Dün Nilgün Cerrahoğlu ile Zeynep Oral arkadaşlarım da aynı konuya değindiler; onlardan esinlenip bir de ben yazayım dedim.
Konu, üç gün önceki Uluslararası Kadın Buluşması’nda bir avuç kadının pankart açarak Başbakan’ı ve başbakancı kadınları huzursuz etmesi olayıdır.
Huzursuzluk kaynağı pankartta, “Erkeklerin Sevgisi Her Gün 3 Kadını Öldürüyor” ve “Eşit Değilsiniz Dendikçe Daha Çok Öldürülüyoruz” yazıyor. Olacak şey değil tabii, hem de İstanbul Kültür Başkenti 2010 gibi önemli bir etkinlik çerçevesinde yapılan bir toplantıda. Üstelik de Başbakan “kadın mevzuunda” konuşurken...
Bizim Başbakan boş gezmiyor bilindiği gibi, kendisini halktan koruyan korumalarla dolaşıyor hep. İriyarı, gürbüz çocuklar. E, böyle bir olay olacak da bir şey yapmayacaklar! Yapmışlar, açtıkları pankartla toplantının ahengini bozan kadınları derdest edip dışarı atmışlardır.
Salondaki başbakancı kadınlar ise gördüklerinden mutlu, bir yandan huzursuzluk çıkaran hemcinslerini yuhalarken, öte yandan Başbakan’a, “Türkiye seninle gurur duyuyor!” diye bağırmışlardır olanca sesleriyle.
Yakışmıştır. Başbakan’a da, o kadınlara da.
***
Daha önce bu köşede yazmıştım. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2010 yılı raporunda 134 ülkede yapılan bir araştırma sonuçlarına göre kadın-erkek eşitliğinde Türkiye’nin 124. sırada yer aldığı belirtiliyor.
“Yakışıyor” dememin nedeni de budur; Başbakanının, “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” dediği bir ülkenin konuya ilişkin uluslararası sıralamada 124.’lüğü alması, geniş bir kadın kitlesinin ülkenin bulunduğu yerden mutlu olması gibi, bu mutluluğa gölge düşüren hemcinslerini yuhalaması da doğal değil midir?
Başbakancı, aynı zamanda da başları türbanlı bu kadınları artık iyice tanıyoruz. Onlar “özgürlükçüler”dir. Önce demokratlaşarak savaşımını vermişler, sonra da savaşımını verdikleri türbanı takarak özgürleşmişlerdir.
Bu size tuhaf, hem de çok tuhaf gelebilir. Ama unutmayalım ki herkes kendi tuhaflığını yaşamakta özgürdür.
Özgürleşmiş bu kadınlar, “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” diyen Başbakan’a yürekten bağlıdırlar, çünkü erkeklerle eşit tutulmak gibi bir dertleri yoktur.
Varsın, son yedi yılda kadın cinayetleri yüzde 1400 artmış olsun!
Bu, onların ilgi alanları dışındadır.
***
Ne yalan söyleyeyim, televizyon kanallarında ilk göründükleri dönemde merakla izliyordum acaba ne söyleyecekler diye. Giderek söyledikleri eskidi, söylediklerini yineler oldular, sıradanlaştılar. Kendi kendileriyle çelişmelerinden doğan tuhaflıkları bile ilgimi çekmez oldu.
Gördüm ki bunların onulmaz bir kimlikleşme-aidiyet sorunları var; türbanı aidiyetlerinin bir simgesi olarak görüyorlar. Bu simgeyi korumak için verdikleri savaşımın kendilerini bir arada tutacağına, güçlü kılacağına inanıyorlar. Aslında türbanın serbest bırakılmasını hiç istemiyorlar, serbest bırakılırsa ellerinden oyuncakları alınmış çocuklar gibi ortada kala kalacaklarını biliyorlar. İçinden nasıl çıkacaklarını bilemedikleri bir ikilemdeler. Onları tuhaflaştıran da bu!
Onların türban savaşımlarını insan hakları bağlamında destekleyen feministleri, salt, “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” diyen Başbakan’a, “Eşit değilsiniz dendikçe daha çok öldürülüyoruz” diye pankart açtıkları için yuhalamak başlı başına bir tuhaflık değil midir?
Bırakalım tuhaflıklarının özgürlüğünü yaşasınlar.
Yaşadıkları kadar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder