2 Aralık 2009 Çarşamba

“VAE VICTIS!” - 25.10.2009

Brennus adı çoğumuza yabancı olmasa da anımsatmakta yarar var. Brennus, antik İtalya’da İ.Ö. 387 yılının sıcak yaz aylarında ordularını Roma’nın üzerine süren Galyalı komutandır. Önüne çıkanı ezip geçerek Roma önlerine gelir, kentin yakınlarındaki Allia Irmağı yanında kendisini bekleyen Roma ordularıyla kapışır ve bu ölümcül kapışmadan muzaffer çıkar, Roma’yı kuşatır. Takvim 18 temmuzu göstermektedir. Brennus kente girdiğinde başlarına neler geleceğini bilen kentin ileri gelenleri ona elçiler göndererek fidye vermeyi önerirler. 327 kilogram altında anlaşılır. Ne var ki Romalılar altının tartımında Galyalıların hile yaptığını ileri sürerler; Brennus öfkelenir, belindeki kılıcını çıkartıp terazinin kefesine atar, denge büsbütün bozulmuştur. Galyalılar pişmandır, fakat iş işten geçmiştir. Brennus Romalılara döner, “Vae victis!” diye bağırır. “Vay mağlupların haline!”

***

Mahmur Kampı ve Kandil Dağı’ndan gelen 34 kişinin siyaset arenası ve medyada yol açtığı hareketlenme, konuya ilişkin söylenip yazılanlar bende nedense “muzaffer” Brennus ile karşısındaki “çaresiz mağlupları” çağrıştırdı. Anlaşılan Irak sınırının öte yanından gelecek olanları omuzları düşmüş, yaptıklarından “nadim” olmuş, derin “mağfiret” duygularıyla kendilerini devletin “himmetine” teslime hazır insanlar olarak canlandırıyorduk kafalarımızda. Oysa bu canlandırımın hayatta karşılığı yoktu, çünkü hiçbir iç savaş veya iç savaş benzeri çatışmada kesin bir askeri sonuç söz konusu değilse, bir başka deyişle çatışma karşılıklı anlaşma ile sona erecekse/erdirilecekse tarafların yeneni/yenileni, galibi/mağlubu olmayacaktı. İspanya (ETA), İrlanda (IRA), Uruguay (Tupamaros) vb örneklerinde de yenen/yenilen, galip/mağlup olmadığı gibi.

Bu açıdan bakıldığında “son teröriste kadar savaş” diyen Türk Silahlı Kuvvetleri kendi mantığında haklıdır, dolayısıyla bu mantığı benimseyen sivil kesimler de. Fakat çeyrek yüzyıldır “itibar” gören bu seçeneğin tek başına bir toplumsal kangrene dönüşen Kürt sorununa kalıcı bir çözüm getirmeyeceği görülmüş, bu kez farklı bir yol seçilmiştir. Ne var ki önerilen bu yeni yoldan başarı ancak proje doğru yönetildiğinde olasıdır. İktidar tarafından çeşitli önadlarla anılan “açılım projesi”, bırakalım “mükemmeliyeti”, uygulamanın daha ilk aşamasında önemli skandallara neden olmuştur. Bu tür projelerde en önemli ayaklardan biri toplumun bilgilendirilmesine yönelik kitle iletişimidir. İktidar bu önemli ayağı ıskalamıştır. Bu çerçevede muhalefetin başından itibaren projeye ilişkin olarak ortaya attığı “Projenin içeriği nedir?”, “Nasıl uygulanacaktır?” soruları haklılık kazandırmıştır. Toplumun ilk gelen kafile ile birlikte karşılaştığı görüntüler karşısında ürkmesi bilgilendirilme düzeyi göz önüne alındığında çok doğaldır.

***

Güneydoğuda 25 yıldır süren düşük yoğunluklu iç savaşta, resmi ağızlara göre verilen şehit sayısı 4.937’si asker olmak üzere 6.482, sivil kayıpların toplamı ise 5.660’dır. Bu kirli savaşta oğullarını, kardeşlerini, eşlerini PKK kurşunlarıyla yitirmiş insanların, savaşın sakat bıraktığı gazilerin bir propaganda otobüsünün üzerinde gördüğü, “gerilla” giysileri içinde çevredeki kalabalığa el sallayan PKK’lılar karşısında infiale kapılmalarını kim anlayışla karşılamaz, kim haklı bulmaz ki?

PKK tarafında ise “yaralı ve sağ ele geçenler, teslim olanlar ve etkisiz hale getirilenlerin sayısı” 46 bindir. PKK en fazla kaybı 1984-2000 yılları arasında vermiştir; bu dönemde öldürülen PKK’lı sayısı 23.291’dir. Bu açıdan bakıldığında -ve durdukları yerden, seçtikleri yoldan bağımsız olarak- ölen/öldürülen Kürt gençlerinin yakınlarının, içlerinde dağdaki çocuklarının da geri dönecekleri duygusu uyanan ana babaların, silahtan, savaştan bezmiş, barış özlemi çekenlerin aralarına yeniden dönen 34 kişiyi simgeleştirerek sokaklara, alanlara dökülmesi de anlaşılabilir insani bir durumdur.

Terslik nerededir? Yarın irdelemeye çalışalım.

Hiç yorum yok: