Gene birbirimize girdik. Oysa ne güzel referandumumuzu yapmış, yenenlerle yenilenler belli olmuş, Nâzım Hikmet’in “Şeyh Bedrettin Destanı”nda söylediği gibi, “yenenler, yenilenlerin ak libaslarında silmişlerdi kılıçlarının kanını”.
Ama şimdi anlıyoruz ki olmamış, yenenler yengilerini, yenilenler de yenilgilerini sindirememişler içlerine. Demek ki böyle olmuyor; anlaşmayı, uzlaşmayı, “mutabakatı” aklına bile getirmeden yap bir değişiklik paketi, at milletin önüne, “Haydi, değiştiriverin şu anayasayı!” de, onlar da “Baş üstüne” desinler, değiştirsinler.
***
Üstelik değiştirdiler de, ama buna rağmen olmadı. Olamazdı da, çünkü sizin niyetiniz baştan kötüydü. Bir yandan demokrasi nutukları atarken, öbür yandan en kurnaz tilkilerin bile akıllarına gelmeyen işlere başvuracaktınız. Asıl amacınızın yüksek yargıyı ele geçirmek, egemenliğiniz altına almak olduğunu biliyorduk, sandığınız kadar ahmak değildik çünkü. Neyse, bari bıraksanız da yargıçlar, savcılar özgürce seçebilseydiler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini! Ama hayır, ille de bir numara çevirecektiniz; çevirecektiniz ki namınız yürüsün.
Fakat burası Türkiye, delik deşik edilmiş bir ülke, siz istediğiniz kadar gizli tutmaya çalışın, burada tüm gizler dışarı çıkacak bir delik mutlaka bulurlar kendilerine. Nitekim Ankara’da hazırladığınız aday listeleri de bir delik bulup aydınlığa çıktılar. Gördük. 10’da 10! Tam isabet! İşin en komik yanı da tüm bu rezalete karşı hâlâ “demokratik seçimden” söz edebiliyor olmanızdı.
Artık RTÜK gibi, YÖK gibi HSYK de emrinizdeydi.
***
Ne var ki insanın başına ne gelirse sindirimsizlikten gelir, sizler de kazandığınız “zafer”i sindiremediniz. Dün bir, bugün iki YÖK’çü müderris Yusuf Ziya Bey zafer sarhoşluğuyla kendini atıverdi ortaya, türbanlı kızlara, “Haydi” dedi, “bundan böyle başlarınız kapalı derslere de, sınavlara da girebilirsiniz!” Müderris Bey’in hem anayasa hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını takmayan cevvaliyetine sizler bile şaşırdınız. Ama ok yaydan çıktı bir kez. Önce Yargıtay Başsavcısı’nın uyarısı, ardından siyasal parti sözcülerinin yaylım ateşi, kamuoyunda yükselen tepkiler... Ne yapacağınızı bilemediniz. Öyle bir bilemeyişti ki, TBMM Başkanı, Yargıtay Başsavcısı’nı yaptığı uyarı açıklaması nedeniyle TBMM’den ve “yüce Türk milleti”nden özür dilemeye bile çağırdı.
Yüce Türk milletinin olaylar karşısında şaşkına dönmüş bireyleri, “Yargıtay Başsavcısı niçin bizden özür dilesin?” diye kendi kendilerine sorarken, kabak yine saçları kapalı kızların başında patladı. Yeniden boy hedefi oldular. Yoksa bunu mu istiyordunuz aslında, Müderris Yusuf Ziya Bey’in çıkışıyla bu sonuca mı varmaktı hedefiniz? Yeni bir “mağduriyet” durumu yaratmak! Bunu mu amaçlıyordunuz?
***
Şimdi de ilköğretim çocukları tutturdular, “Biz de okula başımız kapalı gitmek isteriz” diye. Öyle ya, onların ne günahı var.
Haydi bakalım. Yapın bir şeyler. Ya da yeni bir “mağdur” kesim yaratın, 12, 13, 14 yaşında kız çocuklarından “müteşekkil”. Genel seçimlere çok kalmadı, sizeyse yeni malzeme lazım. Alın işte, bu çocuklardan daha iyi malzeme mi olur? Din, iman, ahiret, falan... Kürsülere çıkar konuşursunuz, hatta Fethullah Hocaefendi örneği televizyon ekranlarında hüngür şakır ağlarsınız. Millet zaten yalanla, dolanla beslenmeye alışmış. Yerler.
Bir seçim daha idare edersiniz.
Aman dünyanın 17. büyük ekonomisi olduğumuzdan, dev başarılara “imza attığımızdan”, yurdun dört bir yanını saran “duble yollardan” söz etmeyi ihmal etmeyin sakın. Milletin yarısı zaten batmış, bataklıkta yaşıyor, bataklıkta yaşayan bataklığı görebilir mi?
Kolay gelsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder