İsviçre’deki minare yasağına ilişkin tartışmalar sürüyor. İsviçre şu sıralar boy hedefimiz, atış serbest, kimimiz dünya Müslümanlarına “Paralarınızı bu İslam düşmanı ülkenin bankalarından çekin!” çağrısı yaparken, kimimiz İsviçre’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikâyet hazırlığı içindeyiz. Uzun yıllardır tanık olmadığımız İslamcı-laik ittifakı öyle bir gürültü kopardı ki olayda neyin gerçek, neyin gerçekdışı olduğu anlaşılamaz duruma geldi.
Oysa gerçek olan minare yasağının yalnızca “yeni minare yapımını” kapsadığı; bu, propaganda afişlerinden de anlaşılıyor. Afişlerdeki altyazının Fransızcası “Ou , á l’interdiction des minarets”, Almancası ise “Ja, zum Minarettverbot”. Türkçede “Minare yasağına evet” anlamına geliyor. Yani İsviçre’deki sayıları yaklaşık 100 bin olan Müslüman yurttaşımız ülkede bulunan 190 camiye ek olarak yenilerini açabilecek. Sözgelimi Basel’de olduğu gibi; orada on yıl önce iki cami varken, bugün on bir cami var. Milli Görüşçüler, Süleymancılar, Fettullahçılar, Diyanet… Yarış kızıştıkça cami sayısı da artıyor, artacak.
İslam’da minarenin “caminin olmazsa olmaz şartı olmadığını” da yeri gelmişken belirtelim.
Ancak yüzde 10’u-15’i camiye giden bir toplum adına bunca gürültü koparmanın herhalde ibadetten öte bir amacı olmalı. İnsanın aklına önce din’in siyasette araçlaştırılması geliyor, çünkü konu din oldu mu karşıt görüşleri seslendirmek pek olası değil ülkemizde, bu durum da içe dönük propagandayı kolaylaştırıyor. Sonuçta AKP’yi anlayabiliyorum da benzer rolü CHP üstlenince hâlâ yadırgıyorum. Herhalde bu da “çarşaf açılımı” gibi bir şey olmalı diye düşünüyorum. Ama yine de aklıma takılan bir soruyu sormadan edemeyeceğim, CHP, Allah’ın İsviçresi’nin Wangen kasabasındaki caminin minaresine böylesine sahip çıkarken İstanbul’da, Taksim Alanı’nda cami yapımına niçin karşı çıkıyor?
Bırakalım, ülkemizin her yeri camilerle dolsun. Diyanet İşleri Başkanlığı’na göre Türkiye'de il ve ilçe merkezlerinde 23 bin 239, beldelerde 8 bin 304, köylerde ise 47 bin 553 olmak üzere toplam 79 bin 96 cami bulunuyor. Dokuz yıl önce bu sayı 73 bin 772 imiş. Bence oldukça düşük bir artış, Türkiye gibi nüfusunun yüzde 99,9’unun Müslüman olduğu söylenen bir ülkede cami sayısı mutlaka ikiye, hatta dörde katlanmalı.
İstanbul’daki cami sayısı 2 bin 944, bu sayıyı 2 bin 893 ile Konya, 2 bin 694 ile Ankara, 2 bin 577 ile Samsun, 2 bin 489 ile Kastamonu zorluyor. Muğla’nın (1.020), Kırklareli’nin (277), Ardahan’ın (262), Iğdır’ın (200), Kilis’in (181), Yalova’nın (133) hele Tunceli’nin (96) durumları ise yürekler acısı.
Bu konuda CHP’ye büyük görev düşüyor. İsviçre’deki minare yasağına gösterdiği duyarlı tepkiyi burada da göstermeli, her türden İslamcı, muhafazakâr, mukaddesatçı güçlerle ve cemaatlerle iller temelinde ittifaklar kurarak az camili kentlerin yüreği yanık müminlerini acılarından kurtarmalı. Postmodern sosyal demokratlık bunu gerektirir.
***
Bir okurum, Sayın Ekrem A. Bana iki soru yöneltmiş: 1. İsviçre’de minare mi halkoyuna sunuldu, yoksa İslam mı? 2. Zamanın behrinden bu yana sinagog var, kilise var cami var, mescit var. İlk cem evi hangi tarihte nerede inşa edildi? İlk sorunun yanıtı yukarıda var. İkinci soruya gelince; Nevşehir, Hacıbektaş İlçesinde bulunan Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın Hacı Bektaş Veli (1281-1338) zamanında açıldığını biliyorum. Alevi, Bektaşi dergâh ve tekkeleri II. Mahmut döneminde 1826 yılında ya kapatıldı ya da yıkıldılar. Bu mekânlarda bulunan kitaplar yakıldı, üç Bektaşi babası idam dokuzu da sürgün edildi.
1925 Takriri Sükun Kanun’u kapsamında Alevi, Bektaşi dergâh ve tekkeleri de yasaklandı, ancak 1990’lı yıllarla birlikte genellikle “cem evi” olarak tek tük açılmaya başladılar. Devlet cem evlerini ibadethane olarak kabul etmiyor. Bir tek Kuşadası’nın Hacı Feyzullah Mahallesi’nde inşasına üç yıl önce başlanan cem evi 17 mart 2009 tarihinde Demokrat Partili Belediye Başkanı Fuat Akdoğan’ın “Kaçak ibadethane olmaz!” demesi üzerine ibadethane olarak ruhsat aldı.
Yaklaşık dört milyon Alevi’nin yaşadığı söylenen 12 milyonluk İstanbul’da cem evi sayısı yalnızca 25 ve hiçbiri ibadethane olarak kabul edilmiyor.
------------
Okur Yorumları:
Sayın Kavukçuoğlu,
Size üç soru yöneltmiştim. Çok teşekkür ederim, ciddiye alıp yanıtlamışsınız. Ancak, “neden İsviçre bile söz konusu olduğunda Türklerle Kürtleri –karşı karşıya getirmek için mi?- yan yana getiriyorsunuz?” diye sormuştum. Bunun yanıtı hiç yok. Önemli değil; çünkü eskiler sükût ikrardan sayılır derler. İkinci sorum “İsviçre’de minare mi oylandı yoksa İslam mı” idi. Bunu Türkler için değil İsviçreliler için sormuştum. Dolayısıyla yazınızda buna da yanıt yok. Olgu, bana göre, İsviçrelinin İslamı oylaması; bizim için ise, bu oylama ile İsviçrelinin dini araçsallaştırması. Asıl önemlisi üçüncü sorunun yanıtı: ben size dergâh ya da tekke ne zaman kuruldu diye sormadım. CEM EVİ ilk ne zaman inşa edildi diye sormuştum. Hacı Bektaş Veli zamanında Hacıbektaş’ta, daha sonraları da başka yerlerde kurulup II. Mahmut’un zamanında yıkılanlarla 30 Kasım 1925’te yasaklananlar CEM EVleri değil tekkeler ve zaviyelerdir. Eğer CEM EVleri sizin dediğiniz gibi TEKKELERİN YENİDEN AÇILANLARINA verilen ad ise, bu olgu hile-i şeriye, bir başka deyişle Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasalarının arkasından dolanmak değil mi? Eğer bu doğru ise -ki siz öyle diyorsunuz-, Sayın Tayyip Erdoğan da bir başka devrim yasasının, Tevhid-i Tedrisat yasasının arkasından dolanıyorsa onu nasıl eleştirebiliriz? Kuralımız EŞİTLİK mi yoksa BEN İSTEDİĞİMİ YAPARIM AMA O YAPMASIN mı? Ben birinciden, kişiler ve topluluklar arası eşitlikten yanayım, siz ise, anladığım kadarıyla- ikinciden. Ayrıca, yanıtınızdan yine anladığım kadarıyla, siz Alevî – Bektaşî farkını da bilmiyorsunuz, zira herkes Bektaşî olabilir, Alevîler de. Alevîlerin Bektaşî olanları da, olmayanları da Hacı Bektaşı Veli’ye taparcasına saygı duyarlar. Buna karşılık herkes alevî olamaz. Alevî olabilmek için alevî ana-babadan doğmuş olmak gerekir. Bektaşîlerin dergâhı, tekkeleri var; Alevîlerin -ne olduğunu bir türlü anlayamadığım- cem evleri.
Bir daha soruyorum: ilk cem evi (tekke değil) ne zaman inşa edildi?
Teşekkür ve saygılarımla.
Ekrem A.
-------------------------------------
Kendi dindaşı, vatandaşı için ortalığı ayağa kaldıran, demokrasi, özgürlük, insan hakları havarisi kesilen ancak başkası için kılını bile kıpırdatmayan insanımızın bu ikiyüzlülüğüne ilişkin güzel bir saptama olduğu için Deniz Kavukçuoğlu'nun 2 Aralık Çarşamba günü Cumhuriyet'te çıkan İsviçre'deki minare yasağı ile ilgili yazısını paylaşmak istedim. Bu da bir bakış açısıdır, dikkate alınmalıdır diye düşünüyorum.
Ben evimizin 50 metre ötesine yeni yapılan caminin ezan sesi ile hafta içi, hafta sonu istisnasız her sabah uyanıyorum, uyku düzenim ve huzurum kalmadı. Mağduriyetimi Diyanet İşleri Başkanlığı'na, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne, Ataşehir Müftülüğü'ne, Ataşehir Belediyesi'ne her yere yazdım. Sesi kısıldığı söylenen ezan sesi sanki tam tersi inadına artırılmış durumda. Bu durumda benim yanımda yer almayan vatandaşımın, milletimin inancı gereği "Dar-ül Kafirun" (yani kafir toprağı) diye adlandırdığı bir topraktaki minare talebine ise hiç saygı duyamıyorum. Keşke o benim mağduriyetimi anlasa da ben de onun ibadet özgürlüğüne "Dar-ül Kafirun"da bile olsa destek verebilsem. Ne yazık ki inanç akıl kadar objektif olamıyor.
Mehmet Aktulga
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder