6 Aralık 2010 Pazartesi

TUHAF ŞEYLER ÜLKESİ - 24.11.2010

Bir kent düşünün, hiç düşman işgaline uğramamış, fakat yıllardır bu kentin düşman işgalinden kurtuluşu resmi törenlerle kutlanıyor olsun. Kentin adı Mardin; kentte bulunan Artuklu Üniversitesi’nde bilim adamları araştırmaları sonucu kentin I. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında burada bir düşman işgalinin olmadığı gerçeğini ortaya çıkarmışlar. Bir işgal denemesi ise olmuş; 1918 yılında bir Fransız Albay, Mardin’e gelip kentin hemen kendilerine devredilmesini istemiş. Mardinliler bu isteğe karşı koyup, Kenti teslim etmeyeceğiz! diyerek kararlı, onurlu bir direniş göstermişler. Fransız Albay kös kös gitmiş, olay da kapanmış.

Artuklu Üniversitesi’nin vardığı sonuç doğrultusunda Mardin Belediye Meclisi 11 Kasım 2010 günü bir karar alarak her yıl 21 Kasım’da kutlanan Kurtuluş GünüOnur Gününe çevirerek doğru bir davranış sergilemiş.

Fakat burası Türkiye, Ankara sözünü duyan her bürokratın eli ayağı kesiliyor. Mardin Belediyesi de Belediye Meclisi’nin aldığı kararı onaylanması için Ankara’ya göndermiş. Fakat onay bir türlü gelmemiş. Ne olur ne olmaz denerek Mardinin düşman işgalinden kurtuluşunun 91. yılı” eski yıllarda olduğu gibi askeri birliklerin geçit resmi, ellerinde bayrak sallayan öğrenciler ve kent erkânıyla “coşkulu bir biçimde kutlanmış.

Kutlanmış ama tek farkla; vali, belediye başkanı ve garnizon komutanı törene kendileri katılmayıp vekillerini göndermişler. Onlar da üstü açık bir aracın üzerinde tur atıp Mardinlilerin kurtuluş gününü onurlandırmışlar.

Böyle bir tuhaflığa dünyanın başka neresinde rastlanabilir?

***

Bizim bir Başbakanımız var, yandaşlarının gözünde karizmatik mi, karizmatik; yürekli mi, yürekli; efe mi, efe.

İşte bizim bu karizmatik, yürekli ve efe Başbakanımız bir hafta öncesine kadar babalanıyor, ABD’sine, NATO’suna posta koyuyor, Türkiye’ye yerleştirilecek füzelerin hareket düğmesinin denetimi Bizde olur, Düğmeye biz basarız diye dünyaya meydan okuyordu. Özellikle topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa zaten kesinlikle bu bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil. Bu sözleri Lizbon’da gerçekleşen NATO Zirvesi öncesinde, 15 Kasım günü Bangladeş dönüşünde söylemişti. Başbakan’ın sözleri, varlığını AKP şakşakçılığı üzerinden sürdüren medya tarafından alkışlandı, köşe yazarları, televizyon yorumcuları Başbakan’a övgüler düzdüler, onun karizmatikliğini, yürekliliğini, efeliğini bir kez daha göklere çıkardılar.

Aradan bir hafta geçti. NATO Balistik Füze Savunma Sistemi’nin komutasının kimde olacağına ilişkin bir soru üzerine bu kez, Bunlar bundan sonra yapılacak olan birleşimlerde, bir araya gelmelerde o zaman tespit edilecek. Şu anda tabii komuta şu ülkededir diye belirlenmiş bir şey söz konusu değil. Fakat biz tabii buranın komuta sisteminin tamamıyla NATOda olması gerektiğini söyledik ve bunu savunduk. Bundan sonraki gelişmelere göre de tavrımız, ülkemizle alakalı bir konuda gelişmeler hangi noktaya gelecek, bunu şu anda bilemediğimiz için bir şey söylemek erken olur. Ama komutanın kesinlikle NATOda olması gereğini ifade ettik, yanıtını verdi.

Şakşakçı medya bu yanıtı da alkışladı.

Sorduk, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, diye. Yahu biz sistemin komutası Japonlara, Filipinlilere, Bolivyalılara verilecek sanmıştık, bari Türk olsun dedik! diyecek halleri yoktu ya, sustular.



Sormak gerekmiyor mu, dünyanın hangi ülkesinde, hangi toplum füze kalkanı gibi ülke ve insanları için yaşamsal bir konuda bir hafta önce söylediği bir hafta sonra söylediğini tutmayan bir Başbakan’a tahammül edebilir, diye.


Dünyanın hangi ülkesinde, en yandaşı, en şakşakçısı, en dalkavuğu bile olsa, hangi gazete, hangi televizyon kanalı, hangi yazar, hangi yorumcu bizdeki gibi kaypak, bizdeki gibi yanardöner, bizdeki gibi kendine saygısız olabilir?


Tuhaflıktan da öte bir şeydir bu!

Hiç yorum yok: