6 Aralık 2009 Pazar

CİN ŞİŞEDEN ÇIKINCA - 25.11.2009

Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi uzunca bir süredir toplumdaki dinamikleri doğru değerlendirip bunlara uygun politikalar üretememenin yol açtığı zorluklarla boğuşuyor. Oysa merkezin elinde partinin uzman kadroları tarafından hazırlanmış ve ülke sorunlarına çözümler de öneren raporlar var. Son üç yazımızda “Kürt sorunu” örneğinden yola çıkarak bunu göstermeye çalıştık. Bu raporlar dikkatle incelendiğinde partinin bu ve benzer konularda meydanı neden AKP’ye bıraktığını anlamak daha da zorlaşıyor.

Tek anlayabildiğimiz CHP merkezinin düşünsel yapı ve siyasal refleks açısından parti tabanından daha geri bir konumda olduğudur; bunu anlamak ise zor değildir, çünkü merkez sözcüleri ağızlarını her açtıklarında bunu en anlaşılır bir biçimde kamuoyuna yansıtıyorlar. Sayın Onur Öymen’in TBMM’de yaptığı “Analar ağlamadı mı?” konuşması da bunlardan biridir.

Düşüncesizce kullanılan bir “Dersim” sözcüğü partinin kan kaybına neden olmuştur. Kamuoyu günlerdir bu konuyu tartışmakta, parti örgütünden istifalar birbirini izlemektedir. Yıllardır çoğunlukla CHP’yi destekleyen Kürt/Zaza ve Alevi kitleler küstürülmüştür. Kısacası kaş yapayım derken göz çıkartılmıştır.

***

CHP yönetimi cin şişeden bir kez çıktı mı bir daha şişeye sokulmasının olanaksız olduğu gerçeğini ya görememekte ya da görmek istememektedir. Okul tarih kitaplarında bir cümleyle geçen, toplumun ezici çoğunluğunun ne olup olmadığına ilişkin en ufak bir bilgisinin olmadığı bir isyanı günümüzün “düşük yoğunluklu savaşı” ile örnekleme bağlamında aynılaştırmak yanlıştır. Sayın Öymen bu yanlışı yapmıştır.

Dersim olayı 1937 yılı başlarında Singeç Köprüsü’ndeki askeri karakola asiler tarafından baskın yapılarak 33 askerin şehit edilmesiyle başlayan ve asilerin elebaşı Seyit Rıza’nın teslim olmasıyla 13 eylül 1937 günü sona eren bir isyandır.

Günümüz Zaza ve Alevilerinin itirazları bu isyanın ordu birlikleri tarafından bastırılmasına değildir. Devlet doğaldır ki kendisine karşı baş gösteren bir isyanı bastıracaktır, huzuru sağlamak devletin asal görevidir. İtiraz, General Abdullah Alpdoğan’ın 50 bin kişilik üç kolorduyla ve havadan destekle başlattığı harekâtta asilerden daha çok sivillerin hedef alınmasıdır. Asilerin toplam sayısının 6 bin olarak bilindiği Dersim İsyanında ölü sayısı resmi kayıtlara göre (Dördüncü Umum Müfettişlik Raporu) 13 bin 160, sivil tarihçilere göre ise 40 bindir. Bu sayılar güç kullanımındaki orantısızlığı ortaya koymaktadır. Ayrıca yine resmi kayıtlara göre 11 bin 818 kişi sürgüne gönderilmiştir.

Bir de o zamanlar bölgede görevliyken olayların tanığı ve daha sonraki yıllarda da Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil’in insanın tüylerini ürperten şu sözlerine kulak verelim: “Bunlar (Kürtler-D.K.) mağaralara iltica ettiler, ordu mağaralara zehirli gaz sıktı, bunları fare gibi zehirledi. 7’den 70’e Dersim’in Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti.” (Bak.: İhsan Sabri Çağlayangil Dersim 38’i anlatıyor, www.desmalasure.de)

***

Daha önce de bu köşede birkaç kez yinelediğimiz gibi etnik bağlamda kimlik bilinci, kişinin istemine bağlı olmayıp kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaşmasına bağlı bir süreç sonucu gelişir. Yine Dersim’e dönecek olursak, 1937 Dersim İsyanı etnik kaynaklı bir ayaklanma değildir. İsyanın nedenleri başta vergilendirme olmak üzere çıkarılan yeni yasaların bölgenin feodal beylerinde (ağalarında) yarattığı rahatsızlıktır. Dersim İsyanı’nın on binlerce anayı ağlatmasının dışında ve bir zorlama olmanın ötesinde günümüz Kürt hareketiyle ne ilintisi ne de benzerliği vardır.

Şişeden çıkan cin bir daha geri sokulamayacağına göre CHP boş çabaları bir yana bırakıp inisiyatifi ele almaya, AKP’nin yüzüne gözüne bulaştırdığı demokratikleşme hareketini doğru/akılcı bir hedefe yönlendirmeye çalışmalıdır.

Hiç yorum yok: