Son haftalarda sosyalistler de bu demokrasi-darbe ikilemine çekilmek isteniyor. Oysa sosyalistlerin, temel amacı kapitalist düzeni egemenler adına güvenceye almak olan bir askeri darbeye yandaş olabileceklerini düşünmenin akıldışı bir davranış olduğunu medyadaki en geri zekâlı AKP sözcüleri de biliyorlar. Fakat amaçları, sosyalizmi farklı bir yoldan bu ikileme çekmek olduğundan sosyalistlerin laiklik konusundaki duyarlıklarına yükleniyorlar. Ne var ki tüm bunlar sonuçsuz kalmaya mahkûmdur, çünkü laikliğin ‘demokrasinin olmazsa olmazı’ olduğunu bilen hiçbir sosyalist, eğer aklını yitirmemişse ya da yoldan çıkmamışsa, AKP’nin yanında saf tutmaz. Bundan, “Sosyalistlerin darbecileri desteklediği anlamı çıkar mı?” sorusuna yanıtımız ‘hayır’dır.
Bu ülkede askeri darbelerin en büyük mağdurları solcular olmuştur. 12 Mart, 12 Eylül zindanlarında en yoğun işkenceleri onlar görmüşler, en yaygın tutuklamaları onlar yaşamışlar, en uzun hapis cezalarına onlar çarptırılmışlar, en fazla canı da onlar yitirmişlerdir. AKP sözcülerinin ileri sürdüklerinin tam tersine darbelere en kesin kararlılıkla karşı çıkanlar onlardır.
Dolayısıyla sosyalistleri darbecilerin yanında göstermeye çalışmak boş bir çabadır.
Türkiye’de darbe olasılıklarının kökünün kazınmasını en fazla arzu edenler sosyalistlerdir. Susurluk Olayı’na ilişkin olarak ‘Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ gibi yaygın kampanyalar başlatanlar da yine onlar olmuştur. Ne var ki birkaç polis cezalandırılarak olayın üstü örtülmüş, esas suçluların üzerine gidilmemiştir.
12 Eylül darbecilerinin yargı önüne çıkarılmalarını mümkün kılacak anayasa değişikliği talebi de sosyalistlerden gelmiştir. Ne var ki bugün ‘demokrasi havarisi’ kesilen AKP iktidarı anayasa değişikliği konusunda toplumu aylarca oyalamış, sonunda dağ fare doğurmuştur. Doğan farenin de ömrü uzun olmamış, çıkartılan ‘türban
yasası’ Anayasa Mahkemesi’nden geri dönmüş, anayasayı baştan sona değiştirme düşüncesi uyumaya bırakılmıştır.
Tek başına bu olay bile AKP iktidarının demokrasi konusundaki samimiyetsizliğini ortaya koymaktadır.
Bu hay huy içinde kendisini ‘liberal’ olarak tanımlayan bir kesimin giderek AKP iktidarına daha fazla yakınlaştığı görülüyor. Bu kesimden salt liberallerin davranışlarını anlayabiliyorum. Fakat bir de “Biz hâlâ sosyalistiz!” diyen, izledikleri liberal çizgiyi sol/sosyalist sözcükleriyle tanımlayan bir kesim daha var. Bunların ise bu süreçte neden çağcıl Marksist eleştirel düşünürlerden ya da sosyalist siyasetçilerden değil de, önerileri toplumun geneli için her zaman sınırlı kalmaya mahkûm burjuva düşünürlerden esinlendiklerini anlamakta zorlanıyorum.
Bu konu üzerinde daha ayrıntılı duracağız, şimdilik ABD Komünist Partisi Başkanı Sam Webb’ten bir cümle alıntılamakla yetinelim: “Bizim sosyalizm vizyonumuz değer ve ölçüler açısından temel birikimleri içermelidir. Bunların en önemlileri sosyal dayanışma, eşitlik, barışçılık, ekonomik adalet, sömürünün ortadan kaldırılması, demokrasi, başkalarına saygı, bireysel özgürlükler ve yurttaş hakları, kararlılık ve enternasyonalizmdir. Bu değerler gelişigüzel seçilmiş olmayıp çalışan insanların savaşımlarından ve sosyal gelişimin gereksinimlerinden ortaya çıkmıştır.”
Demek istediğimiz sosyalizmde ‘demokrasi’ ve ‘bireysel özgürlük’ kavramlarının bizim ‘solcu liberallerimizin’ ya da ‘liberal solcularımızın’ özgün buluşları olmadığıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder