5 Temmuz 2008 Cumartesi

‘68 BAHARI - 07.05. - 28.05.2008

ABD’de, Başkan John F. Kennedy’nin 22 Kasım 1963 günü bir suikasta kurban gitmesinden sonra başkanlık Koltuğuna oturan Lyndon Baines Johnson, Demokrat Parti’den; İngiltere Başbakanı James Harold Wilson, İşçi Partili; Almanya’da Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik ve Almanya Sosyaldemokrat Partisi’nin katılımıyla kurulan Büyük Koalisyon Hükümeti’nin başı, Şansölye Kurt Georg Kiesinger, Hıristiyan Demokrat; Fransa’da Başbakan George Pompidou, ‘de Gaulle’cü’ Yeni Demokrasi Birliği’nden; İtalya Başbakanı Aldo Moro, Hıristiyan Demokrat; Süleyman Demirel Adalet Partisi’ndendi.

Siyasal kişilikleri 2. Dünya Savaşı sonrası dünyaya egemen olan ‘soğuk savaş’ döneminde biçimlenen ve sosyalist ülkeler ile Üçüncü Dünya ülkelerindeki bağımsızlık savaşlarını da Batı için tehlike olarak gören bu politikacıların ortak özellikleri antikomünist/muhafazakâr olmalarıydı. Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve Türkiye’de gençlik, ‘1968 Baharı’nı bu politikacıların iktidarları döneminde karşıladı.

Bu ülkelerin tümünde olayları tetikleyen, üniversite reformuna ilişkin talepler olduğu düşünülse de bu, buzdağının su yüzünde görünen bölümüydü. Her ülkede ‘68 Hareketi o ülkenin kendine özgü siyasal, ekonomik, kültürel koşullarına bağlı olarak ortaya çıkmıştı.

‘68 Hareketi’ni küreselleştiren başlıca gelişme ise Amerika Birleşik Devletleri’nin taraf olduğu ve giderek şiddetlenen Vietnam savaşıydı. Fransa’nın Vietnam’da 1946 yılından beri sürdürdüğü sömürge savaşı, Fransız ordusunun 1954 yılında Dienbienphu’da bozguna uğramasından sonra aynı yıl 21 Temmuz’da imzalanan Cenevre Antlaşması ile sona ermiş, Vietnam, Kuzey ve Güney olmak üzere 17. paralel sınır alınarak ikiye bölünmüştü. Kuzey ile birleşmesi hedefleyen güneydeki Halk Kurtuluş Ordusu’nun (Vietcong) düzenli orduya kazandığı ilk başarılar üzerine Amerika Birleşik Devletleri Güney Vietnam’ı sahiplenerek ilk elde ‘danışman’ adı altında 17 bin askerini ülkeye yerleştirdi. 1963 yılında bir darbeyle hükümet devrilerek iktidar askerlere geçti.

Vietcong ve Kuzey Vietnam birliklerinin baskısı altındaki Güney Vietnam'ın çöküşünü ancak ABD’nin doğrudan müdahalesi engelleyebilirdi. ABD’nin yardımıyla Güney Vietnam ordusunun kuvveti üç kat arttı. 1964'te ABD, komünist kuvvetlerin artan saldırılarına yanıt olarak Kuzey Vietnam'ı bombalamaya başladı. 1964’te Güney Vietnam’a gönderilen asker sayısının 23 bine, ertesi yılın sonunda 184 bine yükselmesi üzerine ABD’deki savaş karşıtı etkinliklerde de bir artış gerçekleşmişti.

ABD’deki savaş karşıtı eylemler, yürürlükteki ırk ayrımcılığına karşı uzun yıllardır süregelen gösterilerle buluşunca ülkede parlamento dışında ve düzene karşı önemli bir muhalefet ortaya çıkmıştı. İkisi de siyah olan Stokely Carmichael, Angela Davis gibi gençlik ve sivil yurttaşlık hareketi önderlerinin çağrıları Avrupa metropollerinin öğrenci kitlelerinde büyük yankı uyandırıyordu.

Vietnam direnişinin yanı sıra Güney Afrika ve Rodezya’da ırk ayrımcılığına karşı yürütülen mücadele, Angola, Mozambik ve Burkina Faso’nun bağımsızlık savaşları, Filistin halkının emperyalizme karşı direnişi, ABD’ye meydan okuyan Küba, Çin’deki ‘Kültür Devrimi’ dünya gençliği gibi Türkiye’deki gençliğin de ilgi odağı ve esin kaynağıydı.

Almanya’da Rudi Dutschke, Fransa’da Daniel Cohn Bendit, İngiltere’de Tarık Ali gibi gençlik önderlerinin söylemleri birbirlerininkilerle olduğu gibi Türkiye’deki gençlik hareketinde öne çıkan Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların söylemleriyle de örtüşüyordu.

‘Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye’, Türkiye’deki gençliğin ulusallığını, ‘Bir, iki, üç Vietnam, Ernesto’ya bin selam’ da evrenselliğini yansıtan/simgeleyen sloganlardı.

Aynı coşkuyla dillendirilen bu sloganlar/söylemler, ‘ulusal olmadan evrensel, evrensel olmadan ulusal’ olunamayacağını göstermesi açısından önemli bir örnektir.

***

Emperyalizme karşıtlığı örtüşse de Avrupa’daki 1968 Baharı’nı Türkiye’deki gençlik hareketinden ayıran başlıca olgular 2. Dünya Savaşı’nın gençlik üzerindeki etkileri ve Avrupa’nın ekonomik gelişmişlik düzeyiydi. Savaş, Almanya’nın teslim olması üzerine ardında yaklaşık 50 milyon ölü, yıkılmış kentler, çökmüş ekonomiler bırakarak 6 mayıs 1945 günü sona erdi. Aynı yılın sonlarında başlayan ve giderek artan Amerikan yardımıyla özellikle sanayi ve inşaat alanlarında büyük atılımlar gerçekleştirildi. Savaştan yenik çıkan Almanya, İtalya gibi ülkeler yaralarını sarıp kısa zamanda dünya gelişmişlik sıralamasındaki eski yerlerini aldılar.

Yıkılan ülkeleri yeniden inşa edenlerin büyük çoğunluğu savaştan geri dönen erkekler, kadınlar ve yaşlılardı. Bu ülkelerin kırklı yılların ikinci yarısında dünyaya gelen gençliği, savaşı yaşamadığı gibi hayatı tanımaya 1950’lerin hızlı kalkınma döneminde başlamıştı. Evde, okulda, sokakta savaş öyküleri dinliyorlar, dinledikçe de kendilerinden önceki kuşağı, babalarını suçluyorlardı. Doğumları 40’lı yıllara rastlayan kuşak savaş karşıtı olarak yetişti. 20’li yaşlarına gelene kadar ülkelerinde iktidar olarak yalnızca muhafazakâr partileri gördüler; Almanya ve İtalya’da Hıristiyan Demokratlar, Fransa’da ‘de Gaulle’cüler’, İngiltere’de Muhafazakâr Parti baştaydı. Bu iktidarlar, anne babalar tarafından ‘kalkınma mucizesini başaran güçler’ olarak dört yılda bir sandık başında ödüllendiriyordu.

***

Ekonomik gelişmeye ve beraberinde gelen görece refaha bağlı olarak elde edilen olanaklar, gençliğe hayatın her alanında eski kuşaklardan farklı davranış biçimleri, alışkanlıklar kazandırmıştı. Gençler, hayatı eski kuşaklardan çok daha yoğun, çok daha derinden sorguluyorlardı. Jean Paul Sartre, Albert Camus, gibi yazarların, Ernst Bloch, Herbert Marcuse, Bertrand Russel, Theodor Adorno gibi düşünürlerin yapıtları Batı gençliğini etkiliyordu. Ünlü üniversitelerin felsefe, sosyoloji, tarih bölümleri gençlik için çekim merkeziydi. Sosyal değişimden yana üniversite hocalarının derslerini amfilerde binlerce öğrenci izliyordu.

Avrupa’daki 60’lı yılların gençliğinin müzik, resim, sinema, estetik, giyim vb. beğenileri de önceki kuşaklarınkinden farklıydı. Taralı saç, takım elbise, kravat demode olmuştu. Odalarının duvarlarını Marx’ın, Che Guevara’nın fotoğraflarının yanında Andy Warhold’un ‘pop art’ posterleri süslüyordu. The Beatles, Rolling Stones gibi grupların müziği dünyayı kasıp kavuruyor, Bob Dylan, Joan Baez savaş karşıtlarının sesi oluyordu. 1968 yılında 21 yaşına basan Cannes Film Festivali, ayaklanan Fransız öğrencilerle dayanışan François Truffaut, Jean-Luc Godard gibi yönetmenlerin ‘etkin müdahaleleri’ sonunda perdelerini açamamıştı. Parlamenter demokrasi, savaş sonrası yetişen kuşağa yetersiz geliyor, geleneksel-muhafazakâr yaklaşımlar gençlerin özgürlük, eşitlik, ‘doğrudan demokrasi’ taleplerini karşılayamıyordu.

Geleneği temsil eden ve iktidarı elinde bulunduran eski kuşaklar ile potansiyel-muhalif savaş sonrası kuşak arasında bir çatışma kaçınılmazdı. Çatışmanın patlak vermesi için bir kıvılcım yeterliydi; nitekim Benno Ohnesorg adlı bir öğrencinin, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Berlin’i ziyareti sırasında düzenlenen protesto gösterilerinden birinde, 2 Haziran 1967 günü bir polis tarafından vurularak öldürülmesi Almanya’da beklenen çatışmayı tetikledi.

İngiltere’de ise 68 Hareketi 17 Mart 1968 günü öğrenciler tarafından Londra’da, Trafalgar Meydanı’nda düzenlenen savaş karşıtı gösteriye polisin müdahale etmesi, bu müdahale sırasında birkaç öğrencinin yaralanmasıyla başladı.

Aynı günlerde üniversite reformu istemiyle önce Paris dışındaki Nanterre Üniversitesi, bir süre sonra da benzer istemlerle Roma Üniversitesi öğrenciler tarafından işgal edildi.

İktidarların gücü, Avrupa metropollerinin alanlarını esir alan gençlik hareketini uzunca bir süre bastırmaya yetmedi, birçok hükümet çeşitli ödünler vererek bu küresel hareketi zayıflatmayı denedi, Belçika’da ise 1968 yılı Ocak ayında, başkent Brüksel’e 30 km uzaklıktaki Löwen Üniversitesi’nde başlayan boykot sonucunda hükümet 7 şubat günü istifa etti.

Avrupa toplumları 1968 Baharı ile birlikte yeni kazanımlar elde ettiler. Birçok alanda demokratik dönüşümler gerçekleşti, özgürlüklerin sınırları genişledi, her şeyden önemlisi insanlar ‘birey’ olduklarının ayırtına vardılar. Otoriter yapılar sarsıldı, birey-devlet dengesi bireylerin lehine olarak değişti.

***

Avrupa toplumları 1968 Baharı ile birlikte yeni kazanımlar elde ettiler. Birçok alanda demokratik dönüşümler gerçekleşti, özgürlüklerin sınırları genişledi, her şeyden önemlisi insanlar ‘birey’ olduklarının ayırtına vardılar. Otoriter yapılar sarsıldı, birey-devlet dengesi bireylerin lehine olarak değişti. Birey-devlet dengesinin bireylerin lehine değişmesi, toplum içindeki çeşitli otoriteler karşısında da bireylerin konumunu güçlendirdi.

İlköğretim kurumlarından başlayarak öğrenciler devam ettikleri eğitim kurumlarının yönetiminde söz sahibi oldular. Öğrenci temsilcilerinin karar mekanizmaları içinde aktif olarak yer almalarını sağlayan üniversite reformu gerçekleştirildi. Devlet dairelerinde hizmet eğer banko arkasından değil de memurun çalıştığı ofisten veriliyorsa hizmet alan kişiye, memurla karşılıklı oturabileceği bir yer gösterilmesi zorunlu kılındı. Yargıdan polise, sağlıktan eğitime tüm devlet kurumlarında 16 yaşından büyük yurttaşlara yargıçların, polislerin, hekimlerin, öğretmenlerin ‘siz’ diyerek hitap etmeleri kurallaştırıldı.

Kıta Avrupa’sında, devlet okullarında öğrencileri otorite karşısında anonimleştiren/aynılaştıran üniforma zorunluluğu çok büyük ölçüde kaldırıldı. Kadın-erkek eşitliği konusunda önemli adımlar atıldı, birçok ülkede hayatın her alanında erkeklerle eşit kılınması amacıyla kadın kotası uygulaması başlatıldı; buna bağlı olarak zaman içinde gerek yasama, gerek yürütme, gerekse yargı organlarında kadınların çok daha fazla sayıda temsilinin yolları açıldı. Aile içi şiddete karşı gerek kadını, gerekse çocuğu kamu korumasına almaya yönelik çeşitli yasal önlemler alındı. Birçok ülkede başta tarih olmak üzere ders kitapları, barış temel alınarak değiştirildi, çağdaş gereksinimlere uygun duruma getirildi.

Bu birkaç örnekte görüldüğü gibi Avrupa’daki 1968 Hareketi’nin toplumsal/kültürel kazanımları bireylerin yaşamlarına doğrudan yansıdı. ABD ve Avrupa’daki 1968 Hareketi salt öğrenci eylemleriyle sınırlı değildi; başından itibaren aydınların büyük desteğini görmüş, Fransa’da milyonlarca, İtalya’da yüz binlerce işçiyi sokağa dökmüştü. Hareket aynı zamanda 68’e önderlik eden öğrenci liderlerinin kişiliklerinde düşün ve siyaset dünyasına önemli aydınlar kazandırdı.

Angela Davis

ABD 68’inde öne çıkan isim bir siyah olan ve hem öğrenci hem de sosyalist harekette önemli bir rol oynayan, 1944 Alabama doğumlu Angela Davis’ti. Felsefe ve Fransız Dili okuduğu Brandeis Üniversitesi’ni 1965 yılında bitirip bir süre Jean-Paul Sartre üzerine çalıştıktan sonra bir yıllığına Almanya’ya gitti, 1966 yaz sömestresinde Frankfurt Üniversitesi’nde Theodor Adorno’nun derslerini izledi. Daha sonra yeniden Brandeis Üniversitesi’ne döndü, burada filozof Herbert Marcuse ile tanıştı. 1967 yılında önce Kara Panter Partisi’ne (Black Panther Party), daha sonra Komünist Parti’ye üye oldu. Marksizm ile 15 yaşındayken bir burs kazanarak kabul edildiği New York’taki bir özel lisede tanışmıştı.

1967 yılının sonunda bir ‘terörist eyleme karıştığı’ savıyla tutuklu olarak yargılanmaya başladı. Tutukluluğu 18 ay, tümü beyazlardan oluşan bir jüri tarafından aklanması iki yıl sürdü. Tutuklanması, dünya çapında protestolara yol açmıştı. John Lennon ve Yoko Ono’nun yazdıkları “Angela” şarkısı ile The Rolling Stones grubunun “Sweet Black Angel” adlı şarkısı onun için yazılıp bestelenmiştir. Angela Davis, 1991 yılında Komünist Parti’den ayrıldı, fakat 2005 yılında yazdığı “Abolition Democracy” adlı kitabında kendisini bugün de ‘komünist’ olarak tanımlamaktadır.

Halen Santa Cruz’da bulunan California Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapan Angela Davis’in önemli yapıtları şunlardır: If They Come in the Morning: Voices of Resistance (Eğer Sabah Gelirlerse: Direnişin Sesi) 1971“, „Frame Up: The Opening Defense Statement Made, 1972“, „Angela Davis. An autobiography (Angela Davis – Otobiyografi) 1974“, „Women, Race & Class (Kadın, Irk & Sınıf) 1981“, „Rassismus und Sexismus. Schwarze Frauen und Klassenkampf in den USA (Irkçılık ve Cinsiyetçilik. ABD’de Siyah Kadınlar ve Sınıf Savaşı) Berlin: Elefanten Press, 1982“, „Violence Against Women and the Ongoing Challenge to Racism (Kadına Karşı Tecavüz ve Irkçılığa Sürekli Meydan Okuma) 1985“, „Women, Culture and Politics (Kadın, Kültür ve Politika) 1989“, „Eine Gesellschaft ohne Gefängnisse? Der gefängnisindustrielle Komplex der USA. Schwarzerfreitag 2004 (Hapishanesiz bir Toplum? ABD’nin Cezaevi Sanayii Kompleksi)“, „Abolition Democracy - Beyond Empire, Prisons, and Torture (Demokrasinin Feshi – İmparatorluğun, Hapishanelerin ve İşkencenin Ötesinde) 2005“ vd.

***

Stokely Carmichael

ABD 68’inin başta gelen diğer bir gençlik lideri de 1941 Trinidad doğumlu Stokely Carmichael’dı. 1966’dan 1967 sonuna kadar Student Nonviolent Coordinating Committee – SNCC“nin (Barışçı Öğrenci Koordinasyon Komitesi) başkanlığını yürüttü. 1967 yılında kaleme aldığı ‘Kara İktidar’ başlıklı makalesinde kullandığı ‘kurumsal ırkçılık’ kavramıyla bu konudaki tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. 1968 yılında siyahların lideri Martin Luther King’in öldürülmesinden sonra o güne kadar izlediği barışçı çizgiyi terk etti. Aynı yıl Kara Panter Partisi’nden (Black Panther Party) ayrılarak, beyaz Amerika’ya karşı sınıf ayırımı gözetmeksizin tüm siyahları birleştirmeyi amaçlayan ‘Kara İktidar’ (Black Power) örgütünün kurucuları arasında yer aldı.

Sporseverler, Meksika’da düzenlenen Olimpiyat Oyunlarında 200 m koşuda şeref kürsüsüne çıkan ABD’li siyah atletler Tommie Charles Smith (altın) ve John Wesley Carlos’un (gümüş) ABD ulusal marşı söylenirken siyah eldivenli yumruklarını havaya kaldırarak ‘Kara İktidar’a dayanışma selamı gönderdiklerini anımsayacaklardır.

Stokely Carmichael, 1968 yılında evlendiği ünlü caz şarkıcısı Miriam Makeba ile daha sonra Afrika’ya, Ahmet Seku Ture’nin yönettiği Gine’ye göç etti. Gana’nın İngilizlere karşı yürüttüğü bağımsızlık savaşının önderi Kwame Nkrumah’a ve Gine’nin Fransızlara karşı kazandığı bağımsızlık savaşının önderi Ahmet Seku Ture’ye olan saygısından adını Kwame Ture olarak değiştirdi, All-African People's Revolutionary Party (Tüm Afrika Halklarının Devrimci Partisi)”ne üye oldu. Stokely Carmichael 1998 yılında prostat kanserinden öldü.

Yapıtları: “Üçüncü Dünya, Bizim Dünyamız – Kara Devrim Üzerine Tezler)”, “Ready for Revolution (Devrime Hazır Olmak)”.

***

Rudi Dutschke

Bir postacının oğlu olan 1940 doğumlu Rudi Dutschke, Almanya’daki 1968 hareketinin en önde gelen gençlik lideriydi. Berlin Hür Üniversitesi’nde sosyoloji, felsefe ve tarih okumuş, 1973 yılında doktorasını verene kadar üniversite ile ilişkisini kesmemişti. İlgi alanı önceleri Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluk tezleri iken, ilgisi sonraları Karl Marx’ın ilk yazılarında, Georg Lukács ve Ernst Bloch’un yapıtlarıyla Theodor Adorno, Max Horkheimer, Herbert Marcuse gibi ‘eleştirel kuramcılar’da yoğunlaşmıştı.

Rudi Dutschke, bir Marksist olarak yaşamı boyunca toplumsal ilişkiler karşısında insanların bireysel karar verme özgürlüğünü savundu. 1965 yılında, daha sonra Alman gençlik hareketinin başını çekecek olan “Sozialistischer Deutscher Studentenbund-SDS”in (Sosyalist Alman Öğrenciler Birliği) danışma kuruluna seçildi. Bu yıldan itibaren Almanya genelinde düzenlediği bilimsel seminerler, toplantılar, gösteri yürüyüşleriyle toplumun geniş kesimleri tarafından tanındı. İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 2 Haziran 1967 günü Berlin’i ziyareti sırasındaki protesto gösterilerinde Benno Ohnesorg adlı öğrencinin polis tarafından vurulmasından sonra büyük kitlesel gösteriler örgütledi. 18 Şubat 1968 günü on binden fazla savaş karşıtının katıldığı Vietnam yürüyüşünün başını çekti.

11 Nisan 1968 günü Berlin’de kendisine karşı düzenlenen bir suikastte ağır yaralandı. İyileştikten sonra düşünsel ve örgütsel çalışmalarını sürdürdü. Çalışmalarına katıldığı Yeşiller’in kuruluş kongresinden üç gün önce, 24 Aralık 1979 günü evinde banyo yaparken küvette boğularak öldü. Hekimler, banyoda geçirdiği sara nöbetine 11 yıl önce uğradığı suikastin neden olduğunu belirttiler.

Yapıtlarından bazıları: Jeder hat sein Leben ganz zu lebenDie Tagebücher 1963–1979” (Herkes Hayatını Tam Yaşamalıdır – Günlükler 1963-1979), “Geschichte Ist Machbar” (Tarih Yapılabilir), “Lieber Genosse Bloch … – Briefe An Karola und Ernst Bloch” (Sevgili Yoldaş Bloch… - Karola ve Ernst Bloch’a Mektuplar), “Mein Langer Marsch” (Benim Uzun Yürüyüşüm), “Die Sowjetunion, Solschenizyn und die westliche Linke” (Sovyetler Birliği, Solşenitsin ve Batı Solu), “Versuch, Lenin auf die Füße zu stellen. Über den halbasiatischen und den westeuropäischen Weg zum Sozialismus“ (Bir Deneme – Lenin’i Ayakları Üzerine Oturtmak. Sosyalizm Yolunda Yarı-Asyatik ve Batı Avrupalı Çizgi Üzerine)“ vd.

***

Yukarıda, ABD ve Avrupa’daki 1968 Hareketi’nin topluma ve bireylere kazandırdıklarıyla bu hareketin ABD’de başını çeken Angela Davis ile Stokely Carmichael’ın, Almanya’da da Rudi Dutschke’nin yaşam öykülerini özetlemeye çalıştım. Liderlik niteliğine sahip bu üç gençlik önderinin ortak özelliği, düşünsel, ve siyasal açılardan kendilerini 1968 Baharı’nda patlak veren kitle hareketlerine önceki yıllardan başlayarak hazırlanmış olmalarıydı.

***

Tarık Ali

1968’in İngiliz gençlik hareketinin öne çıkan, 1943 Hindistan-Lahore doğumlu, Pakistan asıllı Tarık Ali’ydi. Pencap Üniversitesi’nde okurken, öğrenci konseyi başkanı olarak Pakistan’daki diktatörlük rejimine karşı gösteriler düzenlemiş, hayatınn tehlikeye girdiğini görünce İngiltere’ye göçerek ünlü Oxford Üniversitesi’nde siyaset ve felsefe okumaya başlamıştı. Üniversitenin tarihinde Öğrenci Birliği’nin (Oxford Union) başkanlığına seçilen ilk Pakistan asıllı öğrenciydi. Gerek 68 öğrenci hareketinde gerekse Vietnam savaşı karşıtı gösterilerde önemli bir rol oynadı, aynı zamanda bir ‘siyasal karşı kültür’ dergisi olan ‘Black Dwarf’ın redaksiyon üyesiydi.

1968 yılında Troçkist eğilimli bir örgüt olan Uluslararası Marksist Grup’a (International Marxist Group - IMG) katılarak yönetimine girdi. Bu örgütün kamuoyunda en tanınan üyesiydi, üyeliği 1980 yılına kadar sürdü. Düşünsel farklılıklar nedeniyle IMC’den ayrıldıktan sonra İşçi Partisi’ne (Labour Party) üye olmak istediyse de başvurusu geri çevrildi. Bugün kendisini ‘raadikal sosyalist’ ve antiemperyalist olarak tanımlıyor.

Tarık Ali 1966 yılında, özellikle Vietnam savaşı sırasında sesi duyulan Bertrand-Russel-Barış Vakfı’na üye seçildi ve dünyanın çeşitli savaş bölgelerini dolaştı. Zamanın ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’le yaptığı tartışmalar dünya kamuoyu tarafından ilgiyle izlendi.

İngiltere’de yaşayan, yazar ve film yapımcısı Tarık Ali 1968 yılından bu yana yayımlanan ve uluslararası sol’un en önemli bağımsız yayın organlarından biri kabul edilen ‘New Left Review’ dergisinin yayıncıları arasındadır.

Türkiye’de yayımlanan yapıtları – İncelemeler: Pakistan: Askeri Yönetim mi, Halk İktidarı mı? (1970), 1968 ve Sonrası: Devrimin İçinde (1978), Pakistan Ayakta Kalabilir mi? (1982), Nehru'lar ve Gandhi'ler (1985), Sokak Savaşı Yılları: 1960'lı Yılların Otobiyografisi (1987), Yukarıdan Devrim: Sovyetler Birliği Nereye Gidiyor? (1988), Fundamentalizmler Çatışması (2002), Bush Babil'de (2003), Bush Bağdat'ta (2004), Karayip Korsanları – Umut Ekseni (2008). Romanları: Kefaret (1990), İslam Beşlisi: Nar Ağacının Gölgesi (1992), Selahaddin'in Kitabı (1998), Taş Kadın (1999). Komünizmin Çöküşü Üçlüsü: Kefaret (1991), Ayna Korkusu (1998).

***

Stokely Carmichael örneğinde görüldüğü gibi Trinidad doğumlu bir siyahın ABD genelinde kitlesel bir gençlik hareketinin başına geçmesi –yıl 1968 de olsa- anlaşılabilir, fakat İngiltere gibi muhafazakâr bir ülkede bir Pakistanlının İngiliz gençliğinin lideri olması, -özellikle bir Türk için- kolay anlaşılabilir bir durum değildir.

Bırakalım 1968’i, 2008 Türkiyesinde bile bir yabancının, sözgelimi bir İranlı ya da Nijeryalının olası bir gençlik ayaklanmasının başını çekecek olması hayal dahi edilemeyecek bir durumdur.

Bu iki örnek dışında Alman Rudi Dutschke de Doğu’dan göçmüş bir ailenin çocuğu, önümüzdeki Pazar göreceğimiz gibi Fransa 68’inin lideri de Yahudi asıllı bir Alman ailesinin oğluydu.

Bunların altını, dünya 68 gençliğinin kendi ülkelerinin sorunlarından yola çıkarak fakat aynı zamanda da ırk, milliyet kavramlarından bağımsız olarak ırk ayırımcılığı ve savaş karşıtlığı, özgürlük, demokrasi, birey olma hakkı gibi evrensel değerler düzeyinde buluştuğunu göstermek için çiziyorum.

Dünya 1968 hareketi insanlığa kurulu düzen karşıtı, savaşımcı, demokrat, özgürlükçü bir aydın kesimi kazandırdı.

***

Daniel Cohn-Bendit

Hiç kuşkusuz ‘68’ denince ilk akla gelenlerden biri de Yahudi asıllı Alman bir babayla Fransız bir annenin oğlu olan, 1945, Fransa-Montauban doğumlu Daniel Cohn-Bendit’dir.

Cohn-Bendit, liseyi Almanya’nın Hessen eyaletinde küçük bir kasaba olan Ober-Hombach’daki Odenwaldschule’de yatılı okudu; siyasal olgulara ve gelişmelere eleştirel bakmayı burada öğrendi. Kendisini etkileyen öğretmenlerinden biri 1956 Macaristan ayaklanmasına kadar Fransa Komünist Partisi üyesi olan Ernest Jouhy idi. Aynı yıllar içinde anne babasını yitiren Cohn-Bendit, 1965 yılında lise eğitimini tamamladıktan sonra Fransa’ya gitti ve Paris dışındaki, savaş tazminatı çerçevesinde Hessen eyaleti tarafından finanse edilen Nanterre Üniversitesi’nin sosyoloji bölümünde yüksek öğrenimine başladı.

O dönemde tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da yıllardır süregelen muhafazakâr siyasal ve toplumsal düzenden bunalan kesimler için için kaynıyordu. İngiltere, İtalya, Almanya gibi ülkelerden farklı olarak Fransa’da muhafazakâr iktidarın karşısında başta Fransız Komünist Partisi ve komünist eğimli CGT sendikası gibi güçlü muhalefet odakları vardı. Fakat bu örgütler bürokratik yapıları nedeniyle toplumsal talepler karşısında esnek davranamıyorlar, toplumun çeşitli kesimlerinde başgösteren kendiliğindenci eylemlerle dayanışma bağları kuramıyorlardı.

Nanterre Ünivesitesi’nde de ilk eylemler, öğrenci yurtlarının kapılarının gece 23.00’te kapatılmasını protesto gibi basit bir nedenle başladı. Bu eylemlerin siyasallaşması ise aynı günlerde düzenlenen bir Vietnam Savaşı’nı protesto gösterisinde çok sayıda öğrencinin tutuklanmasıyla gerçekleşti. Öğrenciler, üniversitenin felsefe bölümünde derslikleri işgal ettiler, direniş komiteleri kurup duvar gazeteleri yayımladılar.

Daniel Cohn-Bendit’in ünivesite direnişinin ‘elebaşısı’ olarak 1968 Ocak ayında rektörlüğün disiplin kurulunda alınan ifadesinde ki sözleri o günlerdeki siyasal/ideolojik görüşünü yansıtmaktadır: “Ben bir anarşist Marksistim. Karl Marks’ın kapitalizmin analizinde ortaya koyduklarının doğruluğuna inanıyorum. Fakat komünist hareketin geliştirdiği örgütlenme biçimini tümüyle reddediyorum. Bu biçim, yeni bir toplum yerine yalnızca otoriter bir egemenlik yaratıyor. Burada Marksist kuramla komünist uygulama arasında bir kırılma vardır.”

***

Nanterre Üniversitesi’ndeki direniş kısa zamanda ‘Fransa’da toplumsal dönüşüm’ ortak talebiyle ülkenin tüm üniversitelerine yayıldı; Mayıs ayına girildiğinde yüzbinlerce öğrenci sokaktaydı. Aynı ay içinde İşçi Sendikaları Konfederasyonu (CGT - Confédération Générale du Travail) genel greve gitti. Yaklaşık 13 milyon işçinin katıldığı ve 10 gün süren eylem, hükümetle uzlaşmaya varılması üzerine son buldu. Öğrenciler de üniversite reformuna ilişkin isteklerinin hükümetçe kabul görmesi üzerine eylemlerine son verdiler.

Komünist eğilimli sendikaların uzun boylu direniş göstermeksizin hükümetle uzlaşması Cohn-Bendit’in komünist örgütlerin bürokratik yapısı üzerine olumsuz görüşlerini pekiştirmişti. Bu arada hakkında ‘devrimci eylemcilik’ nedeniyle ‘persona non grata (istenmeyen kişi)’ kararı alınınca Almanya’ya geri dönüp Frankfurt’a yerleşti. Bu kentte, 90’lı yıllarda adını Almanya Yeşilleri’nin eşbaşkanı ve Federal Almanya Dışişleri Bakanı olarak duyulacak olan ev arkadaşı Joschka Fischer ile birlikte Hoechst, Opel gibi fabrikalarda işçilere yönelik çalışmalar yapan ‘Devrimci Savaşım’ örgütüne katıldı.

Ne var ki bu dönemi uzun sürmedi, 1970’li yıllarda Marksizm’e sırtını döndü, ‘kendiliğindenci’ eylemlerin etkin bir militanı oldu. “Artık itici gücümüz aş değil, özgürlük, sevgi ve başka yaşam biçimleridir,” tümcesi bu kendiliğindenci hareketin sloganıydı. Cohn-Bendit bu hareketin organı olan ‘Kaldırım Kıyısı’ adlı bir dergi çıkardı, bir kitapevi işletti, anti-otoriter bir anaokulunda eğitmen olarak çalıştı. Kadın hareketlerini destekledi. Çok kültürlü yaşam çerçevesinde yabancıların haklarını savundu. 1968-2004 yılları arasında 9 kitaba iki de filme imza attı.

1978 yılında Yeşiller’e katıldı. 1994 yılında Almanya’dan, 1999’da Fransa’dan, 2004 yılında yine Almanya’dan Avrupa Parlamentosu’na milletvekili seçildi. Halen Avrupa Yeşilleri’nin parlamentoda eşbaşkanlığını yapmaktadır.

***

’68 Baharı başlıklı bu yazımda Stokely Carmichael (ABD), Angela Davis (ABD), Rudi Dutschke (Almanya), Tarık Ali (İngiltere), Daniel Cohn-Bendit (Fransa) gibi 1968 hareketinin çeşitli ülkelerdeki gençlik önderlerinin yaşam öykülerini özetlemeye çalıştım. Bu adlara hiç kuşkusuz yakın bir döneme kadar Almanya’da Şansölye olan Gerhard Schröder ile Dışişleri Bakanı olan Joschka Fischer, İtalyan düşünür Antonio Negri gibi daha birçok kişi eklenebilir.

Saydığım bu adların ortak özelliği, 1968 baharında yaşadıkları ülkelerde kitlesel gençlik hareketlerinde öne çıkmış olmalarının yanısıra daha önceki yıllardan başlayarak ve birbirlerinden habersiz olarak aynı bilgi kaynaklarından beslenmiş olmalarıydı. Görece erken yaşlarında kazandıkları siyasal/ideolojik kimliklerinin oluşmasında Ernst Bloch, Theodor Adorno, György Lucács, Martin Heideggers, Jean Paul Sartre, Herbert Marcuse gibi düşünürler önemli rol oynamışlardı. Diğer bir ortak özellikleri ise yüksek öğrenimlerini felsefe, sosyoloji, tarih gibi dallarda yapıyor olmalarıydı. Yaşadıkları ülkelerdeki toplumsal olguları ve bu olgulardan doğan sorunları kuramsal zeminlerde tartışıp irdeleyebilmelerinde, bu zeminlerden hareketle muhafazakâr yapılara seçenek oluşturan sosyal öneriler üretebilmelerinde bu niteliklerinin önemli bir payı vardı.

***

Batılı 68’lilerin Türkiye’deki 68’lilerden temel farkı, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan ülkemizdekinden daha ileri düzeydeki toplumlarda yetişmiş olmaları kadar kendilerini bilgiyle donatmada verdikleri özel çabalarından ileri gelmektedir. Doğal ki, Batı ülkelerinin, muhafazakâr yapılarına rağmen 1960’lı yıllarda topluma sundukları özgürlük ve demokrasi alanlarının aynı yıllardaki Türkiye ile karşılaştırılamayacak ölçüde geniş olduğunu unutmamak gerekir. Türk dilinin en büyük şairi Nâzım Hikmet’in şiirlerinin yasak olduğu, pelür kâğıtlarda çoğaltılıp elden ele dolaştırıldığı yıllarda Angela Davis’in, Marksist düşünceyle, kazandığı American Friends Service Committee bursuyla gittiği New York’taki lisede 15 yaşındayken tanıştığını yaşam öyküsünden öğreniyoruz.

Batılı 68’li gençlik önderlerinden Komünist Parti üyesi olan Angela Davis ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin öğrenci gençlik örgütü Sosyal Demokrat Yüksek Öğrenim Birliği Başkanı olan Gerhard Schröder dışında hiçbiri mevcut siyasal partilere yakın olmamıştır. Aynı şekilde, o yıllarda kendilerini ‘sosyalist’ olarak tanımlamalarına rağmen hiçbiri ‘Sovyet’, ‘Çin’, ‘Küba’, ‘Arnavutluk’ gibi reel sosyalist uygulamalardan birini ülkesine ‘model’ olarak seçmemiştir.

***

Gençlik kitlelerine önderlik eden Batılı 68’liler, 68’i de sonrasını da ‘özgür bireyler’ olarak yaşamışlar, ilerleyen süreçte Almanya Yeşiller Partisi örneği gibi ‘varolana seçenek oluşturan’ siyasal/ideolojik akımlara, oluşumlara öncülük etmişlerdir.

Siyasallaşma süreci ‘Bağımsız ve demokratik Türkiye’ sloganı ile başlayan ülkemizdeki gençlik hareketi ise başından itibaren karşısında devlet kaynaklı ya da devlet destekli şiddeti karşısında bulunca savunma güdüsüyle kendisi de bir süre sonra şiddete yönelmiş, aynı zamanda da farklı ‘reel sosyalist modeller’ bağlamında bölünerek gençlik, kendi arasında da çatışmaya girmiştir. 68 sonrası süreçte gençlik liderlerinin önemli bölümü öldürülmüş, on yıl içinde iki askeri darbe yaşayan gençlik kitlesel tutuklamalar, işkenceler, baskılar ve yasaklamalarla sindirilmiş, büyük ölçüde siyasetten uzaklaştırılmıştır.

***

Azımsanmayacak sayıda gençlik önderinin de daha sonra, 68’de ve izleyen yıllarda savundukları siyasal/ideolojik görüşlerinin tam karşıtı siyasetler içinde yer almaları, bu siyasetlerin sözcülüğüne savunmaları, üstelik de bu radikal dönüşü ‘özgürlük ve demokrasi’ adına gerçekleştirdiklerini iddia etmeleri, herhalde ‘eski 68’lilik’ bağlamında dünyada benzerine sık rastlanmayan ‘özel’ bir durumdur. 40 yıl önce filizlenen özgürlük ve demokrasi özlemlerini, 40 yıl sonra Adalet ve Kalkınma Partisi yandaşlığıyla giderdiğini sanmak, sanabilmek, Türkiye’ye özgü bir ‘fenomen’dir.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Selahaddin’in Kitabı PDF indir – Epub Oku – Ücretsiz Mobil Download
AGORA KİTAPLIĞI tarafından yayınlanan Selahaddin’in Kitabı kitabını okumak ister misiniz? Sizlere Selahaddin’in Kitabı pdf indirme linki ve detaylarını vermeye çalıştık. Tarık Ali imzası taşıyan esere ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz. Roman (çeviri) kategorisinde kendisine yer bulan Selahaddin’in Kitabı kitabı okumak için harika! Sizlere öncelikle pdf bağlantısını ve ardından da eser özelliklerini vermeye çalıştık. ★★★ Selahaddin’in Kitabı PDF
https://www.pdfindiroku.xyz/selahaddinin-kitabi-pdf-indir-epub-oku-ucretsiz-mobil-download/