7 Aralık 2009 Pazartesi

SU KOYUVERMENİN KÜRTÇESİ - 07.12.2009

Kürt çocukları günlerdir sokaklarda; Türkiye’nin çeşitli illerinde, özellikle de gün batımından sonra sokaklara dökülüp belediye otobüslerini ateşe veriyorlar, karakollara, öğretmen evlerine Molotof kokteylleri atıyorlar. Polislere taş atıyorlar. Müthiş öfkeliler, dur durak bilmiyorlar. Birileri kulaklarına, “Öcalan İmralı’da zor durumda,” diye fısıldamış, onlar da sokaklara dökülmüş. Çoğu ilköğretim ve lise öğrencisi; sorsan, bilgi donanımları açısından iki lafı bir araya getirip Kürt sorununu anlatabilecek durumda değiller. Çoğunun yaşı 18’in altında, çocuklar yani.

Ne zamandır bu köşede “taş atan çocuklar”ı yazıyoruz. Onlara yetişkinler gibi davranmayın, yaptıklarını çocukluklarına verin diyoruz. Çocuk mahkemeleri kurulmasını, onların da bu mahkemelerde yargılanmalarını, terör suçundan değil adi suçlardan yargılanmalarını istiyoruz. Böyle dediğimiz, bunu istediğiz için her yazımızdan sonra tepkiyle, eleştiriyle karşılaşıyoruz, aymazlıkla suçlanıyoruz.

Taş atarak, Molotof kokteyli atarak, belediye otobüslerini ateşe vererek, öğretmen evlerini kundaklayarak “eylem” yaptığını sanan bu çocukları sokağa salan, onları suç işlemeye teşvik eden büyüklerinin tersine biz onların geleceklerini, gelecekte yaşayacakları hayatları umursuyoruz. Bizim hangi ırktan, hangi soydan, hangi etnik kökenden geldiğimiz hiç önemli değil, bu ülkenin, bu yurdun, Türkiye’nin yurtseverleri olarak bu çocukları “çocuklarımız” olarak görüyor, onlara sahip çıkıyoruz.

***

O çocukları sokağa salan büyüklerini kınıyorum. Yanlış yapıyorlar. Sağa sola Molotof kokteyli atmanın, insanların araçları, belediye otobüslerini ateşe vermenin, öğretmen evlerini kundaklamanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Ortada protesto edilecek bir durum varsa bunun yolu çoluk çocuğa zincirleme suç işletmek, o çocukların geleceklerini karartmak değildir. Bu davranışın adı vicdansızlıktır.

Son günlerdeki, Abdullah Öcalan’ın “iyiliği” adına girişildiği belirtilen sokak eylemleri birer suç fiili olmalarının yanı sıra sözde iyilik yapılan o insana kötülüktür de. Bir toplumsal uzlaşma zemininde Öcalan’a ceza indirimi yapılabileceğini düşünen kesimler bile bu sokak eylemlerini izlediklerinde iyi niyetli yaklaşımlarını revize etmek durumunda kalmaktadırlar.

Demokratik Toplum Partisi de özellikle bu günlerde sahip olması gereken soğukkanlılığı yitirmiş bir görünüm sergilemektedir. Bir DTP’li belediye başkanının “Biz, gerekirse Abdullah Öcalan için canımızı veririz!” sözleri, DTP’li milletvekillerinin “sine-i millet” çıkışı gibi görüntüler AKP’nin yüzüne gözüne bulaştırdığı “açılım” sürecinden umudu kesmelerinin belirtileri olarak da değerlendirilebilir.

Doğal ki DTP’nin kapatılmasına ilişkin olarak yarın Anayasa Mahkemesi’nde başlayacak görüşmeler de DTP’lilerin soğukkanlılıklarını yitirmelerinde etken olmuştur.

Fakat ne AKP’nin açılım projesinden umut kesilmesi, ne de Anayasa Mahkemesi’nin alacağı olumsuz bir karar olasılığı iki milyonu aşkın Kürt kökenli yurttaşımızın umut bağladığı bir siyasal hareketi demokrasi ve barış yörüngesinden çıkarmamalıdır.

***

DTP sözcüleri sokak eylemlerini, “Kürt toplumunun Abdullah Öcalan’a getirilen kısıtlamalara tepkisi” olarak değerlendiriyorlar, bu yönde açıklamalar yapıyorlar. Adalet Bakanlığı ise yeni kısıtlamaların söz konusu olmadığını, ille de bir kısıtlamadan söz edilecekse bunun Öcalan’ın yeni hücresinin eskisinden yalnızca 0.17 metrekare dar olduğunu ileri sürüyor. Fakat olay teknik bir sorun değildir. Kandil ve Mahmur’dan gelen 34 kişiyle birlikte Öcalan, Kürt sorununun siyasal merkezine oturtulmuştur. Her sözü, her davranışı, her sıkıntısı, her sevinci siyasal bir olaya dönüştürülmek istenmektedir. DTP, şayet bu oyunun baş aktörü ise bir an önce bu rolden sıyrılmalıdır, şayet değilse bu oyunla arasına mesafe koymalıdır.

Aksi halde buna yarı yolda “Su koyuvermenin Kürtçesi” derler ki bu da kimseye hayır getirmez. DTP’ye ise hiç!

Hiç yorum yok: