2 Aralık 2009 Çarşamba

CUMHURİYET HALK PARTİSİ MUHALEFETİ - 12.10.2009

İçeride ve dışarıda Türkiye’nin uzun yıllardır başını ağrıtan üç büyük sorun var: Kürt sorunu (buna Güneydoğu ya da terör sorunu da diyebilirsiniz), Ermeni Sorunu ve Kıbrıs sorunu. AKP Hükümeti bu sorunlardan birine ilişkin olarak taşları yerinden oynatmaya kalkışınca dikkatler doğal olarak ana muhalefet partisinde yoğunlaşıyor. CHP ne söyleyecek diye merak ediliyor. Ne var ki her üç sorunda da CHP’nin söyledikleri değişmiyor; ülkenin bu en köklü partisinden somut öneriler bekleyenler düş kırıklığına uğruyorlar.

Parlamenter demokraside muhalefet partilerinin iktidarın attığı ve atacağı adımları mercek altına alarak eleştirilerde bulunması kuşkusuz ki çok doğal, fakat yukarıda saydığımız türden sorunlarda toplum muhalefet partilerinden alternatif öneriler bekliyor.

CHP bu beklentiyi karşılamıyor. Yaptığı eleştiriler somut önerilerle desteklenmediği sürece havada kalıyor, toplum tarafından benimsenmiyor, içselleştirilmiyor.

***

CHP, büyük ölçüde bu nedenle izlediği siyasal çizgi toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmeyen bir parti konumunda; 12 kasım 1979 yılında son bulan Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki hükümet döneminden sonra iktidar olamamış. 1991-1996 yılları arasındaki küçük koalisyon ortağı olmak dışında devlet yönetme sorumluluğundan uzak kalmış. Herhalde bu nedenle giderek daha da belirginleşen bir “muhalefet refleksi” geliştirmiş.

Öyle ki artık CHP sözcüleri herhangi bir konuda ağızlarını açtıklarında ne söyleyeceklerini aşağı yukarı bilebiliyoruz.

Her konuda karşı kutbun en ucunda yer alarak muhalefet yapmak, eleştirileri her defasında uluslararası kamuoyunda devletimizin saygınlığını yitireceği, küçük düşeceğimiz, ulusal bağımsızlığımızın elden gideceği, ülkemizin bölünüp parçalanacağı zeminine oturtmak birçok insana inandırıcı gelmiyor.

Sosyal demokrat olma savındaki bir partinin en azından bu noktada siyasetini bu zemin üzerinden sürdüren Milliyetçi Hareket Partisi’nden bir farkı olmalı.

***

Cumartesi günü Zürih’te imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti Arasında İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Protokol” metnini bir süre önce internetten edinmiştim. Dikkatlice okudum, okuduktan sonra da devletler hukukunda uzman ve siyasal bilimci dostlarıma danıştım. Protokolde “1915 Olayları” Türkiye’nin bugüne kadar ileri sürdüğü öneri doğrultusunda kurulacak bir tarih komisyonunun araştırmasına bırakılıyor, “Kars Sınır Antlaşması” protokolde yer alan İki ülke arasındaki mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığı” teyit ediliyor.

Protokoldeki en kritik nokta Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali sorunu bir çözüme kavuşmadan “Türkiye-Ermenistan sınırının açılıp açılmayacağı” konusu ki burada Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından Türkiye Cumhuriyeti adına Azerbaycan’a verilmiş taahhütler var.

Karşımızdaki tablo, CHP sözcülerinin çizdiği tablonun karanlık renkleriyle örtüşmüyor.

Bu protokol iki ay sonra TBMM’de milletvekillerinin oyuna sunulacak. Dolayısıyla bünyesinde çok değerli diplomatlar bulunduran CHP’nin gerek oylama öncesinde gerekse parlamentoda bugüne kadar olandan daha farklı bir üslupla bu sorunun çözümüne katkıda bulunacağını ummak gerekiyor. CHP, attığı her adımda bu ülkenin kendisine ihtiyacı olduğunu aklından çıkarmamalı.

Son söz: Yüzyıllar boyunca birbirini boğazlamış Fransa ile Almanya bile “iyi dost” olabildikten sonra biz Ermenistan’la niçin dost olmayalım.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Şu Azerbaycan'lı kısım Protokolde nerde ben neden bulamıyorum? Tam Protokol Metnini de yaz da bir görsün millet var mı yok mu kafadan böyle okudum orda CHP'nin dediği gibi değil diyorsun kafadan atıp tutma CHP salak mı? Metin Belgesini ben de okudum hiç de Ermenistan Azerbaycan topraklarından çıktığı anda yürürlüğe girer vs hakkında bir ibare yok. Bu millet bakamıyor sanki protokole ulaşamıyor girin bakın var mı yok mu.