Terslik, öncelikle sorunun yumaklaşmaya başlamasından itibaren tanımlamalar/adlandırmalar da dâhil olmak üzere kamuoyunun doğru bilgilendirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Çeyrek yüzyılda 40 binin üzerinde cana mal olan “düşük yoğunluklu savaş” ısrarla “terör” kavramının dar sınırlarına hapsedilmeye çalışılmış, “şiddet”in kaynaklandığı toplumsal sorunun adını doğru koymaktan kaçınılmıştır. Sorun, bölgenin olumsuz sosyal-ekonomik ve kültürel koşullarından beslenen etnik bir sorundur. Teröre/şiddete beşiklik eden bu sorundur, Kürt sorunudur.
Bizler uzun yıllar tanımlamalar, kavramlar üzerinde tartışırken sorunun özüne inemediğimiz gibi kutuplara ayrıldık, birbirimizden uzaklaştık. Kavgacılaşmış bir ruh ve en keskin sözlerle ak ya da karayı savunurken uzlaşmanın gerçekleşeceği belirleyici alanı, gri alanı gözden kaçırdık. Ne var ki hayat bizim tartışmalarımızın sonlanmasını beklemeyip ilerledi. Geriye düştük. Gerçeğin gerisine.
***
Bölgedeki koşullar hızla değişmeye başladı. Türkiye-Suriye arasındaki ilişkiler karşılıklı geçişlerde vize zorunluluğunu kaldırılacak ölçüde düzeldi. İran’la var olan ilişkiler daha ileri düzeyde işleyecek bir sürece doğru gelişiyor. Irak’la ilişkiler de olumlu öngörülerin çok daha ilerisinde iyileşme yoluna girdi. Bu düzelme ve iyileşmelerde ABD’nin Irak’tan çıkma planlarının da kuşkusuz önemli etkisi var. Anadolu’dan geçen ve geçecek petrol boru hatları Türkiye’nin stratejik önemini arttırıyor, ülkemizde istikrarı zorunlu kılıyor.
Tüm bunlar Kandil’de konuşlanan PKK’nın hareket alanını giderek daraltıyor. Silah zoruyla Türkiye’ye yaptırım dayatmak PKK için artık bir hayal olmaktan bile uzaktır. Bu koşullar PKK’yı “barış”a zorluyor.
Şu sıralar her iki tarafta da sıkça kullanılan “barış” sözcüğünü tırnak içine aldım, çünkü önemlidir. Salt özlenen bir durumu ifade ettiğinden değil, çeyrek yüzyıldır süregelen düşük yoğunluklu savaşta savaşan “iki tarafın” bulunduğunu göstermesi açısından da önemlidir. Barış, savaşan taraflar arasında yapılır. Bu gerçeği dile getirmek içimizi acıtsa da bir tarafın “terörist” olarak nitelediği silahlı PKK militanları karşı tarafın tabanının gözünde “savaşçılar”dır. Nitekim Kandil’den inenler de Türkiye’ye üzerlerinde “savaş giysileri” ile dönmüşlerdir. Toplumumuzun geniş kesimlerini infiale sürükleyen görüntülerden en dikkat çekeni de bu değil midir? Gerilla giysileri, Öcalan posterleri, PKK ve Kürdistan bayrakları, dönenleri karşılayan on binler… Dönüş bir zafer şölenine dönüştürülmüştür. Kimlerin aklının eseriyse tanık olunan bu görüntüler, Kürt sorununa ilişkin olarak 25 yıldır örnek bir basiret sergileyen Türk halkına karşı yapılmış, taşınamayacak kadar büyük bir haksızlıktır.
***
Gelenlerin bir yandan “barış elçileri” olduklarını söylemeleri, öte yandan üzerlerindeki giysileri ve davranışlarıyla birer “savaşçı” fotoğrafı vermeleri bir çelişkidir. Habur sınır kapısından başlayarak Diyarbakır’daki kitlesel kutlamanın sonuna kadar süren süreç, baştan sona iktidarın kendi projesine layıkıyla sahip çıkamadığının, projeyi doğru yönetemediğinin bir kanıtıdır. Yaşananlarla birlikte anlaşılmıştır ki geride bırakılan süreç iki taraf arasında ve büyük olasılıkla dolaylı olarak yapılan görüşmelere bağlı orta erimli bir uygulamanın ilk adımıdır. 26’sı mülteci olan 34 kişinin nereden ve nasıl geleceği önceden belirlenmiştir. Diyarbakır Başsavcılığına bağlı savcılar görevlendirilerek Habur’da hazır tutulmuşlar, İçişleri Bakanlığı yetkilileri yerlerini almışlar, bu noktaya kadar her şey önceden belirlendiği gibi işlemiştir.
Ne var ki toplumda geniş tepkilere yol açan Habur sonrasındaki işleyiş tam anlamıyla bir yönetim zaafıdır. Kaş yaparken göz çıkarılmıştır.
Toplumun benzer görüntüleri bir kez daha kaldıramayacağı görülmüş, yeni gelişler ertelenmiştir. Bakalım çarşambaya kadar neler yaşayacağız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder