Ülkemizin “mümbit” topraklarında dünya nimetlerinin bin bir türünün yanı sıra demokratlar da yetişiyor. Hiç kuşku yok ki Cumhuriyet tarihimizin ilk önemli demokratı merhum Adnan Menderes’tir. Ne var ki demokratlığının altında ezildikçe ezilmiş, sonunda kurtuluşu kendisine muhalif kim varsa içeri tıkma yetkisiyle donanmış ve onu acı sona götürme yolunda belirleyici bir adım olan TBMM Tahkikat Encümeni’ni kurmakta görmüştür.
Menderes’in takipçisi Süleyman Demirel Isparta, İslâmköy’ün verimli topraklarının ülkemize armağanı olan başka bir önemli demokrattır. TBMM’deki Türkiye İşçi Partisi milletvekilleri onun iktidarı döneminde onun partisinin milletvekilleri tarafından tekme tokat dövülmüşler, tabanca kabzalarıyla kafaları patlatılmıştır. Devrimci gençler köşe başlarında kurulan faşist pusulara düşürülüp canlarını yitirirken, “Bana milliyetçiler cinayet işliyorlar dedirtemezsiniz!” sözleri de yakın tarihimizin bu önemli demokratına aittir.
***
Turgut Özal da demokratlığıyla ün yapmış bir devlet adamıdır. 12 Eylül askeri diktatörlüğünün kapatılan CHP, AP ve öbür partilerin politikacılarına koyduğu siyaset yasağının kaldırılmaması için elinden geleni yapmış, arkadaşlarıyla birlikte alanlarda kurulan kürsülerde halkın karşısına üzerinde “Hayır!” yazan tişörtlerle çıkmıştır.
Arada, demokrasiyi koruma adına eşkıya çetelerine sahip çıkan, “Bu vatan için kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir!” türünden vecizelerin sahibi Tansu Çiller gibi demokratlar da vardır.
Demokratlık yarışında tüm bu politikacıları geride bırakan tek politikacı ise Recep Tayyip Erdoğan’dır. Kendisi “muhalefetsiz demokrasi”, “grevsiz sendikacılık”, “hukuksuz hukuk”, “suskun medya” gibi Türkiye’ye özgü uygulamaların en kararlı savunucusudur. Yedi yıllık iktidarı boyunca siyasal ve toplumsal muhalefete, işçi ve memur eylemlerine, karşıt medyaya tahammülsüzlüğün sayısız örneğini vermiştir. Kendi ifadesiyle “Er, gene kon!” davasının savcısıdır, dolayısıyla “Örnek Paşa dışarıdayken Mustafa Balbay neden 9 aydır içeride?” sorusunun da birinci derecede muhatabıdır.
Dilerseniz bu sıralamaya muhalefet partilerinden politikacıları da katabilirsiniz.
***
Türkiye çok partili rejime 1946 yılında geçmiş, toplumumuz da demokrasiyi demokratlıkları kendilerinden menkul bu politikacılardan öğrenmiştir. Ne var ki öğrendikleri yalnızca seçim zamanı sandık başına gitmek ve oyunu kullanmakla sınırlıdır.
Oysa demokrasi siyasal bir yöntem, demokratlık da siyasal bir davranış türü olmanın ötesinde kişinin içselleştirdiği ve içselleştirdiği ölçüde tüm davranışlarına yansıttığı bir bilinç, düşünce ve duygu bütünüdür. Bir yaşam biçimidir.
Bugün TBMM’de bulunanlar gibi TBMM dışındaki siyasal örgütlenmelerin de yönetici kadrolarına alıcı gözle baktığımızda demokrasiyi içselleştirdiğini söyleyebileceğimiz kaç politikacı görüyoruz? Sayıları bir elin parmakları kadar bile değildir.
Eğer durum böyleyse o zaman bir de kendimize dönüp bakmamız gerekmez mi? Sonuçta onlar bizim seçtiğimiz, bir başka deyişle düşünce ve davranışlarını kendimize yakın bulduğumuz, siyaset arenasında bizi yansıtacaklarına inandığımız insanlardır.
Demokratlık yaşam boyu süren bir süreçtir. Aile içinde başlar, okulda, kışlada, çalışma hayatında, sosyal ortamda sürer. Kendimize, “Bu yaşam aşamalarından hangisinde dört dörtlük bir demokrasiye tanık olduk?” sorusunu sorduğumuzda alacağımız yanıt gerçekçi olduğu ölçüde olumsuz olacaktır.
Bir ülkenin demokratikleşmesi insanlarının demokratlıkları ölçüsünde başarılı olur. Yoksa daha ilk adımda çuvallanır ki şu sıralarda yaşananlar da bundan başka bir şey değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder