4 Temmuz 2008 Cuma

YURT VE YURTTAŞLIK BİLİNCİ - 26.12.2007

Yurttaşlık söz konusu olunca ‘yurt’ ve ‘yurttaş’ kavramlarına da bir göz atmak gerekiyor. Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlük’ünde yurt, “bir halkın üzerinde egemen olarak yaşadığı, kültür ve uygarlığını oluşturduğu toprak parçası” olarak açıklanıyor aynı zamanda da “göçebe bir yaşam süren Türk ve Moğol halkına özgü, ahşapları sökülüp taşınabilir yapıda, üzeri deri ya da kumaşla örtülü, daire biçiminde çadır” anlamına geliyor. Giresun Dernekleri Birliği’nin web sitesinin Dereli ilçesi bölümünde şöyle bir tümce var: “Bölgeye ilk gelen Müslüman Türkmenler, sık çam ormanlarını kırarak yurt açmışlar ve bu yolla bölgede tarım alanları oluşturarak yerleşmişlerdir.” Bu örnekte de görüldüğü üzere dilimizde ‘yurt’ sözcüğü coğrafi açıdan hem dar, hem de geniş anlamda kullanılmaktadır. Fakat bu sözcükten günlük Türkçe’de anlaşılansa ülkenin tümü, dolayısıyla Türkiye’dir.

‘Yurttaşlık’ sözcüğü ise yine Püsküllüoğlu sözlüğüne göre, “bir yurtta doğup büyüme ya da yaşamış olma, bir yurdun kişisi olma, bir yurda bağlı bulunma” durumunu anlatmaktadır, Türkiye ya da Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı gibi.

Bir de Batı dillerindeki yurt ve yurttaş sözcüklerine bakalım: İngilizce: Citizen/Citizenship, İspanyolca: Ciudadano, İtalyanca: Cittadino, Fransızca: Citoyen/Citoyenneté, Almanca: Bürger/Bürgerschaft. Türkçelerinin karşısındaki ilk sözcük yurt, ikincisi ise yurttaşlıktır. Bu dillerdeki yurt ve yurttaşlık sözcükleri ‘city’, ‘ciudad’, ‘citta’, ‘burg’ gibi ‘kent’ anlamına gelen sözcüklerden türemiştir. Bundan yurttaşlık kavramının ‘kent’ ile birlikte ortaya çıktığı anlaşıldığı gibi söz konusu ülkelerin devletleşme süreçlerinin merkez-kaç krallıklar/feodal yönetimler gibi aşamalardan geçtiği de görülmektedir, Floransa, Nürnberg, Kastilya krallıkları, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi. Ortaçağda aynı zamanda birer Kilise Devleti olan bu kent/bölge krallıkları ve imparatorluklar 1789 Fransız Devrimiyle başlayan Aydınlanma Çağı ile birlikte kiliseden bağımsız, özgür ulus devletlere dönüşmüşlerdir.

Osmanlı Devleti ise üstyapısını İslam’ın belirlediği/biçimlendirdiği merkezi-feodal bir imparatorluktur. Toprak mülkiyetinin padişahta olduğu Osmanlı Devleti, kentleri ve kentlileşmeyi oluşturan/geliştiren sanayileşme devrimini de, aydınlanma devrimini de ıskalamış, çöküşüne kadar Hilafet’e beşiklik eden feodal bir din devleti olarak kalmıştır. Bu sürece bağlı olarak Osmanlı’da yurt kavramı da, yurttaşlık kavramı da, yurtseverlik bilinci de gelişmemiştir.

Bu açıdan, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin yolunu açan Ulusal Kurtuluş Savaşı, Kuruluş ve Aydınlanma Devrimleri 20. yüzyılda tanık olunan en büyük mucizelerden biridir. Çağcıl ulus ve yurt kavramlarından habersiz, yurttaşlık ve yurtseverlik bilincinden yoksun, okuma yazması olmayan yoksul köylü kitlelerini bir bağımsızlık savaşına seferber etmek ve bu savaştan zaferle çıkmak, sonrasında da bir enkaz üzerinde modern bir devlet kurmak ‘mucize’den başka hangi sözcükle ifade edilebilir?

Burada bir mucizeden söz ederken, Doğu Trakya ve Anadolu’nun çevresindeki topraklarda göçe zorlanarak yurtsuzlaşan ve bugünkü Türkiye sınırları içinde kendilerine yeni bir yurt bulan Rumelililerin, Çerkezlerin, Abhazların, Gürcülerin ve diğer halk gruplarının bu mucizedeki katkılarını da mutlaka anmak gerekir.

Yeniden başa dönecek olursak… Cumhuriyet öncesi Anadolu’da yurt bağının da, yurttaşlık bilincinin de oluşmaması doğaldır. Birey, sahip olmadığı bir şey’e bağlanmadığı gibi onu savunulacak değerde de görmez. Başlıca üretim zemini olan toprağın mülkiyeti köylüde, yani onu işleyende değildir. Toprağın mülkiyeti ya padişahta, ya da çöküş döneminde padişah toprağını gasp etmiş beylerde, ağalardadır. Köylü, toprağa bağlı yarı köle konumundadır. Bu durumda toprak eğer yurtsa, o yurdu korumak da yarı köle köylünün değil, sahibinin işidir/görevidir. O dönemde köylünün asker toplamanın çok büyük ölçüde iman ve dipçik zoruyla gerçekleşmesi bu nedenle bir rastlantı değildir. Ulusal Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra dahi Ege içlerine ilerleyen işgalci Yunan ordusunu Türk köylülerinin köy girişlerine astıkları Yunan bayraklarıyla karşılamaları da bir gerçektir. Kurtuluş/bağımsızlık bilincini taşıyanlar şimdi birtakım ‘entel-dantel’ çevrelerin, “Ama hiç de demokrat değildiler!” diye dudak büktükleri kentlileşmiş, kafalarında yurt bilincini, yüreklerinde de yurtseverlik duygusunu taşıyan asker-sivil aydınlar, üniformalı-üniformasız bürokratlardır. Nesnel koşulların varolmamasına karşın Anadolu köylüsüne yurt bilincini aşılayan da o kadrolar olmuştur.

Hiç yorum yok: