Anayasa Mahkemesi’nin Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması kararına ilişkin olarak basında yer alan yorumlar çoğunlukla “kararın hukuk açısından doğru, fakat siyasal açıdan yanlış” olduğu yönünde. Ben de kararın hukuk açısından doğru olduğu görüşündeyim, çünkü yürürlükteki yasalarla elleri kolları bağlanmış Anayasa Mahkemesi üyelerinin aksi yönde bir karar vereceklerini düşünmüyordum.
Haklarını vermek gerek, DTP’liler de partilerinin kapatılmasına kanıt/delil oluşturmak için ellerinden geleni yaparak Anayasa Mahkemesi’ne yardımcı oldular. Öyle ki partinin en üst düzey yöneticilerinden Emine Ayna bu “yardımı”, “Tabanımız dağa çıkmamızı istiyor!” diyecek ölçüde abarttı. Beklediği koşullar oluştuğuna göre Emine Hanım dağa çıkar mı, çıkmaz mı, bekleyip göreceğiz, fakat bugün için bildiğimiz, Anayasa Mahkemesi’ne bizzat DTP’liler tarafından dayatılan kararın sonuçlarının ülkemiz için pek hayırlı olmadığıdır. Karar Güneydoğu’da yeni gerilimlere yol açacaktır. Bu gerilimlerin güvenlik sorunlarına dönüşmeleri durumunda muhatabı devletin güvenlik güçleridir. Güvenlik güçlerinin doğru yönlendirilip yönetilmesi ise iktidarın sorumluluğundadır. Bu açıdan, AKP hükümetini önümüzdeki dönemde yeni görevler bekliyor demek kehanet değildir.
***
Bu şer’deki tek hayır kurulacak yeni partidir. Kürt sorununda kurulacak her yeni parti yeni bir umut, yeni bir şanstır. Ne yazık ki bugüne kadar kurulan partiler bu şansı doğru kullanamamışlar, dolayısıyla başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye için umut olamamışlardır. Tam tersine kapatılanın yerine kurulan yeni partilerin yöneticileri söylem ve davranışlarıyla kendilerinden öncekilerden daha hırçın, daha keskin, daha uzlaşmasız bir görünüm sergilemişlerdir.
DTP’nin yerine kurulacak yeni partiyi de bekleyen en büyük tehlike budur.
Yeni parti, Kürt yurttaşlarımızın salt etnik farklılıklarından kaynaklanan sorunlara değil bölgenin ve ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel sorunlarına da sahip çıkan, bu ülkede ezilen, horlanan, yoksullaştırılan ve yoksunlaştırılan tüm kesimlerin sözcülüğünü yapan bir Türkiye partisi olmalıdır.
TBMM’de temsil edilip edilmediklerinden bağımsız olarak daha önce kurulmuş fakat kapatılmış partilerin deneyimleri “dağ”a endeksli hiçbir partinin bu ülkede varlık şansının olmadığını, olamayacağını göstermektedir. Bu, salt Türkiye’ye özgü bir durum değildir, dünyanın hiçbir ülkesinde devlet şiddete, teröre, silahlı kalkışmaya hoşgörüyle bakmaz. Yoksa bizzat kendi varlığıyla çelişir duruma düşer. Dolayısıyla kendi potansiyel tabanının PKK’nın tabanıyla belli ölçüde örtüştüğü gerçeğine karşın yeni parti PKK ile arasına gözle görülür bir mesafe koymak zorundadır.
Miting alanlarında, geniş katılımlı salon toplantılarında kırmızı-sarı-yeşil renkler, yıldızlı flamalar, posterler, keskin sloganlar, İmralı’ya dayanışma mesajları belki alanlara, toplantılara farklı “renkler” katar, fakat bu renklerin son çözümlemede renk körlüğüne yol açtığı gerçeği de unutulmamalıdır.
***
Sınır ötesinden gelen 34 kişilik kafileye Habur’dan başlayarak birçok Güneydoğu ilimizde düzenlenen karşılama törenleri Kürt sorununun en azından tartışılma bağlamında gösterdiği gelişmede kırılma noktasını oluşturmuştur. Bu noktada AKP iktidarının gösterdiği basiretsizliğin daha fazlasını DTP’li yöneticiler göstermişlerdir. O güne kadar Kürt sorununun çözüme kavuşturulması yönünde DTP’yi destekleyen Türk kesimi tanık olduğu görüntüler karşısında kendisini geri çekmek durumunda hissetmiştir.
Kürtler, sorunlarının çözümünün “Türk’süz” olamayacağının bilincine varmalıdırlar.
Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kaybeden siyaset olmuştur. Bu kararla birlikte birçok şey için “Sil, yeni baştan!” durumu söz konusudur.
Ne var ki siyaset kaybettikçe asıl kaybeden Türkiye olmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder