Bizim Başbakanımız kararlı adamdır, öyle WikiLeaksmiş, MikiLeaksmiş pabuç bırakmaz. Nitekim Libya’ya giderken havalimanında, “Hele eteğindeki taşları bir döksün, bakarız,” demiştir.
Bizler ise sabırsız insanlarızdır, etekteki 7 bin 918 taştan henüz bir avucu dökülmüşken ortalığı velveleye vermişizdir.
Oysa Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi’nin merkezine gönderdiği, “kripto” denen birtakım gizli yazıların Başbakanımız için bir “kıymeti harbiyesi” olabilir mi? Dökülen taşların bir avucu bile bunun olabilmezliğini ortaya koymuştur.
Güncel durum aşağıdaki gibidir.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün kabine arkadaşı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için “tehlikelidir” dediği doğru değildir. Vecdi Gönül bu savı yalanlamıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu kesinlikle bir “yeni Osmanlıcı” değildir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton kendisinden bizzat özür dilemiştir.
Hikmet Çetinkaya dilediği kadar açıklama beklesin! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı olduğu savı üzerinde durmayı gerektirmeyecek kadar önemsizdir. Hiç böyle şey olabilir mi?
Başbakan’ın çevresinde “kifayetsiz ve kibirli” danışmanlar olduğu savı da doğru değildir. Başbakan’ın eski danışmanlarından Akif Beki evvelki gün Radikal’deki köşesinde “bunun böyle olmadığını”, asıl kifayetsiz ve kibirli olanın ABD olduğunu yazmıştır. Birlikte okuyalım: “Bugün mahrem evrakına sahip olamayan, yarın bayrağına nasıl sahip çıkacak. Elden ele dilden dile dolaşan o belgeler, devletin namusudur çünkü. Kim kifayetsiz, kim kibirli, kim beceriksiz, kim dalkavuk buyurun WikiLeaks’ten okuyun."
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan arasında bir “çekişme” yoktur, olmamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı da zaten “Kadim dostluğumuzu hiçbir şey bozamaz” demiştir. ABD’li büyükelçi, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İham Aliyev’in sözlerini de yanlış anlamıştır. Aliyev’in Rusya ile petrol hattı anlaşmasını Türkiye’yi saf dışı ederek önemsizleştirmek için yaptığı savı asılsızdır. Hele, “Tayyip Erdoğan’dan hiç hazzetmiyorum!” dediği tümüyle yalandır.
Türkiye’nin İran’a yakınlaşması abartılmaktadır. Bu sav da, Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne üye olamayacağı kanısı da ABD’li diplomatların sığlığına verilmelidir. Aynı şekilde Suudi Arabistan ve Ürdün krallarının ABD’den İran’ın tepesine binmesini, güç kullanarak dize getirmesi istemi de asılsızdır, bu da ABD diplomatlarının bir uydurmasıdır. Doğru olan Ortadoğu’nun, Türkiye’nin öncülük ve önderliğinde bir “barış ve huzur adası”na dönüştürüldüğüdür.
Görüldüğü gibi ortada telaşlanacak bir durum yoktur. Yalancılar, kendi yalanlarında boğulacaklardır. Biz kendimizle, özellikle de bizi yönetenlerle övünmeyi sürdürelim. Bakın, Başbakanımız geçen hafta Lübnan’da “Yılın Devlet Adamı Ödülü”nü aldı.
İki gün önce de kendisine Trablusgarp’da düzenlenen Avrupa Birliği-Afrika Zirvesi’nde Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi tarafından “İnsan Hakları Ödülü” verildi.
Başbakan’ın, Libya gibi bir özgürlük ve demokrasi bahçesinin, bir insan hakları cennetinin liderinden böylesine değerli bir ödül alması hepimizi onurlandırdı. Kendisi de yaptığı teşekkür konuşmasında bunu dile getirdi, “Şahsımdan ziyade, ülkem ve milletim adına teslim aldığım bu ödülün, bölgesel ve küresel ölçekte, insan hakları noktasındaki mücadelemizi teşvik edeceğinden emin olabilirsiniz” dedi.
Bir insan hakları savaşımcısı olarak o anda mutlaka “Silivri Zulümhanesi”nde aylardır neden yattıklarını bilmeden yatanları, üniversite yerleşkelerinde kendisini protesto ettikleri, TBMM’de pankart açarak parasız eğitim istedikleri için hayatı karartılan öğrencileri anımsamıştır.
Sevgili okurlar, bu yazıyı dilerseniz tersten de okuyabilirsiniz.
Etekteki tüm taşlar dökülse de, biz olduğumuz gibi kaldıkça durum yine değişmeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder