5 Temmuz 2008 Cumartesi

İŞSİZLER VE İŞÇİLER - 27.01.20008


Bu köşede epeyce bir süredir saydam bir Türkiye fotoğrafı çıkartmaya çalışıyorum. ‘Umut’ başlıklı yazılarımda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 22 Temmuz genel seçimlerinde elde ettiği başarının nedenlerinden yola çıkarak İmam Hatip Okulları, dincileşme eğilimleri karşısında siyasal partiler, dinci sermaye ve Nakşibendilik, Anadolu’da AKP kadrolaşması, dincileşme ve aydınlar, ekonominin ve eğitimin durumu, otoriter yapılanmalar, bireyselleşme ve demokrasi, yurttaşlık bilinci, devrim yasaları, cumhuriyet devrimleri karşısında muhalefet, Türkiye’de ilk partileşmeler, Demokrat Parti serüveni, ordu ve siyaset, köylülük ve milli burjuvazi konularının üzerinde durdum. ‘İnsan belleği unutkanlıkla sakattır’ saptaması içinde bulunduğumuz bu sıkışık dönemde bizler için de geçerli olmasın istiyorum.

Türkiye’de hava gün be gün kararıyor. Bir ayağı dışarıda olan işbirlikçi burjuvazinin ve ondan beslenen dar bir kesimin umursamazlığını anlayabiliyorum; onlar toplumumuzun çok büyük bir bölümünün, ezici çoğunluğun yabancısı olduğu şatafatlı, renkli, debdebeli hayatlar yaşıyorlar. Toplum ise yoksul evlerine dağıtılan kömürle, erzakla, ianeyle sadakaya muhtaç dilenci derekesine düşürülüyor. Siyasal iktidara yaranmak isteyen büyük medya, gazeteleriyle, televizyonlarıyla bir yandan yaşanan o debdebeli hayatlara ‘magazin’ adı altında sayfalar, saatler ayırırken, iktidarın sadaka operasyonlarını da övgüler düzerek kamuoyuna sunuyor.

Nicedir yalanlarla yatıyor, yalanlarla kalkıyoruz. İşsizlik istatistikleri açıklanıyor. Resmi sayılara göre ülkemizdeki genel işsizlik oranı 2007 yılında yüzde 9.2. Aynı yılda Almanya’daki genel işsizlik oranı ise yüzde 9.9, yani Avrupa’nın en gelişmiş ekonomisindeki işsizlik oranı Türkiye’dekinden yüzde 0.7 daha fazla! Bizi salak yerine koyuyorlar, elmalarla armutları karşılaştırıp ortaya çıkan sayıyı önümüze sürüyorlar. Oysa biz, 70 milyon olan nüfusumuzun çalışabilir durumda olan 15 yaş üzeri bölümünün 52.5 milyon kişi yaptığını biliyoruz. Fakat istatistiklerde bu 52.5 milyon kişinin yalnızca 25 milyonu ‘çalışabilir nüfus’ olarak, yarıdan fazlası ise (27.5 milyon kişi) yaşlıdır, emeklidir, ev kadınıdır, engellidir, öğrencidir denerek değerlendirmeye sokulmuyor. Dolayısıyla işsiz sayısı 2 milyon 300 bin düzeyine indirilerek bizimle birlikte Avrupa Birliği’nin de gözü boyanmaya çalışılıyor. Oysa ülkemizdeki ‘gerçek’ işsizlik oranı yaklaşık yüzde 20’yi buluyor.

Gören gözlere, iş günlerinde ve mesai saatleri içinde yalnızca İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in, Bursa’nın, Eskişehir’in ya da Diyarbakır’ın sokaklarında değil irili ufaklı kasabalarda da bir süre dolaşmak ülkemizde yaşanan işsizlik felaketinin gerçek boyutları hakkında bir izlenim edinebilmek için yeterli oluyor.

Biliyorum, bu sayılar insanın geleceğe ilişkin umutlarını kırıyor. Öyle koşullarda yaşıyoruz ki umudu korumak kolay değil. Yineleyelim: nüfusumuz 70 milyon 500 bin, çalışır durumdaki kesim 21 milyon 200 bin. Çalışan bu kesim toplam nüfus içindeki çocuk, genç, yaşlı, emekli, engelli, öğrenci 49 milyon 300 bin kişiyi besleyecek! Doğal ki besleyemiyor, toplumda açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayanlar milyonlarla ifade ediliyor. İnsanlarımız çöplerden yiyecek ayıklıyor.

Resmi verilere göre toplam sendikalı sayısı 3 milyon 274 bin, bu sayı toplam çalışabilir nüfusun ancak yüzde 13’ünü oluşturuyor. Yüzde 87’ye karşı yüzde 13! İşçilerimizin örgütlenme bilinci ne yazık ki 2008 yılında bu düzeyde, köylülüğün gelişmişlik düzeyi ise henüz yarı-kölelikten ücretli işçiliğe geçiş aşamasında.

Metropol burjuvazimiz de, Anadolu burjuvazimiz de emperyalizme bağımlı, her ikisi de küresel sermayenin işbirlikçisi; biri ‘sözde laik’, öbürü ‘özde dinci’ ama her ikisi de siyasal iktidardan hoşnut. Dış ticaret dengemiz bozulmuş, dışalımımız dışsatımımıza fark atıyor. Küreselleşme adına Batı’dan çikolata fabrikası satın alıyor, karşılığında sanayi tesisi veriyoruz. Borsamızın yüzde 70’i, bankalarımızın yüzde 45’i yabancıların elinde. Devlet, elinde nesi var nesi yoksa yabancılara devretmek için can atıyor. Madenlerimizi, enerji kaynaklarımızı, iletişim ağlarımızı çoktan beri yabancılar denetliyor. Rakımızdan deterjanımıza kadar her şeyi yabancılardan alıyoruz. Limanlarımızı, büyük alışveriş merkezlerimizi yabancılar işletiyor. Kendi ülkemizde bize düşen yalnızca yabancıların taşeronluğu. Medyamız tekelleşiyor, haber alma özgürlüğümüz kısıtlanıyor.

Siyasal İslam hızla kadrolaşıyor, bir süre sonra Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan güçler ayrılığının sözünü etmek bile gülünç kaçacak. Eğitim sistemimiz çökmüş, okulluk ortalamamız dört yılın altında, 115 üniversitemizden hiçbiri dünya sıralamasında ilk 400’ün arasına giremiyor.

Tüm bunlara rağmen ‘umut’tan söz edeceğiz, söz etmeye, sözünü ettiğimize de yürekten inanmaya zorunluyuz. Yoksa nasıl onurlu bireyler olabiliriz ki?

Hiç yorum yok: