Daha önce de dile getirilmişti bu köşede; Türkiye uzunca bir süredir giderek hızlanan bir kapitalistleşme süreci yaşıyor. Doğu ve Güneydoğu’da feodal üretim ilişkileri çözüldükçe özgürleşen işgücü kentlere akıyor, kent nüfusu büyüyor. Klasik sosyolojiye göre kapitalistleşmenin kendi üstyapısını oluşturması, kent nüfusunun da nitelik olarak kentlileşmesi gerekiyor. Fakat Türkiye’de söz konusu varsayımlara uygun düşen bir gelişme gözlemlenmiyor. Tam tersine Anadolu kapitalizminin motoru olan ekonomik güçler/sermaye sahipleri kapitalist alt yapı üzerinde kapitalizm öncesi/feodal üst yapı kurumlarını inşa etmek için çaba harcıyorlar. Benzer yapılar başta İstanbul olmak üzere göç alan tüm kentlerimizde ortaya çıkıyor, feodal üstyapı burada oluşan varoş nüfusundan besleniyor. Bu üstyapının ideolojik/siyasal zemini olan İslam’ı, feodalizmden çıkış bağlamında ‘modernleşme’ demek olan kapitalizmin üzerine bir tencere kapağı gibi oturtmak mümkün değil.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, ideolojik/düşünsel gıdasını İslam’dan alan dinci kapitalizmin siyasal gücüdür ve işi, genel seçimlerde yüzde 47 oy alsa dahi hiç kolay değildir. İktidarın durumuna kendimizi onun yerine koyarak baktığımızda içinde bulunduğu koşulların zorluğunu görebiliyoruz.
Bu iktidar, gücünü ‘iman’dan alıyor, ne var ki İslam banka faizini yasaklamış, ‘iman’ bu yasağın tüm bankacılık sistemine uygulamasını gerektirirken iktidar çaresiz kalıyor. İslam, Müslüman kadınlar için tesettür buyurmuş, iktidar sahipleri bu buyruğa ancak eşlerini kapatarak uyabiliyorlar; kendi söylemlerine göre nüfusun yüzde 99’u Müslüman, bu Müslümanların yarısını kadınlar oluşturuyor. Fakat üniversiteli Müslüman kızların tesettür taleplerini bile karşılayamıyorlar. Oysa İslam, kadının, kamusal ya da özel, hayatın her alanında kapanmasını buyuruyor. Yazılısıyla, görseliyle medyanın büyük bölümü İslamî ahlak ölçülerine aykırı fotoğraflarla, yazılarla, karikatürlerle dolu, bir yargıç çıkıyor okullarda zorunlu din dersleri kaldırılmalı diyor. Yürürlükteki laik yasalar, bir duvar gibi önlerini kesiyor. İmanını İslam’dan alan siyasal iktidar daha da çoğaltılabilecek bu örneklerde gösterilen engelleri içine sindiremiyor. Dolayısıyla ‘bir şeyler’ yapması gerekiyor.
Bu bağlamda, yeryüzünde bir örneğine daha rastlanmayan bir olay gerçekleştirilmeye çalışılıyor; olağan olan, doğal bir süreç içinde üretim biçiminin/altyapının üstyapıyı (hukuk, siyaset, kültür, sanat, ahlak vb) oluşturması iken AKP iktidarı altyapıyı/kapitalizmi üstyapıya/İslam’a uydurarak özgün bir İslamî ekonomik-toplumsal bir düzen kurmaya çabalıyor. Bu çabasının gereği olarak önündeki en büyük engeli oluşturan laik düzeni, bu düzenin savunucusu olan laik kurum ve bireyleri hedef alıyor.
Çünkü laik düzen durduğu sürece İslamcı kapitalistler ne değin devleşirlerse devleşsinler, İslamcı medya organlarının sayısı ne kadar artarsa artsın, ellerine geçirdikleri yerel yönetimler ne kadar çoğalırsa çoğalsın amaçladıkları noktaya gene de gelemeyeceklerini görüyorlar. Çatışma bu noktada kaçınılmaz oluyor. Beklenen ‘şey’, özü ve görüntüsüyle işte bu çatışma!
Kapak, tencereye çarparak, vurarak, çakarak uydurulmaya çalışınca sesi de gürültülü çıkıyor.
Bu arada bir de AKP iktidarının ülkeyi demokratikleştirdiğine ilişkin iddialar var ki, toplum İslamcılaştırılırken ülke nasıl olup da demokratikleşebilir sorusu burada bir muamma olarak ortaya çıkıyor. Ya da nasıl bir demokratikleştirmekse, toplum her gün biraz daha geriliyor; laik yazarlar, gazeteciler, bilim adamları, parti başkanları gözaltına alınıyor; yarın sıra bildiri yayınlayan laik fakülte dekanlarına, her alandan laik aydınlara, laik işadamlarına, size, bize hepimize gelebilir, en umulmadık insanlar ergenekonculaştırılabilir, aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk’un ergenekonculaştırıldığı gibi.
Fakat toplumdaki gerginliği daha da keskinleştirecek bu tür girişimlerin, yaratılan çatışma ortamının kimseye, hele iktidara hiçbir yararı olmayacağı o kadar ortada ki, gören gözlerce, düşünen kafalarca, tabii.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder