Almanca’da ‘nation’, İtalyanca’da ‘natione’ olarak kullanılan sözcüğün dilimizdeki karşılığı ‘ulus’tur. Kabaca söyleyecek olursak, ‘ulus’a maddi ya da manevi açıdan aidiyet bağıyla bağlı olan her şey ve herkes de ‘ulusal’dır. ‘Ulusal Egemenlik’, ‘Ulusal Park’, ‘Ulusal Takım’, ‘Ulusal Gelir’, ‘Ulusal Medya’ gibi. Örneğin, müzikte Leyla Gençer, Fazıl Say, şiirde Nazım Hikmet, tıpta Gazi Yaşargil ve daha birçok benzerleri ‘ulusal’ değerlerimizdir. Bu sözcük ‘Ulusal Afet’, ‘Ulusal Utanç’ vb örneklerinde görüleceği gibi mutlaka olumluluk içermez.

‘Ulusalcı’ ve ‘ulusalcılık’ sözcükleri ‘ulusal/milli’ sözcüğünden türemiştir; ‘ulusalcı/millici’ sözcüğü, yurduna, yurdunun ve insanın değerlerine sahip çıkan, onları koruyan insanları tanımlamak için kullanılır, bu insanların görüş birliğinin yarattığı akıma da ‘ulusalcılık/millicilik’ denir. Tek bir yabancı dilden, sözgelimi Almanca’dan yola çıkacak olursak, ‘nation=ulus’, ‘national=ulusal’ anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi ne Türkçe’de, ne de yabancı dillerde ‘ulusalcılık’ sözcüğünün milliyetçilik anlamına gelen ‘ulusçuluk’ sözü ile -her ikisinin de ‘ulus’ sözcüğünden türemiş olmalarından başka- hiçbir ilintisi yoktur. Tam tersine ‘ulusçuluk’ ile ‘ulusalcılık’ birbirlerine karşıt kavramlardır, ‘ulusçuluk’ bir milliyete aidiyeti, ‘ulusalcılık’ ise bir yurda aidiyeti öngörür. Bir örnek vermek gerekirse, Mustafa Kemal Atatürk ‘ulusalcı/millici’, Enver Paşa ise ‘ulusçu/milliyetçi’dir. Biri, sınırlarını ‘Ulusal Ant’la belirlediği yurdu kurtarmanın savaşını verirken, öbürü Turan hayalleri peşinde on binlerce Anadolu çocuğunu kara gömmüştür. Ulusun sınırları yoktur, yurdun ise bellidir.

‘Ulusçuluk/milliyetçilik’, özellikle farklı etnik kökenden insanların yaşadığı, bir arada yaşamak zorunluluğunda olduğu Türkiye gibi ülkelerde hem nesnel, hem de öznel olarak ‘bölücü’ işlevler üstlenir. Böyle ülkelerde bir etnik grupta baş gösteren ulusçuluk/milliyetçilik öbür etnik gruplardaki ulusçu/milliyetçi potansiyeli tetikler; Kürt sorununun güncel görünümü bu görüşü açıkça doğrulamaktadır. Daha önce de vurgulamıştık: Ulusçuluk/milliyetçilik, kapitalizm üretim ilişkileriyle birlikte ortaya çıkan ideolojik/siyasal bir akımdır, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da kapitalist üretim ilişkileri yaygınlaştıkça bu akımın ortaya çıkması çok doğaldı, ne var ki devlet bu akımı doğru/gerçekçi algılayamamış, Kürtlerin kabul edilebilir istemlerine bağnaz bir karşı ulusçuluk/milliyetçilikle yanıt verme yoluna gitmiş, böylece bir kısır döngüye, açmaza girilmiştir. Bu açmazdan yararlanan tek güç ise söz konusu açmazı tüm olanaklarıyla keskinleştiren Amerikan emperyalizmi olmuştur.

Ulusalcılık, yurtseverliğin, yurtseverlik de solculuğun olmazsa olmazıdır. Ben, Türkiye’nin geleceğini üzerinde yaşayan her dilden, her dinden, her etnik kökenden insanların yurt sevgisinde görüyorum. Bir düşünelim: Birbirine ters iki kavram olan ‘ulusalcılık/millicilik’ ile ‘ulusçuluk/milliyetçilik’ sözcükleri ne zamandan beri özdeş olarak kullanılır oldu ve bu özdeşlik kimler tarafından dilimize dayatıldı? Kimler bu yapay özdeşlikten kendilerine ideolojik ve siyasal çıkarlar sağladılar? Ne var ki bu sözcük giderek daha sıkça kullanılıyor, ulusçuluk/milliyetçilikle uzak yakın bir ilgisi olmayan ulusalcılar/milliciler bile bu yoğun dayatmaya karşı seslerini yükseltmiyorlar.

Milliyetçilik postuna bürünmüş egemenler, nutuk atarak, parmak sallayarak bu ülkenin düşünmek isteyen insanlarını ‘bölücülük’, ‘hainlik’ tehditleriyle korkutup sindirecekler, bize kendi yanlışlarını, kendi kavramlarını dayatacaklar. Biz de sesimizi kesip boyun eğeceğiz!

Olacak şey mi?

Hiç yorum yok: